''tanrı yeryuzune inse benim kadar etkiliyeci olamaz''..maradona'nın kendi gercekliğini tanrı ile mukayese ederken kullandığı bu söz futbolun doğasını anlamamız için fazlasıyla çarpıcı.dunyada hiç bir idelojinin,her hafta yuzbinlere varan bir kitleyi aynı alana toplamasının ve aynı slogan altında bağırtmasının imkansızlığını göz önune alırsak çokta yanılmış sayılmaz maradona.
futbol kimilerinde çokça bahsettiği gibi bir din kadar kutsal ve yuce.asla bir oyunun bildik rekabet ve mucadele sınırları içerisinde hareket eden disiplini ile sınırlandıralamayacak kadar kendini aşan sonsuzlukta.
bildik ifadelerle gladyator zamanına gönderme yapılanların aksine futbol ne kan dokülmesinin hazzını sunmakta,ne de şiddetle göbek bağı bulunmakta..futbol herşeyden bağımsız,kendini var eden ve üreten bir sürec içerisinde ilerliyor.mazisini sahiplenebileceği,öncülüğünü verebileceği bir zeminde değil..en basit oyun diyebilirsiniz ama aynı zamanda en zoru..belki tum ilgisi bu bağlamda doğmakta, basitliği ve zorluğu aynı evrende seyir halinde sunabilmesinde.son derece basit kurallarının yanında,baskın ayak hakimiyetinin egemenliği olmasından dolayı da zordur.futbol dışında hiç bir oyun ayaklarınızı futboldaki kadar verimli kullanılmasını istemez.
ulaşılabilirlik onu besleyen en önemli etken...sadece sahip olmanız gereken bir top.bir topunuz varsa (bazen topa bile gerek kalmaz) oyun başlıyor demektir.basketbol gibi pota aramanın,voleybol gibi ağ çekmenin bir gerekliliği bulunmamakta.
futbol her an ulaşılabilir olmakla sizi asla bırakmayacak,kendini her daim sıcak tutacak bir spor.
sürprizleri doğası gereği her an sunabilmesinden ruh dönümlerinizi diri tutan bir heyecan dalgası.kazanmak,kazanmak hep kazanmak..onun sizden tek istediği bu....
nazilerin meşhur propaganda uzmanı gobelsin belirttiği gibi ''bir maçi kazanmak insanlar için bir sehri fethetmekten daha önemli'' kitlelerin her hafta toplandığı ve uzerinde bu kadar uzlaştığı bir spor dalı için iktidarların kendi propagandalarını yapmadan gecmelerinin imkansızlığı,milli takımlar yaratarak ''ulusal onurun'' temsiliyetini vererek kendini göstermekte.
futbol kimi zaman bireysel bir heyecan ile içeride yaşanılan yalnızlık ise de çoğu zaman kitlesel paylaşmanın,sosyalleşmenin aracı olmakta.kendi sınıfsal duruşuna ,dinine,ırkına uygun kulubler oluşturulması futbolun insanın ta kendisi olduğunu,direkt onu hedeflediğini örneklemekte.
ezik gururların onarılabileceği bende varım demenin kısa yoldan adresi olmakta.desteklediği bir kulubun başarılarını kendi hanesine yazan, kendi ideolojisinin haklılığını herkese ispat etmişcesine muzaffer kılınmakta..
futbol simon kuperin de belirttiği gibi asla sadece futbol değil,o kendini çokça aşan bir yerde belki de tanrıyı sahaya surmek için ısındırmakta..
ingiliz gazeteci simon kuper in futbolun, sınıf farklılıkları, milliyetçilik, devlet yönetimi, etnik ayrılıklar gibi toplumsal konularla ilişkisini 22 ülkeden 600 e yakın insanla görüşerek belgelediği kitap..
"Oyuncular sadece oynamak zorunda oldukları için, profesyonel oldukları için veya para kazanmak için değil zevk aldıkları için de oynayabiliyorlar bu oyunu. Bir seçim gibi. Biz biz olduğumuz için bu seçimi her gün yapıyoruz, yaşamı bir görev olarak yaşamak zorundayız ancak gizlice bir şölen olarak yaşamak istiyoruz." diyor "Gölgede ve Güneşte Futbol" kitabının Uruguaylı yazarı Eduardo Galeano. Futbol, günümüzün laik diniyse biz de her gün stadyumda veya tv başında ibadetini eksiksiz yapmaya çalışan mensuplarıyız bu dinin.
Dünya futbola öylesine bağımlı ve futbol, hayatlarının öylesine önemli bir parçası ki insanların; siyasiler oy kaygısı yüzünden bazı şehir takımlarının ligden düşmemesi için ellerinden geleni yaparlar. Hatta bazen 1987'de olduğu gibi Kocaeli ve Bursaspor önceki yıl küme düştükleri halde itirazlarını doğru(!) yerlere yapınca, yeni sezon başladıktan 3 hafta sonra tekrar 1. lige dönerler ve o yıl lig 20 takımla oynanır. italya'nın eski başbakanı Silvio Berlusconi kişisel yükselişini Milan kulübünün başarılarından elde ettiği popülerlik ve saygınlığa borçludur. Latin Amerikada bütün politikacıların hatta askeri diktatörlerin bile futbol ile ilişkileri vardır. Diktatör Salazar, Portekiz'i onlarca yıl demir yumrukla ve ciddi bir dirençle karşılaşmaksızın yönetebilmesinin sırrını '3 F' ile açıklamıştı: fado, fiesta, futbol. Futbol öylesine içine işlemiş ki insanların; Katalanların milli takım kabul ettikleri, formasına reklam bile almadıkları ve "bir kulüpten çok daha fazlası" diye niteledikleri Barcelona'nın Real Madrid'e olan rekabet ötesi düşmanlığı, Katalanlara çok zor günler yaşatan Franco'nun Real taraftarı olmasına dayanır. Barca'dan Real'e transfer olan Figo'ya Camp Nou tribünlerinden kesik bir domuz kafası atılması basit bir fanatizmden çok daha fazlasını anlatır aslında.
Taraftarlar açısından durum böyle. Çoğu, destekledikleri takıma kutsal bir varlık gözüyle bakıyor ve bunu bir hayat tarzı haline getirirken, o kulübü ellerinden gelen her şekilde destekliyor. Peki artık kulüplerin taraftarlarından beklentisi ne?
Futbol piyasası 90'lardan itibaren, özellikle genişleyen tv yayınları sayesinde daha fazla ilgi çekti ve daha büyük kitlelere ulaşmaya başladı. Bu gelişim reklam, sponsorluk, ürün satışı gibi çok önemli gelirler demekti. Pasta her geçen gün büyüdü ve futbol başarı-para odaklı bir eğlence-hizmet-ürün sektörü haline geliverdi. Artık yerkürenin herhangi bir yerinde oynanan maçı evimizden izlememiz mümkün. Desteklediğimiz takımın hisselerini bile satın alabiliriz. Kulüpler artık birer şirket oldular. Kendi markalarını oluşturdular ve bu şekilde daha fazla gelir elde etmeye çalışıyorlar. Sadece forma değil, kendi markalarını taşıyan kazaktan parfüme, cep telefonundan defter kitaba kadar uzanan çok çeşitli ürünlerle çıkıyorlar karşımıza. Dünyaca ünlü ispanyol veya ingiliz kulüpleri uzak doğuda ve dünyanın dört bir yanında kendi mağazalarını açıp, yıldız oyuncularıyla birlikte sezon öncesinde o ülkelerde hazırlık maçları yapıyorlar. Stadyumlarını daha modern ve büyük hale getirip maç günleri dışında da kullanılabilecek yerler yapmaya çalışıyorlar. Böylece hem ilgiyi sürekli ayakta tutup hem de her zamanki gibi gelirlerini artırmayı düşlüyorlar. Bunun en açık örneğini Highbury'den Emirates stadyumuna taşınan Arsenal'de görebiliriz. Bu stadda oynadığı her maçta yaklaşık 3.1 milyon pound kazanan Arsenal'in böylece Highbury stadyumundan sonra, önceki yıla göre gelirlerinde % 46'lık bir artış gözlenmiştir. Arsenal, stadın isim hakkını Emirates'e 15 yıllığına yaklaşık 100 milyon poundluk bir anlaşma karşılığında vermiştir. işte marka dediğimiz bu. Yaklaşık 350 milyon pounda mal olan stadın sadece ismi kendisinin üçte birini karşılayabilecek bir değere sahip.
Futbolun küreselleşmiş dünyadaki yerini anlamak için Dünya Kupası'na bakmamız yeter. 32 takım, 64 maç, tv, internet ve cep telefonu üzerinden ulaşılan 5 milyar izleyici. Hepsi bir yana, 20 bin gazeteci, yani tarihin en büyük medya olayı! Şöyle söylemek de mümkün: 98 Dünya Kupası Finalinde Fransa-Brezilya maçını izlerken bir yandan da Adidas-Nike maçını izliyorduk. Başka bir organizasyondan örnek verecek olursak, bir kulübün Şampiyonlar Ligi'nde yakaladığı başarılar kendisinin ve ülkesinin tanıtımına katkıda bulunurken hem kulübün piyasa değerini artırır hem de kasasını doldurur. Ne kadar paranız, ününüz ve büyük hedefleriniz varsa o ölçüde iyi futbolcular transfer edersiniz. Ne kadar iyi futbol oynarsanız insanları o kadar çok tatmin eder ve sizi takip etmelerini sağlarsınız. Ne kadar çok taraftarınız(müşteriniz) varsa o kadar çok para kazanır ve büyürsünüz. Yani işin ana damarı artık para. Artık kulüpler takıma yapacağınız tezahürattan daha çok ödeyeceğiniz bilet parasını önemsiyor sizi stadyumlara davet ederken.
Türk kulüpleri de bu konuda gereken adımları atmaya başladı. Üç büyük kulüp de şirketleşip borsaya açıldı. Fenerbahçe stadını baştan aşağıya yeniledi ve bunun maddi-manevi avantajlarını yaşıyor. Beşiktaş ve Galatasaray da bu konuda projelerini hayata geçirme aşamasındalar. Ayrıca Beşiktaş'ı diğerlerinden ayıran bir Fulya projesi var ki gerçekten de dünyadaki her kulübün sahip olmak isteyeceği türden bir proje. Pazarlama konusunda ise Fenerbahçe öne çıkıyor. Yaptıkları spekteküler transferler sayesinde kombine kart, forma ve diğer ürün satışlarından en fazla para kazanan kulüp durumundalar. Bir Beşiktaş taraftarı olarak Türkiye'nin en iyi taraftarını (bkz: çarşı) tartışmaya gerek duymuyorum ama şu kesin ki en iyi müşteriye Fenerbahçe kulübü sahip. Ancak unutulmamalı ki bu, kulüp yönetiminin başarılı stratejisinin bir sonucudur.
Sonuçta dünyanın en popüler "show"u artık bir "show-business" haline geldi. Ama unutmamalı ki eski değerleri geri plana atılmış ve bir zevk, bir spor olmaktan öte bir iş kıvamına getirilmiş, tamamen başarı odaklı bu yeni futbol dünyasında hala romantik taraftarlar mevcut. işte o romantiklerden biri olan Eduardo Galeano'nun sözleri ile başlayan yazımı yine onun sözleriyle bitirmek en uygunu sanırım:
Ben basit bir "iyi futbol dilencisiyim". Elimde şapkam, dünyanın dört bir yanını geziyor ve stadyumlarda yalvarıyorum: "Tanrı rızası için, güzel bir maç lütfen!" Güzel bir oyun gördüğüm zaman da bunu sağlayanın hangi takım ya da hangi ülke olduğuna bakmaksızın bu mucize için şükranlarımı sunuyorum.
edit: ulan bunu neden ekşilersin bi mesaj at anlat bana.
ingiliz gazeteci simon kuper'in üzerinde uzun uzun çalışarak emek vererek 1994 yılında piyasaya çıkarttığı kitabın ismi olup son derece haklı bir önermedir.
evet futbol sadece futbol değildir.
bir başkaldırıdır kimi zaman, isyandır, vatan sevgisidir, milliyetçiliktir...
hüzündür kimi zaman, kimi zaman dostluk, neşe ve keyiftir...
futbol asla sadece futbol değil başlıbaşına bir dindir aslında.
maradona'nın dediği gibi tanrı'nın elidir kimi zaman...
barcelona ve athletic bilbao formasıdır futbol. bayraktır onlar için. isyandır...
yeri gelir sahada işgal kuvvetleri ile mücadele eder, halkın milliyetçi duygularını kabartmak için harrington kupası alınır. mühimdir ingilizleri yenmek işgal altındaki istanbul'da.
gündüzleri sahada top oynamaktan başka mühim işler de vardır. geceleri zorlu finaller oynanır zira o yıllarda. maçta mücadele veren futbolcular hiç yorulmamış gibi yüklenirler silah ve mühimmat sandıklarını sırtlarına. anadolu'daki haklı mücadeleye bir nebze de destek olmak adına...
(bkz: fenerbahçe)
yeri gelir tahsil hayatı yarıda bırakılır cepheye gidilir, dönmeyeceğini bile bile...
(bkz: galatasaray)
ağlatır bazen.
kimi zaman başka iddialara konu olur.
ajanlık gibi, istihbarat gibi...
(bkz: portsmouth fc)
kimi zaman bir onur mücadelesidir;
(bkz: 21 haziran 1998 iran abd maçı)
kimi zaman düşmanlıktır. fenerbahçe galatasaray ne ki?
liverpool fc-everton
fc barcelona-real espanyol
real madrid-atletico madrid
aston villa-birmingham city...
çarşı'dır,
teksas'tır,
gecekondu ve tatanga'dır futbol...
güzelliktir,
66 dünya kupasındaki portekiz gibi.
90 dakika dolmasına rağmen güzel maç olduğu için 13 dakika fazladan oynatmaktır maçı...
ve elbette, asla futbol olmayan şey 35.000 bursa taraftarını hafta içi 300 kilometre yol katetmesine sebep olandır...
aslında işin özeti şudur ki;
"futbol asla sadece futbol değildir" evet. zira, "hayat fena halde futbola benzer"...*
yani futbol hayattır. hayat futboldur...