Çiy doladım kasnağına gecenin. Işıksızlığın hep
yoksul yalnızlıklara çıkması doğurur o rüzgârı.
Giz dizilmiş çardaklar incir kokulu, çiçek hattı
gözlerine doğru. Kokunda korku. Kafka; mürekkebini
içtiğim mevsimsiz aşk. Ölümün önünde yayılan;
çıbanı yüzümün. Devrik yürek savunması ömrüm.
Yaşlı bir adam vurgun yemiş. Kuşlar. Düşler.
Kapılma saatleri, basamaklarında ateş yatan zaman
merdiveninin dik soluğuna. Ve çekip giden bir ben,
aynı denize, irkilen iskeleden.
Gecenin deniz kanatlarında, bir kuşun sesine dalmış
düş topluyorum, gözlerime öpücük. Kendine açan bir ışığı
emiyor kalbim. Kara tren, sisler durağında akıntısı
kavuşmanın. Ten, sahili gurbetin. Dalga dalga köpürüyorum
aşka. Buyruk: Tez boynu vurula!
Haritası parçalandı ellerimde gecenin, bir yitiriş değil
bu, sınırları tutamadım yerinde, gözlerime doldu sular,
şimdi zaman oynak bir gölge. Nasıl başlasak geri dönmemek
için? Hüzünkıran ardında saklanan kalbimle, artık, okyanuslara
açılmak geçmeli içimden. Biliyorum. Ama kavuşmalar ayrılıktır
bazen.
bir kadına
tutup sordular
"küçüğü mü büyüğü mü"
kadın güldü
ne çölden gelmişti
ne de bilinmeyen diyardan
giden otobüsün içinde de yoktu
yine de cevap verdi
"en derin duygularımla..."
Şiirin hası gece gelir.. gece çıplak ve aç fahişelerle kararır, kubardan kova yapan tinercilerle sislenir, kalpazanların prada montlarıyla örtünür, maganda bıçağıyla yaralanır, bardaki extasy haplarla iyileşir. bu yüzden şair için şiir kadar değerlidir gece. şairi sıkıştırsan bir çıkmaz sokakta, şiirlerini çarpsan suratına; "ben yapmadım gece yaptı" der.
güvercin morarmıştır.
sarı günün arta kalanı
uç- madan kanadına alır şehri
taşır ceketi tüm hüneriyle
öyle bir ceket ki bu
partıltısı yok
iki dirseğinden yamalı
askıda konuşuyormuş gibi
söyledikleri hep aynı şeyleri düşündürüyor
manevra ve uç!
Ağına yıldız takmış bir örümcektir gece
Ve ben ki parıltıya susamış bir böceğim.
Bu ölümcül şerbeti gözlerimle içtikçe,
Bilirim, sarhoş olup, tuzağa düşeceğim.
Sonsuz, esmer dişlerde bir yankı kalırım da,
Katilim koparınca gündüzlerden yarını;
Geceye karıştığım bu ıssız kaldırımda,
Kim çözer benden kalan çığlığın esrarını...
Yemin: Artık hiç dönmemecesine arkamı dönüp gidiyorum
Dua: Bir daha görmeyeceksin beni
Bakma, seni sözcüklerle geçiştirmeye çalışıyorum. Oysa içimde bütün mermiler namluya sürülmüştür. Ey bedenim, sana nice acılar sığdırdım! Buna da dayan. Bir an metnimin arasında duruyorum, baharın yağmurunda gelen telefonunda seni dinliyorum.
Sözde
Daha nice yıllar varmış gençliğimin önünde
Onca Leylalar için
O da kendine bir Mecnun bulurmuş
Bulurmuş da yine de bitmezmiş bir türlü
Bu ayrılık hikayeleri
Yaşadıklarıma esir bedenimi
Ettim ve yoluna düştüm
(Bir ölüyle değiştirdim kendimi)
Bilirsin
Kendini kefeniyle bu yola koyan
Ruhuyla iddiaya girer.
Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!
Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;
Bu karanlık sokakta, bitmesin yolculuğum!
öteki kapımdan gel bunu açamazsın
eski gözlerinle gel öldürmek vakti gel
hem tetik bulun ardında biri olmasın
hanidir ben bu evde saklanıyorum
adımı değiştirdim başka bir adla yaşıyorum
gece gündüz siyah gözlük kullanıyorum
öteki kapımdan gel bunu açamazsın
sabaha karşı gel bütün gözlerinle gel
pancurların gerisinde kararıyorum
içime belalar doğuyor sonbahar doğuyor
telefonda sesini tanıyamıyorum
yüzün parmaklarımdan akıp kayboluyor
böyle hep bir şey kopuyor bir şey kırılıyor
sabaha karşı gel eski gözlerinle gel
öteki kapımdan gel bunu açamazsın
hem tetik bulun ardında biri olmasın
artık hiç kimse beni yaşamıyor
aşklarımı büyük kemanlarla çizdiler
korkularım oldum bittim kimsesizdiler
yalnız bir mısra mıyım ıslanıyorum
bir revolver romanımı tamamlıyor
oyun bitti ışıklarımı söndürdüler
yokmuşsun gibi gel öldürmek vakti gel
öteki kapımdan gel bunu açamazsın
üzerime kilitleyip mühürlediler
hem tetik bulun ardında biri olmasın..
Raylar titriyor, bir haberci gibi
Sallandıkça daha fazla tren telleri,
Titriyor yüreğim, başım dönüyor, sallanıyorum
içimde umarsızca bir telaş,
Yavaşça oturuyorum banka
Yapraklar eziliyor ayaklarım altında
Ve ardından,
Uzun, tiz, havayı sanki ikiye yaran,
Göğe kadar parçalayan bir ses
Tanıyorum bu sesi;
Eskiden,
Taş devrinden kalma
Öyle bir ses ki,
Kaybettikten sonra
Her gün aradığım
Kavuşamadığım
Bir ses.
Bakma öyle dedi masadaki portakal,
halbuki siktiri çoktan çekmişti hatun,
kalan son sigarayı içmeseydi kara sansar,
kovaya dönerdik belki ruhsal boyutta.
Sağımda acı somutluğunda bir yara bandı, kapatamadıktan sonra hiçbir yarayı emekliye ayrılmış kıvrılmış kenarı ile. Solumda sakin zamanların sukut yalnızlığı, kalabalık güruhların basması ile dünyayı kaçıvermiş kaybolmamak için;
içimde zamansız saatlerin yalancı kordonları
Düğüm düğüm olmuş delmekte damarlarımı
iç telaşemden unutuvermişim doğum kontrol yok oluşlarını
Protein yüklü tükenişlerde bırakmış içime anlamsızlığını
Gözlerimi kaldırıp bakmışım tanıyabilmek için
Sahip olduğunu sanan aldanmış bedeni
Yüzü yokmuş bilmemişim
Teni solukmuş görememişim
Sesi sapkınmış
Ben en çok sapkınlığını sevmişim…