sevdiceğiniz yatıyordur yatakta, sabah hiç olmasın istersiniz, sabah olunca gideceğini bilirsiniz. o yüzünde ufak bir tebessümle uyurken (ya da size öyle gelirken) anılardan bahsedersiniz sessizce - uyanmasın diye- beraber gezdiğiniz şehirlerden; kuşlara atmak için aldığınız simitten ve sizden para almayan simitçiden.. sabah hiç, hiç olmasın istersiniz, küçük bir öpücük kondurursunuz yanağına, üşümüş gibi gelir, üstünü örtersiniz, en sevdiğiniz şarkıyı mırıldanmaya başlarsınız, bitince nakaratını bir kere daha söylersiniz, hani sabah olduğunda giderse eğer belki aklında kalır, unutmasın diye, belki unutulmaktan korkarsınız, kimbilir.
gecenin o karanlığı yavaş yavaş kalkmaya başlar, içinizi hüzün kaplar, geçiştirirsiniz, bu sefer ilk tanıştığınız günü anlatmaya başlarsınız, ne giyiyordu, dikkatini çekmek için neler yapmıştınız da sizi farketmemişti. garip bi gülümseme yayılır dudaklarınıza, beraber olunan günler için dua edersiniz, belki de en mutlu çift olduğunuzu düşünürsünüz.
bunlar olurken birden gözünüzü açarsınız, sabah olmuştur, siz son gecenizi geçirirken uyuyakalmışsınızdır sevdiceğinizin koynunda 'son kez'
sonrasında evde gürültüler, bir koşuşturmaca, giren çıkan yabancı ayaklar ve giden sevdiceğiniz.
ertesi geceyi yatağınızda yalnız geçirirken neden bittin gece dersiniz, neden bittin de sevdiğimi aldın toprak altına koydun..
keşke bitmeseydin gece..
keşke hiç sabah olmasaydı..
1997 yilinda anetirc serverlarinda hayat bulmus, genelde geceleri bilgisayar basinda olan insanlarin bulusma yeri. yayin hayatina msn ve bloglar uzerinden devam eden degisik, unutulmaz bir olgu. yasayanlarin hayatina kattiklari yadsinamayacak kadar degerlidir.
Gece nerede, hangi anda başlar? Buna hangimiz karar verebildi? Gecenin geleceği, geldiği, indiği, sardığı, gömdüğü, hep birer benzetim olarak söylenebilir; gecenin üzerimize kapanmakta olduğunu, bizi ezeceğini hepimiz gördük. Hangimiz, kaçınılmaz olduğu bilinen şeyler karşısında bile, kendini biraz daha aldatmaktan, bu kaçınılmazdan kaçılabileceği , belki de bu korkulanın başa hiç gelmeyeceği umuduna- bütün boşluğunu bilerek-kapılmak çocukluğunu göstermekten utanç duydu?
Hiçbirimiz, dense yeridir sanırım. Gecenin çoktan bastırdığını bildiğim halde daha yeni yeni akşam oluyormuş gibi yazı yazmaklığım, kolaylıkla, yapıntının özel özgürlüğünden dem vurarak açıklanabilir; öykücü, öyküsüne istediği yerden başlayabilir demek, güç olmasa gerek. Ama bu başlangıcı seçerken kendimi hala bir takım umutlara, boş avuntulara salmış olmuyor muyum?
Gece, yazdığım gibi, ağır ağır yayıldı ovaya, sonra tepeleri de boğdu.
Yeraltı saraylarından söz ederken, bir takım büyük yapıların bodrum katlarında, beden eğitimi yapıldığı, çeşitli oyunlar oynandığı anlatılan salonları düşünüyordum. Bir masal havası içerisinde anlattıklarım karşısında kendime de, okurlarıma da -kimlerse bunlar... Bu yazdıklarımı birileri okuyacakmış gibi davranıyor muyum gerçekten? Yoksa...- anlatılana inanmamak hakkını tanımış, bu hakkı tanımak için uğraşmış olmuyor muydum?
En azından, okurlarım olabileceğine inanmak istiyordum. Oysa şu anda biliyorum ki, benim dışımda bu yazdıklarımı okuyacak, okuyabilecek tek kişi var. Bu kişi defterimi yok etmeyebilir de. Karar vermek bana düşüyor. Şu birkaç defterimi yırtıp yakmak, külünü yemek mi, bitirip her şeyi ona da okuttuktan sonra yok etmek mi, yoksa, ona bırakmak mı gerekir?
film bir politik distopya. gelecekte türkiyede çıkmış bir iç savaş sanrası düşünce özgürlüğünün elden gidişini ve kristal kolyeler taşıyan son düşünenlerin(profesörlerin) faşist kolluk güçleriyle olan mücadelesini anlatıyor. ve film bu kadar güzel öyküyü 19 dakikaya sığdırıyor.
gelelim yorumuma. efendim şahsen politik distopyaların hastasıyımdır. 1984, v for vendetta(ve hepsine ilham kaynağı olan cesur yeni dünya) gibi popüler örneklerin yanında zardoz gibi bir kült filmi de türün öncülerinden sayarsak ilk türk distopya filmi olarak gece oldukça başarılı. ilk oluşu ve sınırlı imkanlarla karamsar gelecek atmosferini yakalayışı ile oldukça önemli. ancak elbette türün batılı örnekleri dışında pek yeni şeyler sunmayışı ile orjinal değil. lakin türkiye seyircisi için ve türk sineması için çok önemli bir yapım. bunun dışında filmle ilgili bir olumsuz notum da artık kuskunluk yaratan requiem for a dream soundtrack'inin kullanılışı hakkında. yahu atv haberden yeterince dinledik bıktık yeter artık lütfen. (bkz: yetkililere seslenme ekolü)
kısa film güncesinde bilinçaltı genelevi ile birlikte aklıma kazınan ikinci filmdir. izleyin izlettirin.
--spoiler--
karanlığın özü,kendisi fakat,karanlık daha çok beyinde olumsuz fikirler bıraksa da gece sözü aklımıza gelince bunu hissetmeyiz.günün en sakin zaman dilimi.
bazen kendimizi kaybetmemize sebep olabilecek zaman. gece söylediğimiz ya da yaptığımız şeyler yüzünden üzülebiliriz ama aslında en içten olanları gecede olanlardır.