ilk eseri insancıklarla gördüğü büyük ilginin devamı gelmemiştir. .aslında genç bir yeteneğin ilk kıvılcımlarını okura gösterdi ve eleştirmen belinskinin ilgisi çekmeyi başardı.roman , toplumu anlatıyordu ve belinski gibi , dönemin yoksul halkınını acılarını dile getirmek isteyen birisi tarafından büyük ilgi gördü.
ancak , yazar , bu ilginin devamını getiremedi ve belinski tarafından acımasızca eleştirildi.
her yazarın hayatından parçalar eserlerinde bulunabilir .bu , biraz da okuyucunun özgürlüğüdür. dostoyevski de ide uç boyuttadır.hayatını henri troyat tarafından yazılan eserde incelenebilir.(öte yandan tüm eserleri okunmadan anlamsız gelecek bir kitaptır.) .belinskiyle ilgili görüşlerini ezilmişler ve aşağılanmışlar romanında bulabilirsiniz.
kendisi günahların yazarıdır.bizi , birbirinize bağlayan derin bağlar ve karanlık onu ilgilendirir.
büyük bir aziz olabildiği gibi aynı zamanda günahkarlığıı da ruhunda taşır.
dünya görüşleri biraz geridir . ülkücülerin ortodoks versiyonudur.hristiyanlığın evrensel öğretileriyle çelişen koyu ulusçuluğunu da yadırgamaz.bir rus isası gelecek ve tüm dünyayı, rusların önderliğinde kurtaracaktır.aklımıza ,niçin rusya gibi bir soru geliyor.cevabı ona göre basittir.ruslar, henüz köylüdür ve modern değildir. tanrıyı ve isayı unutmamıştır.
eserlerindeki inaçsız karakterler de rus köylüsünün yanında inancı bulur.tıpkı yazarın sibiryada rus halkını keşfetmesi gibi...
herkesin içlerinde gizli olan sırları ve ruh bilinmezliğini eserlerine ustaca yerleştiren rus yazarıdır. bilim adamı değildir belki ama insan psikolojisinden anlayan en başarılı yazardır bana göre.
1849 yılında devlet aleyhindeki bir komploya karıştığı iddiası ile tutuklandı. Sekiz ay hapisanede kalan Dostoyevski, kurşuna dizilmek üzereyken diğer sekiz tutuklu arkadaşı ile affedildi. Cezası dört yıl kürek, altı yıl da adî hapse dönüştürüldü. Cezasını çekmesi için Sibirya'da bulunan Omsk Cezaevi'ne gönderildi. Burada geçirdiği dört yılın ardından er rütbesi ile hizmete verildi. Subaylığa kadar yükseldi. 1857 yılında Maria Dmitrievna Isayeva ile evlendi. Beş yıl boyunca görev yapan Dostoyevski, 1859 yılında özgür bırakıldı ve Petersburg'a yerleşti.[
Dostoyevski'nin ilk roman denemesi Netoçka Nezvanova, küçük bir kızın hasta annesi ve başarısız bir müzisyen olan alkolik üvey babasıyla yaşadığı acılı hayat hikayesini anlatır.
inanılmaz bir gözlemcidir kendileri.aslında bizim milletimizin çok seveceği türden romanları vardır.çünkü romanları bir film yada bir tiyatro oyunu etkisi uyandırır insanda.ee bizde de cümbür cemaat herkes her dakka film yada tiyatro oyunu izlemese de olur olmazı izleyip,tv önünden ayrılmadığına göre.bütün iş bu hedenin reklamını yapabilmekte.efenim ondan kolay ne var sanki.ntvde toplandı mı 3-5 kişi o işte oldu bitti.sen nelere kadirsin ntv.memleket dostoyevski hayranı olup çıkar.türkiyede yıllardır konuşulan bu memleket okumuyor söylemleri de ortadan kolayca kalkar.
fyodor mihayloviç dostoyevski rus roman yazarıdır. çocukluğunu sarhoş bir baba ve hasta bir anne arasında geçiren dostoyevski, annesinin ölümünden sonra petersburg taki muhendis okulu na gitti. burada okurken babasını kaybetti. okulunu başarıyla bitirdi ve istihkam müdürlüğü ne girdi fakat bir yıl sonra istifa ederek buradan ayrıldı. ordudan ayrıldıktan sonra edebiyata yönelen dostoyevski ilk kitabı olan insancıklar 1846 yılında yayımlandı fakat beklediği başarıyı elde edemeyen dostoyevski politikaya yöneldi.
1849 yılında 1.nikola nın baskıcı rejimine muhalif petraşevski grubunun üyesi olduğu gerekçesiyle tutuklandı. kurşuna dizilmek üzereyken cezası sürgün ve zorunlu askerliğe dönüştürüldü. cezasını çekmesi için sibirya da bulunan omsk cezaevi ne gönderildi. burada geçirdiği dört yılın ardından er oldu ve subaylığa kadar yükseldi. 1857 yılında maria dmitrievna ısayeva ile evlendi. 1859 yılında serbest bırakıldı ve petersburg a yerleşti.
petersburg da ezilenler(1861) ve ölüler evinden anılar(1862) adlı eserleri yazdı. 1862 de arzuladığı avrupa seyahatini gerçekleştirdi. maddi açıdan sıkıtı yaşamasının sebepleri sara nöbetleri ve kumar bağımlılığıydı. bu dönemde yer altından notlar(1864), suç ve ceza(1866), kumarbaz(1866), budala(1868), ebedi koca(1870) ve ecinniler(1872) eserleri yayımlandı. eşinin ölmesi üzerine sekreteriyle evlendi. kızını kaybetmesi ve kumar alışkanlığı onu sarsmıştı. delikanlı(1875), bir yazarın günlüğü(1876) ve karamazov kardeşler(1879) adlı eserlerinde sürekli işlediği konuları ele aldı. bir ciğer kanamasıyla yatağa düştü ve 28 ocak 1881 de öldü. cenaze töreni çok kalabalık oldu. dünya edebiyatının önemli isimlerinden dostoyevski 20.yüzyıl düşünürlerini oldukça etkiledi.
şöyle yazmış, güzel anlatmış, harika betimlemiş, akrostişi çok iyi gibi ifadeleri bir yana bırakıp birazcık dostoyevski'nin ahlak felsefesine ve düşünce yapısına göz atmak gerekiyor. zinhar nietzsche çıkıpta "kardeşim" diyorsa bu adam için altında bir pislik illaki vardır, olmalı.
dostoyevski'nin eserlerinde göze çarpan ve suç ve ceza ile tavan yapan ahlak felsefesinin özü dostoyevski'nin insanları iki gruba ayırmasıyla başlıyor. napoleon'lar ve sürüngenler. yani kendi hırslarının/tutkularının peşinden gidenler ve onları seyreden, belki de basamak olmak zorunda kalanlar.
suç ve ceza'da bu durumun tavan yaptığını vurgulama sebebim raskolnikov'un, sürüngenlerin içinden çıkıp napoleon olma isteğinin kitabın tamamının konusu olması. diğer eserlerinde de aynı yaklaşımı çeşitli yan karakterlerde yada ana karakterin bazı anlarında vurguladığını görmek mümkün ancak bu sefer başlı başına iki ciltlik bir eser var karşımızda ve raskolnikov.
dostoyevski'nin ahlak felsefesi burda başlıyor. raskolnikov napoleon olmak için, yaşlı ve sembolik bir kadını öldürüyor. ordan elde edeceği parayla kendi geleceğini şekillendirmek ve ait olduğuna inandığı yere ulaşmak istiyor. tabi istemekle kalmıyor, bu yolda büyük adımlar atıyor ama dostoyevski efendi burda raskolnikov'a hakettiği cezayı olabilecek en açık şekilde veriyor. vicdan azabı. zaten öldürülen kadından yeterince bahsedilmemesi, onun ailesi yada geçmişi hakkında tematik bir açıklamaya gidilmemesi olayın topluma etkisinden çok raskolnikov'a etkisinin ön plana çıkarılma isteği barındırıyor kendi içinde.
şimdi burda bölüp bir kaç açıklama yapmak gerekiyor. normal bir bireyin napoleon olmak istemesi, kendi ait olduğu sınıfı ve daha da önemlisi kendini kabul etmemesi, bireyi derin bir vicdan azabına sürüklüyor. bunu anladık ama toplumun bu denli belirgin iki gruba ayrılmasının özünde ne var? bu ayrılmanın özünde, vicdan muhasebesinin daha doğrusu kişinin bu streotipleştirilmiş vicdan müessesesinin ne kadar esiri olduğu var. yani napoleon olmak kişinin öncelikle kaderinde var ve buna göre şekillenen gelecekte işlenen suçların yada geride bırakılan zararların napoleon olma yolunda kişiye bir sorumluluğu yok. birey napoleon olmak için doğduysa her türlü hakkı ve üstünlüğü elde edip geri kalan sürüngenleri basamak olarak kullanabilir. burda özgür irade kavramı devre dışı. tamamen napoleon olmak için doğmak kavramı var bu vurgunun temelinde ve işin bizi ilgilendiren tarafı gerçekten napoleon olmak için var olan bireylerin bu tür bir vicdan azabından tamamen arındırılmış olması. dostoyevski kısaca şunu vurgular; kişinin yaratılışından gelen yada sonradan kazandığı özelliklerin derecesi kişinin toplumdaki rolünü belirler ve bu birey bunlardan sorumlu tutulamaz.
peki alt gruptan biri çıkıpta napoleon olmak isterse çekeceği vicdan azabından kurtulması için ne yapması gerekiyor. dostoyevski'den daha yaratıcı bir çözüm bekliyordum bu konuda açıkcası ama işi dönderip dolaştırıp sevgiye bağlaması kendi felsefesine ilginç bir yön katıyor. o kadar keskin çizgilerle halkı ayırdıktan sonra raskolnikov'un sonya'ya duyduğu sevgiyle bu vicdan azabından kurtulması kitabın sonunda büyük bir hata yapmamak uğruna yapılmış garanti bir çıkış bence.
kısaca vicdani sorumluluk kavramı sadece sürüngenler için vardır ve napoleonlar kendilerini bu sorgulamanın dışında tutmuşlardır. bir sürüngen her ne kadar mantıksal olarak yaptığı şeyin doğru olduğuna kendini inandırırsa inandırsın onu terketmeyecek olan vicdanı, daha doğrusu bu vicdan sorgulamasının içine girebilecek düşünce yapısı onu hayatı boyunca bir sürüngen olarak bırakacaktır. iyi yada kötü vardır. napoleonlar yada sürüngenler. ve bir sürüngen napoleon olamayacağını anladığı an anlamsızlaşan hayatını sadece sevgiyle aydınlayabilir.
Çok sade ve güzel yazar. o yüzden yazım serüvenine başlayan her yazar kendini dostoyevski sanar. ama ne yazıkki dostoyevski olmak kolay değildir.
(bkz: deha zoru basite indirgemektir)
başka şeyleri aklına getirmeden, açık bir zihinle okunmalıdır. tamamen açık ama. dostoyevski okurken arada kitabı kenara koyup düşünülmeli "burada ne demiş, ne demek istemiş, bunun üzerine neleri düşündüm, acaba dostoyevski neleri düşüneceğimi düşünmüştür, veya düşünmüş müdür, harbi lan doğru demiş, ohaaa helal olsun." gibi şeyler demelisiniz. dikkatinizi vermeden okumaya kalkarsanız sıkıcı bir yazar olduğunu farkedersiniz.
saint petersburg'a aşık olmamı sağlayan muhteşem yazar. 18 yıldır şanlıurfa'da yaşıyorum ama şuan beni saint petersburg'un herhangi bir köşesinde bırakırsanız rahatça yönümü bulup yaşayabilirim, çünkü dostoyevski o kadar çok romanında saint petersburg'u kendine mekan olarak seçmiştir ki fanatik bir okuyucusu bu şehrin yerleşim projesini bile çıkarabilir. **
"Önemli olan kendi kendimize yalan söylemememiz. Kendi kendine yalan söyleyip söylediği yalana inanan kimse sonunda işi, kendi içindeki, çevresindeki gerçekleri tanımamaya, bunun sonucu olarak da kendisine ve çevresindekilere saygı duymamaya dek vardırır. Kendi kendine olan saygısını yitirince içinde sevgi diye bir şey de kalmaz insana. içinde sevgi olmayınca oyalanmak, eğlenmek için kötü tutkulara, iğrenç şehvete bırakır kendisini, hayvanca yaşamaya başlar. Bütün bunların tek nedeni, insanın çevresindekilere ve kendi kendine yalan söylemesidir."
lisedeyken suç ve ceza, kumarbaz romanlarını okumuştum, tamamen psikolojik eserlerdi. bir nevi hayatı anlatıyordu, kimsenin göremeyeceği detayları gösteriyordu. hani olurya özellikle bugünümüzde insanlar ne istediklerini bilmezler, şapşallıklar yapıp dururlar, ciddiyet nedir bilmezler, bir olayı şöyle adamakıllı yorumladıkları görülmez. maksat gırgır olsun, gülmek olsun, eğlence olsun. şimdi ne alaka dostoyevski'nin romanlarıyla diyeceksiniz, ama çok alakası var. bu adam o sinir bozucu insan tiplerini yazmamış romanlarında, yaşamla mücadeleleri, çelişkileri olan insanları yazmış. bir düşünmek, yalnız kalmak yeter. öyle çok şey anlatıyor ki romanları. beğenmeyen, eleştiren elbette ki olacak ama ben o eleştirenlere birşey söylemek istiyorum.
(bkz: sen ne yaptın)
hissettirmek istediğini tam anlamıyla hissettiren ve aslında karakterle hiçbir ortak yanınız olmasa bile artık o karakter gibi hissetmenizi başaran okuyan okumayan herkesin okuması gereken yazar.
dostoyevski gibi adamların üzerine konuşmak zordur. zira aitsizliği doruklarda yakalamış bir bünye dosto. nez ateisttir, ne teist. ne komünistdir ne faşist. ne rusyalıdır ne de başka bir diyarlı. midemizi bulandıracak kadar gerçekçi, erişemeyeceğimiz kadar gerçektir. yani; ne sevdiğiniz ne de sevmediğiniz bir ilkeye,düstura zincirli değildir. binaenaleyh analitik gözlemde fayda var.
realist olarak bilinir fakat herhangi bir roman türünün yazarı olarak da tanımlayamayız dostoyu. "bir roman yol boyunca gezdirilen ayna demektir" der stendhal; ve realist romanların başat niteliğini belirtir. fakat aynaların göremeyeceği şeyler görürüz romanlarında. insana ait şeyler. çok fazla içimizde, en ücra köşelerimizde gizli kalmış hor duygular. okuyana dek farkında olmadığımız özelliklerimiz. o kadar bizden ki varlığının bile farkında değilken bir kitap sayfasının arasından çıkıverirler. hülyalarımızdan koparır özümüze götürürler bizi. çirkinliğimizi, betliğimizi, eblehliğimizi, çıkarcılığımızı gözümüze gözümüze sokar. artık kabullenme zorunda kalırız. ve sevmek...
bu öz tetkiki, içdünya varyantlarını gözlemlemek, sanırım dünyanın en acı veren işidir. bütün romanlarda dikkatinizi çeker zaten damıtılmış dostoyevski acısı. tabi düşünmek gerek, dikkat gerek. romanın akışına kapıldıysan ya da anaforda boğulduysan sadece zevkli bir roman okumuş olursun. çok düşünürsen de farkında olmadan varoluşçuluk sirayet eder. yavaş yavaş haz almayı bırakırsın zevk rutinlerinden. hatta daha sonra herşeyden. varlık ve eylemlerin tezahüründeki asıl amillere yönelir beynin. bunlar kendileri kadar mutluluk vermez maalesef. istikrarlıysan eğer, hala kaçıp kurtulamamışsan bu gerçek röntgencisi izandan. hayatın değişir dostum. zevk algıların değişir. en zevk aldığın şey daha önce zahirler kadar hoş gelmeyen amiller olur. bu durum içinde bulunduğun duruma göre ya yalnızlığa ya da bohemliğe götürür. fazla dengeli bir adamsan eğer, içinde ayrı bir dünyada halledersin. acıtır falan ama en asili budur.
bir oğuz atay var yerli dostoyevski payesinde. aralarındaki tek fark; dostoyevskiden zevk almanın herkese açık olması, hiç bir izanın ipoteğinde olmaması. dostonun dünya çapında ünlenme nedeni de budur zaten. oğuzcuğum mahalli kalmıştır bu konuda. mahallesi kendisi gibi olanlardan oluşur. mahallesinden olmayanler için kötümser, postmodern bir yazardır sadece. tutunamayangiller için ise bir tanrı. sadece tutunamayanlar anlar onu. hatta yaşar. kitle çapındaki bu farka sebep olan temel unsur; dosto romanlarındaki karakter cümbüşü ve her karaktere atfedilen önemdir. oğuz atay romanlarında kahramandan gayrısı insan ı güzaftır: kurmaca dünyanın yalın insanları. dolayısıyla herkes kendisini bulamaz. herkes çevresinde gözlemlediği bir karakteri bulamaz. bu yüzden müzmin bir gizdir oğuzcuğumun romanlarındaki haz. sadece bazılarına nasip olur. yerinde olmak istemeyeceğiniz bazılarına.
hülasa dostoyevski kimdir nedir uzun hikaye bu. bi uludağ sözlük entrisine sığmaz maalesef. bana sorarsanız; rehinci karıyı öldürmeye karar verdiğinde raskolnikov, raskolnikov önünde "senin değil acı çeken bütün insanlığın önünde diz çekiyorum" dediğinde sofia ve fazlasıyla daimi bir ivan karamazovdur.