ve ne kadar yılan yuvasına benziyor bu gökyüzü
seni öperken bile
düşlerinde darağacına senin için ipler ören
adamların ayak sesleriyle dolu
selam ey masum gece..
"onlar bir yüreğin tüm saflığını
kendileriyle masallar sarayına götürdüler
ve şimdi artık
nasıl birisi dansa kalkacak
ve çocukluk saçlarını
akan sulara dökecek
ve sonunda koparıp kokladığı elmayı
ayakları altında ezecek?"
Okuduğum bölümü bitirip, ingiliz edebiyatı üzerine lisans yapıp, tezimi üzerine yapacağım şair/yazardır. Kendisini geç olsa da tanımış olmanın mutluluğunu yaşıyorum. Tanıma hikayem de arkadaşlar tarafından aa bak aynı sen denmesinden gelmektedir. Kadın cidden otuzlu yaşlardaki halim gibi. Hem bu sebepten, hem de tabi ki yaptığı edebiyatın kalitesinden, melankolisinin getirdiği bittersweet tattan, siyah beyazlığının nostaljisinden, aşklarından/nefretlerinden.
Henüz kitaplarına hatta ve hatta kendisini tanıyan bir kitapçıya ulaşamasam da, kendisi ile bir ara aşk yaşayan daha sonra arkadaş olarak kaldığı (bkz: celal hosrovşahi)nin Füruğ'nun öyküsü adlı kitabına başlamak üzreyim. Kitabı hemen bitirip aktarımları buradan edit'le bildirmek isterim. Bu kadını tanıyın/ tanıtın. Fars edebiyatının buna ihtiyacı var. Cidden.
Edit: Kitabımı hala bitiremedim. Lakin Aşk Şiirleri kitabını aldım. ve Füruğ'nun yutuba düşen kısa filmini izledim. (evet bu insan hem harika bir şair, hem güzel bir kadın, hem iyi bir oyuncu hem de toplumcu gerçekçi harika bir de yönetmen) Sevgili iranlı şair severler, böyle bir şiir okuma, böyle bir hüzünlü ses, böyle ahenkli bir dil yok mutlaka izlemeniz gerek. Tabi film kasvetin allahı. Bitirdiğinizde muhtemelen öeh niye izledim ki şimdi ayaklarına girebilir, hayatın boşluğuna dair kafanızdan türlü fikirler geçirebilir, aynaya bakıp kendinizi olduğunuzdan daha güzel görebilirsiniz.
Hadi iyisiniz, bugün iyi günümdeyim. Linkini buraya bırakıyorum: http://www.youtube.com/watch?v=5WL4w5ceO7w
şiirleri bir harika olan kadın ve bu şiiri ayrı bir sevilesidir..
Yeniden merhaba diyeceğim güneşe
Gövdemde akan nehirlere
Bulutlar gibi uzayıp giden düşünceme
Benimle birlikte kuru mevsimlerden gecen
Bahçemdeki ağaçların hüzünlü büyümesine
Gecenin kokusunu hediye eden kargalara
Yaşlılık biçimim olan ve aynada yaşayan anneme
Tekrarlanan şehvetimle döllenen yeryüzüne
Yeniden merhaba diyeceğim
Geliyorum, geliyorum, geliyorum,
Saçlarımla, Yeraltı kokularının devamı
Gözlerimle, Karanlık tecrübesiyle
Duvarların ötesinden kopardım dallarımla,
Geliyorum, geliyorum, geliyorum,
Ve aşkla dolu avluda bekleyen kıza
Yeniden merhaba diyeceğim...
Redaksiyon derginin, yeni çıkan kadın dergisi Redsista'da hakkında şöylesi bir yazı yazdığım, ölüm yıldönümünde yazarken duygulandığım şairdir. Benzetildiğimdir. Kendime benzettiğimdir. Keşke yaşasaydı'nın en içtenlerini söylediğimdir.
Hüznün, isyanın ve şiirin kadını: Füruğ Ferruhzad
Füruğ Ferruhzad; şair, yazar, oyuncu, yönetmen, ressam. Her şeyden önemlisi kadınlığı yasaklanmış topraklarda kadın olabilen bir iranlı. (fotoğraf altı özeti)
1935.Soğuk mevsimin başlangıcına inanılan bir Ocak günü, evdeki militarist düzene inat edercesine meraklı, bakışları saçlarından kara bir kız çocuğu doğdu komşumuz iranda. ilkokuldan sonra Kız Sanat Okuluna verilen Füruğ, burada kız işleri öğrendi. Dikiş, nakış, örgü... Ama bunun yanı sıra resim dersi de görüyordu ve ataerkinin oldukça hakim olduğu ailesinden, özellikle ordu mensubu babasından gördüğü erkek ayrımından dolayı duyduğu üzüntü ve kızgınlığı resimlerine dökmeyi öğrendi. Füruğ bütün hayatı boyunca bu düzenle mücadele edecekti. Sürekli evden kaçma planları yapıyor, kadınlara yasak olan pencerelerin bir gün kendisine de açılacağını, kendine ait bir odası olacağı günleri düşlüyordu. Şiirlerinde görülen ışık-pencere-perde-kapı imgeleri çocukluğunun soğuk günlerinin birer hatırasıydı onun için.
"evime gelirsen eğer sevgili bana bir ışık getir ve küçücük bir pencere // oradan mutlu sokağın kalabalığını seyredeyim."
16 yaşında geldiğinde, bu sefer evli bir kadın olarak karşımıza çıkacaktı Füruğ. Evlendikten bir yıl sonra oğlu Kamiyar dünyaya geldi. Ama birinin karısı olmak ona yetmeyecekti. O bir kadın, bir şair olarak anılmak, yaşamını böyle devam ettirmek istiyordu. Bir yıl sonra eşinden ayrıldı. Şeriat kurallarına göre, çocuğun velayeti babaya verilirdi. Çocukluğundan bu yana gelen kederine keder eklendi Füruğnun, oğlunu bir daha göremeyecekti çünkü. Oğlu için şu satırları yazmıştı bir şiirinde:
seni istiyorum ve biliyorum
asla koynuma alamayacağım
sen o aydın ve pırıl pırıl gökyüzüsün,
ben bu kafeste bir tutsağım
Hüznünün yazı halini asla terk etmeyecek, Tahrana dönüp ilk kitabını yayımlayacaktı Füruğ. Onun için hayat her zamankinden çok daha zor olacaktı. Hem günah dolu resimler çizen, hem erotik bulunup acımasızca eleştirilen şiirlerin şairi, hem de boşanmış bir kadın olarak, toplumdan tamamen dışlanmış hissediyordu. O sıra Günah isimli bir şiir yayınladı.
Günah işledim lezzet dolu bir günah
Alevli yangılı bir kucakta
günah işledim kinci, sıcak
Ve demirsi iki kol ortasında
Bu şiirde başka başka aşklarından, yaşadığı gizli ilişkiden dem vuruyordu. Şiir tesirini hızlı göstermiş, ailesi dahil herkes tarafından ötekileştirilmiş, kötü kadın yaftası yemişti artık Füruğ. Yaşadığı yılların ikinci dünya savaşı zamanlarına denk düştüğünü de düşünürsek hayatı zindan edilmişti, sanatçıların, demokrat düşünlü insanların toplumdan dışlandığı, durmadan gözaltına alındıkları dönemlerdi zaten. Yazar arkadaşı Celal Hoşrovşahi Füruğnun Öyküsü adlı kitabında, bir gece telefonun çaldığını, polisin aradığını anlatır. Neden olduğunu sorunca, polis şöyle der Bugün bir miting sırasında yakalandı Füruğ hanım. Polise hakaret ve dövme suçundan işte bu sınırlara ve duvarlara boyun eğmenin doğaya aykırı olduğunu söyleyen bir kadının hapsedilmesinin öyküsüydü.
1958 yılında aşka ve güneşe ibrahim Gülistanla tanışarak merhaba diyecekti Füruğ. ibrahim, çevirmenlik ve yönetmenlik yapan aydın bir kişidir. Golestan adlı film şirketinin de sahibidir. Füruğ sinemada oyunculuk, dublaj, kameramanlık gibi birçok iş yapacak, hatta daha sonraları iranlı cüzzam hastalarını ve sorunlarını anlattığı bir kısa film çekecekti. Cüzzamın yüksek derecede bulaşıcı bir hastalık olduğunu bilmesine rağmen, 3 hafta kadar onlarla yaşayacak, yaşamlarına bizzat şahit olacaktı Füruğ. Tebriz Cüzzamlılar Evinde geçirdiği bu süre zarfında Hüseyin adlı çocuğun kendi gibi kara ve meraklı bakışlarından etkilenecek, kendi canından sayacak, onu evlatlık edinecekti. 1963te Yeniden Doğuş adlı, şiirinin en olgun eserini yayınlayacaktı. Aynı adlı şiirinde dediği gibi onun payına düşen, anılar bahçesinde hüzünlü bir gezintiydi. isyanları, aşkları, şiirleriyle varolan bu kadın, stüdyoya yetişmek için arabasıyla hızla giderken, bir okul servisine çarpmamak için direksiyonu kırınca kaza yapıp daha 32 yaşında gözlerini yumacaktı hayata. inanalım Soğuk Mevsimin Başlangıcına adlı şiir kitabı sonsuza dek öksüz ve yarım kalacaktı. Ne acıdır ki, hayatını onunla mücadeleye verdiği bu düzen, yakasını öldükten sonra da bırakmayacak, bu günahkar kadının cenaze namazını kıldırmak isteyen hiçbir molla olmadığı için, cenazesi iki gün bekletilip, daha sonra bir yazar tarafından kıldırılacaktır.
20. yüzyılın en önemli kadın şairlerinden olan Füruğ, yaşamıyla, durmaksızın sürdürdüğü başkaldırısı, hüzün yüklü şiirleri, kapkara bakışları, cesur bir kadın oluşuyla sadece iranı ve çevresini değil, tüm dünyayı etkileyecektir. Örneğin, Michael Hillman, Yalnız Kadın adıyla onun hayatını ve şiirlerini yayınlar. Noir Desirin dinlemekten bıkmadığımız hüzün ritmli Le Vent Nous Pontera şarkısı da, iranlı yönetmen Abbas Kiyarüstemi'nin 1999 yapımı Rüzgar Bizi Sürükleyecek filmi de Füruğun şiirinden alır adını. UNESCO, Füruğun yaşamından yarım saatlik bir belgesel hazırlar ve aynı yıl Bernardo Bertolucci yaptığı bir televizyon belgeselinde Füruğa 15 dakikalık bir yer verir.
ve ne kadar yılan yuvasına benziyor bu gökyüzü
seni öperken bile
düşlerinde darağacına senin için ipler ören
adamların ayak sesleriyle dolu
Füruğ Ferruhzad, kadın olmanın yasaklandığı topraklarda, kadın ve şair kalabilmek, önemsenmek için yaşamış, günümüzde bile geçerli olan bu dizeleri o günlerden yazabilmiş ileri görüşlü bir kadındı. Deliler dünyasında bir tek akıllı olmanın acısıyla büyüdü. Şiirleri, resimleri, yaşadığı her saniye erkekler dünyasına bir başkaldırıydı. O şiirin ahlaksız ve kederli kadınıydı. Ölümünün yıldönümünde bu biyografiyi yazarken, bu düzen içinde ölen/yaşarken yavaş yavaş öldürülen tüm kadınların gözlerindeki hüzne, Füruğun babasının nezdinde eril sisteme yazdığı şu sözlerle ortak olalım:
Benim en büyük derdim sizin beni tanımamış olmanızdır; hiçbir zaman da tanımak istemediniz ve belki de hâlâ siz benim hakkımda düşündüğünüzde, beni uçarı, aşk romanları ve Tahran Müsavvar dergisinin öykülerinden dolayı kafasında aptalca düşünceler oluşan bir kadın olarak biliyorsunuz. Keşke öyle olsaydım ve mutlu olabilseydim. işte o zaman dünya küçücük bir odacık olurdu ve ben, dans partilerine gitmekle, güzel ve şık elbiseler giymekle, komşu kadınlarla çene çalmakla, kaynana ile dalaşmakla ve kısacası pis ve anlamsız binlerce işle yetinirdim ve daha büyük ve daha güzel bir dünyayı tanımazdım; bir ipekböceği gibi kendi kozamın sınırlı ve karanlık dünyasında kıvranarak büyürdüm ve hayatımı sona getirirdim. Fakat ben böyle yaşayamazdım. Ben kendimi bildiğim andan beri, benim başkaldırım ve isyanım bu aptalca görünüş ile başlamıştır. Ben büyük olmak istiyordum ve istiyorum. Ben, bir gün doğup ve bir gün bu dünyadan çekip giden ve arkalarında bu geliş ve gidişlerinden herhangi bir iz bırakmayan yüz binlerce insan gibi yaşayamam...
Bir kuş öldü, biz uçuşunu hatırlayalım
"ve bu benim
yalnız bir kadın
soğuk bir mevsimin eşiğinde,
yeryüzünün kirlenmiş varlığını anlamanın başlangıcında
ve gökyüzünün yalın ve hüzünlü umutsuzluğu
ve bu beton ellerin güçsüzlüğü"
yaşamak belki
bir kadının her gün filesiyle geçtiği uzun bir caddedir
yaşamak belki
bir adamın kendini astığı bir iptir
yaşamak belki okuldan dönen bir çocuktur
yaşamak belki sevişme arasında yakılan bir sigara
ya da bir yayayın şapkasını kaldırarak
bir başkasına anlamsızca gülümseyip "günaydın" diyen şaşkın bakışıdır
yaşamak belki
senin gözbebeklerinde harap olan bakışımın kapandığı andır
ve benim
onun ay algılayışıyla karanlık kavramını karıştıracağım duygusudur"
Ev Karadır adlı filmiyle tanınır. iran devriminden önce çekilen bu film hala etkileyiciliğiyle izleyiciye hitap ediyor. Yaşama Uğraşı adında Türkiye'de faaliyet gösteren bir internet sitesi mevcuuttur. Filmde cüzzam hastalığına yakalanan bireylerle yakından ilgilenilir. Filmin asıl amacı cüzzam evinde kalan hastaları dünyanın görebilmesi. Cüzzam hastalığı tedavi edile bilen bir hastalıktır. Umutsuz olmamak gerektiği filmde çok güzel izleyiciye lanse edilebilmiştir.
iranlı bağrı yanık, yazar, oyuncudur. sadece şair diye nitelendirmek yetmez onu. asker bir babanın kızıdır. ölümü tam olarak aydınlatılamamışlardandır o da. şiirleri anlam bolluğu taşır, ağırdır.
“ah…
budur benim payıma düşen
budur benim payıma düşen
benim payıma düşen
bir perde asılmasının benden aldığı gökyüzüdür
benim payıma düşen, terk edilmiş merdivenlerden inmektir
ve ulaşmaktır bir şeylere çürüyüşte ve gurbette
benim payıma düşen, anılar bahçesinde hüzünlü gezintidir
ve ‘ellerini seviyorum’ diyen
sesin hüznünde ölmektir”
"O zaman
Güneş soğudu
Ve bereket topraklardan gitti
Ve çöllerde yeşillikler kurudu
Ve balıklar denizlerde kurudu
Ve toprak
Ölülerini kabul etmez oldu artık.
Bütün solgun pencerelerde gece
Belirsiz bir düşünce gibi
Birikiyor durmadan ve taşıyordu
Ve yollar
Sonlarını karanlığa bıraktılar
Kimse aşkı düşünmez oldu.
Kimse düşünmez oldu yengiyi
Kimse
Hiçbir şey düşünmez oldu artık.
Mağaralarında yalnızlığın
Uyumsuzluk doğdu
Afyon ve esrar kokusuyla kan,
Başsız çocuklar doğdu
Gebe kadınlardan.
Koştular mezarlara sığındılar
Beşikler
Utançlarından.
Kötü günler geldi ve karanlık
Yenilince ekmeğe şaşırtan gücü
Tanrı elçiliğinin
Kaçtılar adanmış topraklardan
Aç ve sefil peygamberler.
insanın kaybolmuş kuzuları
Çobanın seslenişini duymaz
oldular
Çöllerin cennetinde.
Aynaların gözlerinde sanki
Tersine yansıyordu renkler
Kıpırtılar, davranışlar, görüntüler
Bir şemsiye gibi tutuşuyordu
Başlarında aşağılık soytarıların
Utanmaz yüzlerin orospuların
Tanrının o kutsal ışık çemberi
Bataklıkları alkolün
Ağulu buharlarıyla buruk
Çekti derin köşelerine
Durgun aydınlar yığınını
Kemirdi aç gözlü fareler
Altın yapraklarını kitapların
Eskimiş raflarda, dolaplarda.
Güneş ölmüştü
Güneş ölmüştü ve yarın
Uslarında küçük çocukların
Yitik, belirsiz bir kavramdı.
Defterlerine sıçrayan kapkara
iri bir mürekkep lekesiyle
Anlatıyordu çocuklar
Tuhaflığını bu eskimiş sözcüğün.
Zavallı halk
Yüreği ölgün, bitmiş, dalgın
Huzursuz ağırlığı altında ölü
gövdesinin
Bir yerden bir yere sürünüyordu
Ve önlenmez cinayet isteği
Durmadan büyüyordu ellerinde.
Kimi zaman ufacık bir kıvılcım
Bu cansız ve sessiz topluluğu
Ta içinden dağıtıyordu birden.
insanlar saldırarak birbirlerine
Biri karısının boğazını
Kör bir bıçakla kesiyordu
Bir ana birer birer çocuklarını
Tandırın ateşine atıyordu.
Boğulmuş kendi korkularında
Ürkütücü duygusu suçluluğun
Öldürdü öldürdü kör ruhlarını
Ve çocukları.
Ne zaman bir tutsak asılırken
Darağacının yağlı halatı
Korkudan kasılan gözlerini
Sıkarak dışarıya fırlatsa
Onlar dalardı içlerine
Şehvetle titreyen bir düşünceden
Gerilirdi yaşlı, yorgun sinirleri.
Ama her zaman alanın kıyısında
Bu küçük canileri görürdün
Durmuşlar ve dalgın bakıyorlar
Fıskiyelerden suyun durmaksızın akışına.
Ola ki gene de arkasına
Ezilmiş gözlerinin ve donmuş derinlerde
Yarı canlı bir küçük şey karışık,
Kalmıştır.
Güçsüz bir çırpınışla istiyordu
inanmayı su sesinin doğruluğuna
Ola ki…
Ola ki.. ama ne sonsuz boşluk…
Güneş ölmüştü
Kim bilebilirdi artık
Yüreklerden kaçan o üzgün
güvercinin
inanç olduğunu…
Ah tutsağın sesi…
Büyüklüğü senin umutsuzluğunun
Işığa bir küçük yol açmayacak mı
Bu uğursuz gecenin bir köşesinden?
Ah tutsağın sesi…"
ismiyle ne zaman karşılaşsam aklıma murat menteş i getiren kişi. Ismi Murat menteş in romanlarındaki karakterlerin nevi şahsına münhasır isimlerini hatırlatıyor. *
Efkarın, çaresizliğin ve hüznün bir bedende buluştuğu iranlı şair. Öyle ki ömrü boyunca öz oğlunu görememiştir. Oğlunun yokluğunu ise cüzzamlı bir ailenin Hüseyin adındaki çocuklarını evlat edinerek gidermeye çalışmıştır. Şu an kendi yetiştirdiği çocuk Almanya'da refah içinde yaşarken, bütün ömrünü onu görememenin acısıyla geçirdiği oğlu ise iran sokaklarında gitar çalarak yaşamaya çalışmaktadır. Sanılanın aksine bunca aşk şiirinin ilhamı fırtınalı aşkları değil, kendi çelişkilerinden, bunalımından ve iç çatışmasından kaynaklanıyordu. Füruğ hayatı boyunca zamansız ölmek korkusuyla yaşamış ve otuz iki yaşında bir trafik kazası sonucunda hayatını kaybetmiştir. Çok sevdiği oğluna ise şu şiiri ithaf etmiştir;
"en küçük marşın
öpücük olduğu gün
ve insanın
insana kardeş
evlerin kapısını artık kapatmadıkları gün kilit
söylencedir
ve yürek yaşamaya değer
tüm sözlerin anlamının sevgi olduğu gün
son sözcük için söz peşinde olmayasın diye
tüm sözcüklerin melodisi yaşam olduğu gün
son şiir için uyak peşinde acı çekmeyesin diye
tüm dudakların şarkı olduğu gün
en küçük marş öpücük olsun diye
senin geldiğin ve
herzamanlığına geldiğin
ve sevecenlik
ve güzellik beraber olduğu gün
güvercinlerimize yeniden tane serpeceğiz
ve ben o günü bekliyorum
benim
belki bile
olmadığım günü"