Evet dün 17.04.2014 tarihinde karşı dukkandaki amcanın 8 adet gazete alıp ve sadece onları camları silmek için kullanmasıdır. Kendisine konu hakkında soru sormak bile istemeyip direkt camlarını al aşağı etmenin daha faydalı olacağını düşündüren olaydır.
Ben gazetelerin ilavelerini daha çok severim. Özellikle "insan Kaynakları", "Emlak Dosyası", "ekonomi çok iyi", 'Hırdavat Sektörü' falan gibi, çarşaf çarşaf, çok sürükleyici, iştahla okunan ilavelere bayılırım.
Aslında hemen her gazetede cahil ve geri zekalı mahalle karıları için yayınlanan hafta içi çarçurlarına pek bakmıyorum... Bunlarda daha çok "metin hara, Adriana'yı hala kütür kütür götürüyor mu?" ya da "Bülent ersoy hamile mi?" türünden serüvenler anlatılıyor. Ama, şehirliler için "yaşam guruluğu" yapan eklere ara sıra takılıyorum; Yeni çıkan kokular, yeni açılan barlar, yeni şişelenen şaraplar... Şehirli olmaya yeni heves edenler için de bir tür "oturmasını kalkmasını öğrenme rehberi" oluyor bunlar.
Falları da severim. Örneğin benim falımda otuz yıldır hep "karşı cinsten bir sarışın size ilgi duyuyor" çıkar ama sarışının ucunu bir türlü göremedik. bir ara size yeni asır gazetesindeki burç yorumlarını yazan kadınla geçmişteki ilişkimi ve "astrolog" sıfatına rağmen, güneş sisteminde kaç gezegen var haberi bile olmamasını yazayım...
neyse... Hafta sonu gelince ek piyasası canlanır, gazete kalınlaşır.
Hiçbir okuyucunun asla gitmeyeceği yerleri anlatan "Patagonya'da Güneş Batışı" falan gibi turistik tanıtım yazılarını da severim. Bunları genellikle aynı konuda bir de dergi çıkaran arkadaşlarına "boş kalmasın, buraya da yazsın, o kadar para alıyor" zihniyetiyle yazdırırlar.
Cumartesi eki daha cılızdır, manken ve kedi-köpek muhabbeti yapılır.
Cuma ekinde de, o hafta oynayan filmlerin ve torpilli yazar, ressam ve müzisyenlerin reklamı yapılır tabii.
Fakat en çok, "en iyi on bilmem ne" olayına bitiyorum.
Bu tür konular toplantılarda "beyin fırtınası" yaparak ortaya çıkarılır. Herkes haftalık toplantıya ilginç bir şeyler bularak gelmek ve ortaya öneri koymak zorundadır. Tabi bir de haybeden "büyük jüri" oluşturacaksın. Onlar seçmiş görünecekler ki kimse ağzını açamasın.
iyi de, ilk beş-on bölümden sonra, arkasını getirmek zordur böyle dizilerin.
Günün birinde barut bitiverir. O zaman da şişirmece başlar.
istanbul'un en iyi on lokantası, en iyi on barı, en iyi on kahvehanesi, en iyi on sineması, en iyi on tiyatrosu, en iyi on kebapçısı, en iyi on köftecisi, en iyi on turşucusu falan derken... En iyi on banka şubesi, en iyi on kredi kartı falan derken...
Ya bitireceksin, ya da, en iyi on işkembeci, en iyi on kanatçı, en iyi on otopark mafyası, en iyi on çayocağı, en iyi on egzostçu, en iyi on kaportacı, en iyi on çakmaklara gaz dolduran, en iyi on tüpgaz taşıyan, en iyi on kimliklere PVC kaplayan gibi ucuzluklara yöneleceksin!
Nitekim öyle yaptılar, son olarak en iyi on ciğerciye kadar düştüler.
Madem tadında bırakmıyorlar, arkasını getirmek, bir adım daha atmak zorundadırlar.
Örneğin, okuyucunun esrarkeş kesimine bir kamu hizmeti olarak, "en iyi on torbacı" araştırması gazeteye de ayrı bir renk katacaktır.
"Neşeli" okurlar için "en iyi on hamam tellağı" da olaya ayrı bir boyut getirecektir.
Memleket gençliğinin büyük kısmına büyük bir kıyak olarak da, büyük jürinin bir büyüklük edip "en iyi on genelev" sıralaması yapmasını merak ve heyecanla bekliyorum.
Öyle ya, 14 numaradaki Havalı Deniz mi daha iyi muamele çekiyor, yoksa 8 numarada çalışan Vantuz Filiz mi, öğrenmek hakkımızdır. Bilginin kötüsü olmaz.