ebu kevserin bu konu hakkındaki yazısını sizlerle paylaşıyorum.
islam tarihinde, siyasi nedenlerle, uydurulan veya tahrifata uğratılan haberler yanında unutulan veya unutturulmaya çalışılan haberlere de rastlanır.
işte gadir-i hum (gadirul humm) olayı da, karşıt siyasi zaaflar içerisinde, tarihte unutturulmaya çalışılan veya tahrifatlarla genişletilen bir haber olarak bize intikal etmiş olaylaradan biridir.
bu yazımızda, karşıt iki tarafı ve temsilcilerini tanıtacak, olayın aslını ortaya koyacak ve bazı irdelemelerde bulunacağız.
taraflar iddialar:
olay hz. ali (r.a) ile ilgilidir. onu genişleten ve katmanlarla aslından uzaklaştıranlar şii müslümanlardır. onu hiç anmayan, örtbas etmeye çalışanlar ise ilk sünni tarihçiler, dolayısıyla sünni müslümanlardır.
olayın şiilerce iddia edilen şekli şöyledir:
hz. peygamber (s.a.v), 10. hicri yılda veda haccı nı ifa ettikten sonra, beraberindeki onbinlerce müslümanla medineye dönüyordu. mekke-medine yolunun ortalarında, cuhfe yakınlarındaki gadir-i hum (hum bataklığı) mevkiine geldiğinde (zilhicce 18) kendisine: ey peygamber, rabbinden sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan onun elçiliğini yapmamış olursun. allah seni insanlardan korur. doğrusu allah kafirlere yol göstermez (maide 67) ayeti nazil oldu. hz. peygamber (s.a.v) bu ayeti, kendi vefatından sonraki meşru halife namzedinin ilan edilmesi şeklinde yorumladı. kafileyi durdurdu. önde gidenleri, geriden gelenleri münadiler çıkararak çağırdı. hepsi toplandıktan sonra imam olup namaz kıldırdı. ağaçlar altında deve semerlerlerinden bir minber oluşturdu. sonra ali (r.a) yanına çağırarak minbere çıktı. müslümanlara uzun bir hutbe irad ederek, kendisinden sonra ümmete imam ve halife olması gereken kişinin ali(r.a) olduğunu ve ali (r.a) sevmenin kendisini sevmekle aynı tutulduğunu ilan etti. bunun üzerine hz. ömer (r.a) dahil birçok müslümanlar, hz. ali (r.a) yi tebrik ettiler.
şii kaynaklarının hacmini oldukça geniş tuttukları bu hutbede, adeta, şiilerin hz. ali (r.a) ve ehli beyt hakkındaki inançları formüle edilmektedir: hz. ali(r.a)meşru ve masum imamdır, kıyamete kadar imamlar ve mehdi onun soyundan gelecektir (1)
yine şii kaynaklar, olayın ve hutbe metninin mütevatir olarak şii-sünni kaynaklar vasıtasıyla bize ulaştığını iddia ederler. (2)
sünni kaynaklara gelince:
bugün bize ulaşmış en eski siret, tarih ve tabakat kitaplarında, gadiri hum olayı ile ilgili hiçbir bilginin mevcut olmadığını görürüz. hz. peygamber (s.a.v) in hayatı ile ilgili teferruatı ihtiva eden eserlerde, bu olay üzerindeki suskunluk, şiilerin olayı tamamen uydurmuş olmaları ihtimalini destekler mi?
gerçekten ibni ishak (ö:150), ibni hişam , vakidi , ibni sad (ö:230) ve taberi (ö:310) gadir-i hum olayından bahsetmezler. günümüzde, 11 cilt islam tarihi yazarı m.asım köksal gerekli- gereksiz birçok nakillerle doldurduğu eserinde bu olayı hiç hatırlamaz. en eski meşhur tefsirlerde, yukarıda verilen ayetin (maide 67) tefsir ve nüzül sebeplerinde de olayın zikri yoktur. örneğin, şii temayüllü olduğu söylenen taberi (ö: 310), ilgili ayetin tefsirinde gadir-i hum olayını hiç hatırlatmaz.
gadiri humdan ve hutbesinden sözeden ilk sünni kaynak, bildiğimiz kadarıyla ahmed b. hanbel (ö.241) in müsned isimli hadis kitabıdır. ancak, burada, anılan ayet (maide 67) ile hiçbir ilgi kurulmaz. olay çok kısa varyantlar halinde verilir. hutbe ise birkaç cümleden ibarettir ve imamet ve hilafetle ilgili bir muhtevası yoktur.
olayin asli:
kanaatimizce, ahmet b. hanbelin müsned inde yer verilen haberler en tarafsız olanlarıdır. ancak bunların yorumu zordur. bunları yorumlamak için tarihçilerin zikrettikleri başka bir olayla birleştirmek ve bazı boşluklarını makul tahminlerle doldurmak gerekiyor.
şöyle ki:
hz. peygamber (s.a.v), veda haccından iki ay önce hz. ali (r.a) yi, yemenin bazı kabilelerine zekat ve cizyeleri toplamak amacıyla gönderir. bu görev esnasında bazı kabilelerle ufak-tefek çarpışmalar da olur ve bazı ganimetler elde edilir. hz. ali (r.a) elde ettiği ganimeti beytülmalın hissesini ayırdıktan sonra adamlarına taksim eder. ancak bu taksimden hoşnud kalmayan ve beytulmale ayrılan hisseden de faydalanmak isteyenler vardır. bazı tartışmalar olur. hz. ali (r.a), veda haccında rasulullah (s.a.v) ile beraber bulunmak için mekkeye hareket emri verir. taife vardıklarında, yerine bureydetül-eslemiyi vekil tayin eder ve kendisi ordusundan önce mekkeye vasıl olarak hz. peygamber ile buluşur. bir süre sonra mek-keye giren ordusunda, kendisinin beytülmal için ayırmış olduğu elbiselerin dağıtılıp giyilmiş olduğunu görür ve vekiliyle şiddetli tartışmaları olur. hz. peygamber bu tartışmada
hz. ali (r.a)nin tarafını tutar.
derken veda haccı son bulur. her kabile kendi beldesine müteveccihen mekkeden ayrılır. hz. peygamber (s.a.v) de, beraberinde medineliler (ansar) ve o yöredeki bedevi müslümanlarla beraber medineye doğru yola çıkar. bu esnada muhtemelen- hz. ali (r.a) ile bazı kişiler arasında, önceki tartışmalar sürmektedir ve onun aleyhinde büyük boyutlara ulaşmıştır. (tarihçi ve hadisçiler bunu zikretmezler). gadiri hum mevkiine vardıklarında resulullah (s.a.v), hz. ali (r.a) aleyhine haksız olarak oluşan nefret ve düşmanlığa son vermek ister. orada müslümanlara irad ettiği kısa hutbesinde: kendisini dost edinen kimselerden, hz ali (r.a)yi de dost bilmeleri gerektiğini ve ona düşmanlık beslemekten vazgeçmelerini ihtar eder. olay yatışır ve medineye doğru devam edilir. (3)
tahliller:
şiilerin iddialarındaki sapmalar açıktır. ve hz. ali (r.a) nin, resulullah (s.a.v) den sonra nassla tayin edilmiş tek varis ve halife olduğu inancını temel almaktadır. bu inanç, ilk üç halifeyi gaasıb durumuna düşürdüğü gibi, resulullah (s.a.v) in vefatı üzerine, medinedeki bütün müslümanların hz. ebubekiri halife seçmekle, üç ay önce gadir-i humda dinledikleri peygamberin vasiyetine ihanet etmiş oldukları iddiasına da temel teşkil etmektedir.
oysa ki ahmed b. hanbelin müsnedinden, men kuntu mevlahu fesliyyun mevlahu: ben kimin dostu isem, ali de onun dostu olmalıdır cümlesinden başka ilavelerde yer-yer şüphe edildiğini çıkarabiliriz. (4)
geriye bir sual kalmaktadır: neden ilk tarihçiler olayı anmadan geçmişlerdir? neden ahmed b. hanbel olayı yazmakta beis görmemiştir?
bunu cevaplamak için ilk tarih kitaplarının telif edildikleri ortamı düşünmek zorundayız. bize ulaşan en eski siret ve tarih kitaplarının abbasiler döneminde yazıldıklarını biliyoruz. iktidarlarını pekiştirdikten sonra abbasilerin de, -halefleri emeviler kadar olmasa bile ali taraftarlarına (yani şiilere) düşmanca bir tavırlar içinde oldukları bir gerçektir. böyle bir politik ortamda, iktidarın desteği ve müsamahasına muhtaç bir tarihçi için, muhalefetin koz olarak kullanabileceği muhtemel bir olayı zikretmeden geçmek, daha ihtiyatlı bir davranış olarak benimsenmiş olmalıdır. nitekim i̇bni hişam (ö: 218), siresinde yazdığı önsözde, anılmasıyla bazı kişilerin rahatsız olacağı olayları kitabına almadığını itiraf etmiştir. (5) meşhur abbasi tarihçisi vakidi , abbasilerin hoşlanmayacağı endişesiyle, bedir esirleri arasında hz. abbasın ismini saymamıştır.
ahmed b. hanbele gelince biliyoruz ki ahmed b. hanbel, abbasi iktidarlarından (özellikle memun ve mutasım devrinde), meşhur kuranın yaratılmışlığı imtihanında zulüm görmüş ve iktidarla hiçbir menfaat bağı olmayan cesur bir insandır. doğruluğuna inandığı bir haberi, iktidarın hoşnudluğunu düşünmeden yazmış olmalıdır.
tenkitler:
şii iddiasındaki tutarsızlık ve zaaf yeteri kadar açık olmakla beraber bazı hususları hatırlatmakta fayda umuyoruz:
a. şiilerin gadir-i hum hutbesi ile hz. ali (r.a) için iddia ettikleri nassla tayin edilmiş olma iddiasına, yine şiilerce hz. aliye nispet edilen meşhur nehcul belaga isimli eserde rastlamıyoruz. orada hz. aliye izafe edilen şışıkkıyye hutbesi nde, ona üç defa hakkı olan hilafetten mahrum edildiği ifade ettirilmekle beraber, gadiri hum olayından ve resulullahın vasiyyet ve tayininden bahis yoktur. bu da gadir-i hum olayının hz. ali tarafından, şiilerin iddia ettikleri manada yorumlanmadığını göstermektedir.
b. şiilerin, olay esnasında nazil olduğunu iddia ettikleri ayetin (maide 67): surenin bütünü ve nüzül sebeplerini dikkate alınırsa, yahudilerin henüz medinede problem oldukları bir döneme, muhtemelen bedr ile uhud arasındaki bir devreye aid olduğu anlaşılmaktadır. nitekim ayetin siyak ve sibakı ehl-i kitabdan bahsetmektedir.
c. hz. peygamber (s.a.v) in kendisinden sonra kimin halife olması gerektiğini ilan etmesi niyeti olsaydı, bunun için en makul zaman ve yer, herhalde avdet zamanı ve gadir-i hum değil, hacc zamanı ve arafat olmalıydı. zira orada resulullah, necdli, yemenli-bahreynli-hicazlı bütün müslümanlara hitap ediyordu. hilafet gibi önemli bir meseleyi ilgilendiren bir vasiyetin bütün müslümanlara duyurulması daha mantıklı olurdu. oysa medine yolunda, çevresinde, sadece o güzergahta seyahat eden insanlar vardı.
sonuç olarak diyebiliriz ki, hz. ali (r.a) yi sevmek ve bir çok olaylarda onun haklılığını teslim etmek, tarihi olayları değiştirmemize hak kazandırmaz. tarihi olayları aynen aktarmadıkça onlardan faydalanmamıza, ibret almamıza imkan bulama
şia'nın fazlaca ekmeğini yediği, manüpile ettiği alanlardan biridir. o kadar ki bugün islam aleminde sunni-şii ayrımı varsa, bu şiaların uydurduğu daha doğrusu gadir i hum mevzunu referans alarak kendilerini haklı çıkarmaya kalkmalarından dolayıdır. tabi bunun altında da fars milliyetçiliği yatıyor, hz. hüseyin'in oğlu zeynel abidin soyuna bakın, bir de hz. hasan'ın soyuna bakın, masum olduğu iddia edilen imamların neden hz. hüseyin soyundan türediğini araştırın, tabi ben aşama aşama geleceğim bu konulara ve bu imamet palavrasını iyice bir irdeleyeceğiz.
olaya şia cephesinden bakalım, kendi kaynaklarından;
öncelikle gadir i hum mevkii neresidir bunu bir netleştirelim; mekke ile medine arasında cuhfe yakınlarında bir yerin adıdır. burası, cuhfe'den 2-3 mil mesafede bataklık bir yer olup, bataklığı kesif bir ağaçlık kuşatmaktadır. halen daha yarı çorak bir yapısı vardır, bizzat gidip gördüm, öyle uzaktan fetva vermek olmaz, ne yazıyorsam birebir kaynaklardan, bölgeden toplayıp gelmişimdir bunu belirteyim. şia'nın iddiasına göre;
hz. peygamber'den sonra hilafete hz. ali'nin daha fazla hak sahibi olduğu gadiru hum'da belirlenmiştir. şia bilginlerinden herhangi birisine ait bir kitabın gadir konusuna baktığımızda şu bilgileri bulmamız mümkündür;
hz. muhammed (s.a.s.) veda haccı dönüşünde (18 zilhicce 10/17 mart 632) gadir hum'da konaklamış, grupları memleketlerine dönmeden önce onları toplayarak bir hitabede bulunmuştur.
Bunun sebebi orada nazil olan şu ayeti tebliğ etmekti;
--spoiler--
ey Peygamber, sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan; o'nun elçiliğini yerine getirmemiş olursun. allah seni insanlardan korur. Doğrusu Allah kafirlere yol göstermez
--spoiler--
vaktiniz varsa baştan izlemenizi tavsiye ederim yanına aldığı iki tane saz üstadı, sürekli olarak eyvallah eyvallah nidaları. eyvallah'tan başka bildikleri yoktur zaten. ancak vurucu noktalar 18:45 ile 19:25 dakikalar arasındadır. 17 ile 18. dakikalara da bakın ancak fazlaca bölünecek iyisimi baştan izleyin saçmalıkları duyun. özellikle 19. dakika ile 19:10 arasını yani o 10 saniyeyi iyi dinleyin, bu efendiye göre de peygamber efendimiz ali'nin velayetini ilan etmezse, peygamberlik görevini yerine getirmemiş sayılacakmış; yani 23 yıl çöpe gidecekmiş?! işte bozuk itikadın semeresi bunlar.
allah akıl fikir versin.
hatta bir şia sitesi bu mevzu hakkında şunları yazmış, cin ali hikayesi gibi;
yazıyı tamamen okursanız bir bölümde şu söz geçiyor;
--spoiler--
Şu noktaya da dikkat etmek gerekir: islâm Peygamberinin o sıcak havada o kadar insanı ayakta bekletmesi, bu tarihî olayın özel bir ehemmiyeti olduğunu vurgulamaktadır.
niyet okuyuculuğundan imamet çıkarıyor adamlar. yani koskoca peygamber o kadar adamı yeşillik olsun diye mi durdurdu orada, imamettir o imamet! gibi mantıkla olayı ele aldıkları için, ayrıca bu imamları iman rüknü olarak gördükleri için kur'an'a tevcih olamıyorlar.
kafilenin orada beklemesinin sebebi ise, geri de kalanları beklemek ve namaz vaktinin yaklaşmasıdır. zaten o yazıda da ezan okunduğu belirtilmiş.
bir başka şii sitesi, hz. ali için ayetler inmiş, yani imameti için;
bir de çakma ehlibeyt ''dedelerden'' dinleyelim, normalde alevileri asla ciddiye almam ama yine de bir bakın; diyanetin tercümesinden türkçe kur'an ile fetva veren bir dede; zerre arapça yok, ilmihal bilgisi yok ama fetvalar uçuşuyor havada;aliy'ül murteza, şah-ı merdan haydar ı kerrar vs. vs.... bilindik ezbere sloganlar... bunların ali'ciliği bu kadar, ayrıca ali ile alakaları yok kendileri de çok iyi bilir.
dikkatlice izleyin, tebliğe uyun diyen adamlara bak hele, islam'ın kat'i naslarını sallama; ayetleri kafana göre yorumla sonrada evladı resul ol sağa sola laf et; allah akıl fikir versin; dedim ya normalde alevileri ciddiye almam ancak saçmalıklarını, kur'an'ı nasıl çarpıttıklarını göstermek için koydum.
şimdi burada devreye girmek istiyorum; yani öyle bir durum ki, allah'ın peygamberi bile takiyye yapıyor, mekki dönemde müşriklerin o kadar tacizinden tehdidinden korkmayan, tebliği devam ettiren peygamber takiyye yapıyor öyle mi! buna ancak rafıziler inanır.
yani bu ne hilafettir ki dolayısıyla imamettir; allah'ın tebliği kur'an yetmiyor, bu tebliğ bir imama hem de ''masum'' olan imama bağlanıyor ve bu da yetmiyor, allah bu imamet mevzusu için ayet indiriyor hem de hz. ali için ama her nedense hz. ali'nin adı dahi geçmiyor. kur'an'da spesifik olarak inen ayetler vardır, mesela hz. ayşe validemize atılan iftira ile alakalı, mesela ehli beyt'in kendini sakınması konusunda vs. peki imamet mevzusundaki (onların iddiasına göre) ayet neden bu kadar mücmel bırakılmış, neden spesifik olarak ali'nin hilafeti zikredilmemiş? kur'an mı değiştirilmiş? hz. ömer, ebu bekir vs. bunlar mı değiştirmiş?
çünkü şia'da bu tip ithamlarda var, bunu yüzlerine vurduğunuzda ise onlar şia değildir olamaz gibi bir savunma geliyor. şia'nın tipik dansözlüğü işte. bir de bunların dayanak noktası ahzab suresi 33. ayettir, oda şudur;
--spoiler--
ve karne fî buyûtikunne ve lâ teberrecne teberrucel câhiliyyetil ûlâ ve ekımnes salâte ve âtînez zekâte ve atı’nallâhe ve resûleh(resûlehu), innemâ yurîdullâhu li yuzhibe ankumur ricse ehlel beyti ve yutahhirekum tathîrâ
--spoiler--
yani;
--spoiler--
(Vakaar ile) evlerinizde oturun. Evvelki câhiliyyet (devri kadınlarının kırıla döküle, süslerini göstere göstere) yürüyüşü gibi yürümeyin. Namazı dosdoğru kılın. Zekâtı verin. Allaha ve Resulüne itaat edin. Ey ehl-i Beyt, Allah sizden ancak kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak diler.
--spoiler--
şimdi bunlar ayetinin bütününü bırakırlar, sadece ''innemâ yurîdullâhu li yuzhibe ankumur ricse ehlel beyti ve yutahhirekum tathîrâ'' yani allah sizden kiri gidermek, sizler temiz kılmak istiyor (manen) ayetini referans edinerek ehlibeytin hilafete kayık olduğunu, onların bu ayet nazarı ile masum olduklarını savunuyorlar. lütfen bu ayeti defalarca okuyun ve içinden imamet ve hilafet hakkı çıkıyor diyorsanız bana ulaşın. şia öyle bir şey ki, kendini haklı çıkarmk için allah'ın ayetlerini bile çarpıtma yoluna gidiyor.
memleketimizdeki alevilerde aynı yolu tutmuşlar maalesef. kendilerini ehlibeyt olarak gördükleri için tabi. tabi mukallidin mezhebi olmaz, taklitçilikten başka bildikleri yoktur, zır cahillerdir. zaten yukarı da verdiğim youtube linkindeki saz üstadı sonradan müfessir kesildi o yarım hatta çeyrek bile olmayan bilgisi ile. neyse devam edelim;
şia kaynaklarına göre (özellikle el kafi) hz. peygamber gadir'de bu ayeti tebliğ ettikten sonra şöyle demiştir:
--spoiler--
cebrâil (a.s.) bana rabbim'den şu emri getirdi ki; ali bin ebu talib benim kardeşim, vasim, halifem ve benden sonra imamdır. Ey insanlar, Allah onu size veli ve imam olarak tayin etti; ona itaat etmeyi herkese farz kıldı. Ona karşı çıkan lanetlenecek, saygı gösteren ise merhamete erecektir. dinleyiniz ve itaat ediniz; allah mevlanız, ali ise imamınızdır. imamet ondan sonra onun soyundan kıyamete kadar devam edecektir
--spoiler--
kaynak;
(vahidi, esbabü'n-nüzul,115).
Yine şiilere göre orada allah resulu şu hususları ilan etmiştir;
o, müslümanlara iki ağırlık (sekaleyn ) bıraktığını bildirmiştir. Bunlardan birisi allah'ın kitabı olup, onun bir tarafı allah'ın, diğer tarafı ise müslümanların elindedir. kincisi hz. peygamber'in sünnetidir.
hz. ali'nin elini kaldırarak "ben kimin mevlası isem ali de onun mevlasıdır" demiştir.
resulullah (s.a.s.) şöyle dua etmiştir: "allah'ım, ali ye yardım edene yardım et; ona düşmanlık edene düşmanlık et".
yine şöyle buyurmuştur: "allah'ım, hakkı döndüğü yerden ali tarafına döndür."
şunu ekleyelim ki peygamber efendimiz veda hutbesinde sizlere iki şey bırakıyorum biri kur'an diğeri de ehlibeyt'imdir dediği doğrudur.
şimdi de ehli sünnet akidesine gelelim,
şiilerin iddiasına göre, hz. peygamber'in vefatından sonra, ehl-i beyt dışında samimi müslümanların sayısı 10'u geçmez. yani müslümanlığı da kimseye kaptırmazlar he. halbuki gadir hutbesini 100.000'in üzerinde sahabe dinlemiştir. bunun anlamı şudur; 100.000'in üzerinde sahâbe hz. peygamber'in vefatından sonra sözlerinde durmamış ve hz. ali'yi hilafetten mahrum etmek için işbirliği yapmışlardır. Bu ittifâkın meydana gelme ihtimalini akıl kabul etmez. Bunda hangi maslahat ve fayda olabilir?
diğer yandan gadîru hum hutbesi, hicretin onuncu yılında zilhiccenin 18. günü veda haccı'ndan dönerken okunan bir hutbedir. Aynı yıl zilhiccenin dokuzuncu günü arefe günü,
--spoiler--
Bugün sizin için dininizi ikmal ettim, size olan nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak islâm'ı seçtim
--spoiler--
(el-Mâide, 5/3) ayeti inmiştir.
esasen maide 67. âyetin, içinde yer aldığı diğer âyetlerle birlikte ele alındığında müslümanlar hakkında değil yahudi ve hıristiyanlar hakkında nazil olduğu ve onların Hz. Peygamber'e bir kötülük yapamayacaklarını ifade ettiği anlaşılır ki fahreddin razi gibi müfessir üsradları tarihsel gerçeklerle bunu ortaya koymuştur eserlerinde. tabi şialar bu kötülük edecek olanların ali'nin velayetini kabul etmeyen? sahabeler olduğunu, yani allah o sahabelerden peygamberi korumak adına bu ayeti indirdiğini söylerler. şia kadar ağzı ve kalbi irin dolu bir yapı görmedim hayatımda. iran'da bir süre yaşadığım için bilirim ne mal olduklarını.
bu ayetin, hz. Muhammed'e peygamberliğin tebliğini emreden, yukarıda meâlini verdiğimiz Mâide suresinin 67. ayetinden daha önce inmesi mümkün müdür? Dinin tamamlandığını bildiren ayet inmiş ve 100.00'in üzerinde hacıya tebliğ edilmiştir. islâm alimlerinin büyük çoğunluğu Mâide suresi 67. ayetin daha önce, mekke fethi ve hayber gazvesinden önce indiğini tesbit etmişlerdir
ayrıca ayetin tamamı şudur; dini kemale erdirdim kısmı ayetin bir noktasıdır; yani buradan da hz. ali'nin imametine bir yol yok ancak sürekli bunu da kullanırlar daha nice ayetleri kullandıkları gibi, onlara da değineceğiz. ayetin tamamı şudur;
--spoiler--
Ölü eti, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına kesilen, boğulmuş, vurulmuş, yüksek bir yerden düşmüş, boynuzlanmış yırtıcı hayvan tarafından yenmiş, -(henüz canlıyken yetişip) kestikleriniz hariç,- dikili taşlar üzerine boğazlanan (hayvanlar) ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. Bunlar fısktır (günahla yoldan sapmadır.) Bugün inkâra sapanlar, sizin dininizden (dininizi yıkmaktan) umut kesmişlerdir. Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak islam'ı seçip beğendim. Kim 'şiddetli bir açlıkta kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalırsa' -günaha eğilim göstermeksizin- (bu haram saydıklarımızdan yetecek kadar yiyebilir.) Çünkü Allah bağışlayandır, esirgeyendir.
--spoiler--
gadiru hum olayını bütünüyle reddeden müelliflere karşılık, onu inkar etmeyen, fakat olayı açık olarak ortaya koymayan sünnî bilginler de vardır. ancak bu bilgilerde hz. Ali ile ilgili övgü varsa da halife tayin edildiğine dair hiç bir açıklama bulunmamaktadır.
nesai bu olaya ali bin ebi talib'in fazîletlerine dair eserinde yer vermiştir. zeyd bin erkam'dan nakledilen bu rivâyette "gadir" hadîsi ile "sekaleyn" hadisi birleştirilmekte ve her ikisinin de gadir günü söylenmiş olduğu belirtilmektedir. ibn mâce de gadir hadisine sünen'inde yer vermiş, fakat hadisin söylendiği yerin ismini zikretmemiştir. yani imamet palavrasının risaletin yetkinliği için şart olmadığını bildiği için. çünkü öyle palavralar dönüyor ki, cebrail gelip peygamber efendimiz'e ali'nin hilafetini ilan etmesini istemiş. vay be!
zeyd bin erkam'ın rivayet ettiği gadir hadisi şöyledir;
"resulullah (s.a.s.) bir gün mekke ile medine arasında hum denilen su başında bize bir hutbe irad etti. bu hutbesinde önce allah'a hamd ve senâ etti, va'z ve nasihatta bulundu, allah'ı zikretti. Sonra şöyle buyurdu: "ey insanlar, dikkat ediniz. ben ancak bir beşerim, rabbimin elçisi azrâil (a.s.)'in gelmesi yakındır, ben ona icabet edeceğim. size iki ağırlık (sekaleyn) bırakıyorum. birincisi, kendisinde hidayet ve nur olan allah'ın kitabıdır. allah'ın kitabını alınız ve ona sımsıkı sarılınız."
böylece O Allah'ın kitabına teşvik etti ve ona rağbet ettirdi. sonra şöyle dedi: "ikincisi, ehl-i beytimdir. Size ehl-i beytim hakkında allah'ı hatırlatırım." Bu son sözü üç defa tekrar etti.
kaynaklar;
(Nesai, Hasâis, 15; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II,114, IV, 367; Dîrimî, Fezâilü's-Kur'an,1). ibn Kesîr, hum hadîsinin hemen bütün rivayetlerini zikretmiş, râvilerin güvenilir ve zayıf olanlarına işaret etmiştir (ibn Kesîr, es-Sîretü'n-Nebeviyye, 4. cilt, 414).
Yukarıdaki hadîsi naklettikten sonra, Zeyd b. Erkam'a "Hz. Peygamber'in ehl-i beyti kimlerdir. Onun hanımları da ehl-i beytinden midir" diye sorulmuş; Zeyd, "Peygamber'in hanımları da ehl-i beytindendir, fakat onun asıl ehl-i beyti kendisinden sonra sadaka almaları haram olanlardır" demiş ve bunları şöyle sıralamıştır: "Ali ailesi, Âkil ailesi, Ca'fer ve Abbâs aileleridir" (Müslim, Fedâilü's-Sahabe, 36).
ibn Teymiye Gadîru Hum rivayetleriyle ilgili olarak şunları söyler;
"Bu uydurmanın mütevâtir olması bir yana sahih bir isnadı bile yoktur. Bu mesele hakkında Sakîfe gününde, Hz. Ömer'in vefatında, altı kişilik şûrâ teşekkül ettiği zaman ve nihâyet Hz. Osman'ın şehâdetini müteâkip, Hz. Ali hilâfeti üzerine münakaşalar yapıldığı günlerde, sahabeden hiç değilse bir kişinin ortaya çıkıp durumu açıklaması gerekmez miydi? Görüldüğü gibi bu, Rafızilerin uydurmalarından biridir" (ibn Teymiye, Minhâcü's-Sünne, IV, 118).
not: ben de böyle düşünüyorum.
ıgnaz goldziher gibi sıkı oryantalist adamlar bile konuyla ilgili olarak şunları yazar;
" Ali taraftarları onun Peygamber'in doğrudan doğruya tayinine mazhar bulunduğunu göstermeye ma'tuf rivayetler icat edecek ve onları söz sahibi kılacaklardı. Bu niyete cevap olmak üzere vücut bulan Hum hadîsi, Ali fırkası nazariyâtının en sağlam temellerinden birisini teşkil etmektedir. Son derece meşhurdur. Sünnî otoriteler dahi onun sıhhatine itiraz etmemektedirler. Fakat ona başka bir mânâ vererek gerçek hedefinden çevirmiş bulunmaktadırlar" (Goldziher, M. Studient, M. Hatipoğlu'nun basılmamış Tercemesi).
yani kısacası bir çok kaynakta, özellikle ehli sünnet akidesinin kaynaklarında gadir i hum mevzusu geçer, şia sizin kaynaklarınızda da var ne diye inkar ediyorsunuz deyip durur. kaynak ismi falan verirler tabi kaynağı okumazlar ne diyor diye bakmazlar.
mesela mini mini bir mukteda youtube kanalında bakın kaynakları nasıl dizmiş, belli ki hiç okumadı aldı koydu oraya;
o kaynaklarda elbet geçecek, o bahsedilen kaynaklar birer derlemedir ve bahsedilen alimler o dönemde çoğunlukla şia akidesi altından eğitim görmüşlerdir. mesela ebu hanife, cafer-i sadık'ın talebelerinden biridir. şu meşhur cafer-i sadık; meşhur masum imamlardan, yani şianın masum imamlarından. şu masum imamlar yani 12 imam olayına da o başlıkta değineceğim. şia işte, neresinden tutsan elde kalır. aleviler de canhıraş bunu savunur ancak alevileri hiçbir şekilde ciddiye almadığım için mevzumuz onlar değil, şia'nın iyi kötü bir akaidi var en azından adamlarla itikadı tartışmalar yapabiliyorsunuz, alevinin tasavvuf pazarlamacılığından başka bir haltı yok, o yüzden ciddiye dahi almam. caferi ekolü takip ettikleri için onlara söylenene inanırlar genelde, araştırmazlar. neyse gelelim şu;
--spoiler--
ben kimin mevlası isem ali'de o'nun mevlasıdır
--spoiler--
mevzusuna. yukarıda verdiğim youtube linklerine bakarsanız hz. ali için;
gibi söylemlerle yıkama yağlama yapan dede efendi olaya imamet, ve imanın rüknü olarak imamet şartına inandığı için böyle edebiyat parçalaması normaldir.
şimdi gelelim bu lafın tarihsel karşılığına; sekaleyn hadislerinde yer alan mevlâ kelimesi âyet ve hadisler çerçevesinde dost olarak anlaşılmalıdır ki etimolojik karşılığa dost demektir. yani imam, halife değildir. kaynaklarda göre bu hadise, Yemen seferinde (631-32) ganimetlerin paylaştırılması sırasında ortaya çıkan ve hz. ali'ye karşı olan fikri bir kalkışma; aşırı davranışları ve beraberindekileri küstürmesi sebebiyle hz. ali'yi hz. Peygamber'e şikâyet edenleri teskin edip müslümanlar arasında kardeşlik ve dostluğun bozulmasını önlemek amacıyla söy¬lenmiştir.
işin garip tarafı nec'ul belaga adlı eserde de bununla alakalı bir kayıt yok, tabi şiaların dizdiği palavralardan başka.
yani ben bu gadir olayını siyasi, psikolojik ve sosyolojik olarak okuduğumda ilginç tablolar çıkıyor karşıma. zaten esas konu da siyasidir. mezhepler siyasi ihtilaflardan doğmuştur, yani iktidar mücadelesinden, akaidle alakası yoktur. mezhepler başlığında bu konuya da değineceğim.
şimdi şia söylemlerine bakıyorum mesela bizim alevilere. gerçi alevileri hiçbir şekilde ciddiye almıyorum, ne siyasi ne de ilmi tartışmalarda, çünkü şia gibi akaidi olmayan, dedelerin ''gönder gitsin'' mantığı ile dedelik yaptığı bir yapı olduğu için ciddiye almam ancak karşımızda hayber kalesinin kapısını tek eliyle! söküp alan, haydarı kerrar bilmem neyi sultan ali radıyallahu anh var;
ve bir de hilafet hakkı yenmiş pısırık bir ali var? hangisi doğru şimdi.
tabi kalkıp diyecekler ki ali'ye karşı bir oldular... hayır, kimse bir olmadı ali'ye karşı, ali şiası hani ilk dönemden bu yana vardı? nerdeydi ali şiası?
o ali şiası ki ali'nin oğlunu peygamber'in torununu kufe'ye çağırıp korumamış, satmış ve şehit olmasına mahal vermiş şia!
onlar kendilerini neden dövüyorlar biliyor musunuz? hüseyin öldü diye değil, hüseyini sırtından vurup yalnız bıraktıkları için. buna mezhepler başlığında değineceğim.
yani buradan (gadir meselesinden) imamet velayet bilmem ne çıkmaz. bu imamet mevzusuna da o başlıkta değineceğim, altında nasıl bir fars milliyetçiliğinin yattığını göreceksiniz.
adamlar hz. ali'nin imametini ve o 12 imamın masumluğunu iman rüknü haline getirmişler, elbette sizi anlamayacaklardır. şia'ya göre imameti kabul etmeyen müslüman olamaz.
ben de onlara diyorum ki; allah'ın dinini, tebliğini, peygamber'in risaletinin yetkinliğini hz. ali'nin imametine bağlayan nasıl müslüman olabilir?
tabi bunun cevabını genelde alamıyorsunuz; saçma sapan savunma mekanizmaları geliştirmişler. kur'an'ın ayetlerini çarpıtmaya kadar varan bir bağnazlık, yobazlık var adamlarda.
tekrar ediyorum, allah'ın dini, imamet ile kani değildir, hz. ali konusu şia tarafından fazlaca sulandırılmıştır; bir kaba toplasan avuç kadar aşure etmeyecek olan o masum olduğu savunulan imamlar masum falan değildirler ve onların imamlığına iman etmek diye bir şey yoktur.
maide 67 hz. ali için inmemiştir, maide 3 hz. ali için inmemiştir.
mesela bir kaç örnek, hz. ali'nin imamet mevzusu için adamlar ayetleri çarpıtmada en öndeler; öyle saçma sapan teviller yapmışlar ki, maalesef bu mızrak bu çuvala sığmıyor, bunlara göre ;
ahzap 33, şuara 23, rad 43, ali-imran 95(ibrahimin milleti), nisa 59, yasin 12 ,rad 7, enbiya 7 ,tevbe 36, saffat 130, maide 55, ali-imran 61...
maide 67 gibi ayetler ehli beytin masumluğu ali'nin imameti hakkında inmiş ayetlerdir. o kadar ki yasin suresi 12. ayetin sonundaki
--spoiler--
innâ nahnu nuhyil mevtâ ve nektubu mâ kaddemû ve âsârehum ve kulle şey'in ahsaynâhu fî imâmin mubîn
--spoiler--
yani imamin mubin hz. ali imiş. allah'ın ayetlerini çarpıtacak kadar yozlaşmış beyinlerden bahsediyoruz.
kısacası; şia'nın taassubunda olduğu gibi bir imamet ve hilafet mevzusu yoktur, tamamı ile şia'nın palavrasıdır. imamet, iman rüknü olamaz!
islam bir devlet değil, inanç, hukuk uygarlığıdır. yani hanedani bir sistem olmamıştır peygamber'in şeriatında.
tabi haşimi ve ümeyye oğulları cahiliye döneminde bile kureyş kabilesinden iktidar mücadelesinden olduklarından dolayı bu islam sonrasına da taşınmıştır.
şia'nın tek amacı yıkılan pers imparatorluğunun intikamını içten içe almak, başka da bir şey değil, zaten bu sebepten türlü yalanlarla islam dünyasının içine ettiler, torunlarına bakın şu perslerin, (bkz: iran) tarihlerinden bir kafire kurşun atmışlıkları var mıdır? aksine müslüman kanı döktüler.
dün ataları şimdi de onlar.
kısacası gadir mevzusu şia'nın bahsettiği gibi değildir ve şia birden fazla fırkaya dağılmıştır her fırka bunu kabul etmez. onlarda bilir palavra olduğunu.
alevilerin bu mevzuyu yarım bilgileri ile dillendirmesi ise ciddiye dahi alınmayacak bir mevzudur.
allah ümmeti ifsad edenlere selamet versin, ali'yi bunların elinden dilinden kurtarsın.
Eğer yanılmıyorsam zilhicenin 18 ine tekabül eden, yani dün kutlanan bayramdır.
varlığında hiçbir şüphe barındırmayan, velayet nuru hz. ali'nin allah'ın buyruğu ve peygamberin açıklamasıyla tüm mümin ve müminelerin mevlası, lideri, halifesi olduğu mübarek bayram gününün adı.
sünni veya diğer mezheplerin bu olayı reddettiği falan yoktur. sadece bu olayın üzerinde durmamak ve aslında şöyle oldu, böyle oldu gibi gülünç açıklamalarla işin içinden çıkmak için özel olarak çaba sarfediliyor ki bunu da anlamış değilim. halbuki bugün islam tarihinin en önemli günlerinden biri. bir de bu olay herhangi bir ırka, zümreye atfedilecek bir olay değildir. bu, hz. ali'ye kalbiyle, yüreğiyle bağlı olan herkesin bayramıdır.
"ben kimin mevlası isem, ali de onun mevlasıdır. ey allahım, onu sevenleri sev, ona düşman olanlara da düşman ol. "