yine bir boşluğa yanıt vermekteyim; ama yanıt vermek konuşmakla olabilecek bir şey, yazarak bir deneyim kazanmıyor insan, olsa olsa mutluluk nedir, sezer gibi oluyor. bugün çok koşuşturmak zorundayım ve yatakta dönüp dururken aklıma gelen, yakamı bırakmayan küçük bir öyküyü de kağıda dökmek gerekiyor, ama bugün yine de yazacağım sana.
herkes, beraberinde taşıdığı bir parmaklığın ardında yaşıyor.
“Saat gecenin biri ama sana bütün gün tek kelime yazmamış olmam beni rahatsız ediyor. Uyuyamıyorum bir türlü bu düşünce ile...
Seni kaybetmekten o kadar çok korkuyorum ki Milena. Bazen düşünüyorum da, eğer gerçekten insanlar mutluluktan ölebilselerdi benim çoktan ölmüş olmam gerekecekti. Ama ben aksine mutluluk sayesinde tekrar hayata döndüm...”
Franz kafka bu sözleri başkasıyla evli bir kadına yazmıştı.
Zor bir hayat yaşadı. acılar çekti. buhranlar yaşadı.
Bir çırpıda yüreğimle açtığım bu yolu kapatmak, ağır ağır dönmek, vazgeçmek zor geliyor biraz. Elbet yüreğim sızlar. Gene de sözünü edebildiğime göre o kadar zor gelmedi anlaşılan. Çok bilmiş bir köstebek gibi yeni yollar açarım gerekirse, ne yapalım!
Tutalım ki seni her şeyden çok seviyorum dedim, aslında bu bile sevgi sayılmaz; senin bir bıçak olman, benim de bu bıçakla içimi deşip durmamdır sevgi.
insanın belli başlı iki günahı vardır, öbürleri bunlardan çıkar: sabırsızlık ve tembellik. Sabırsız oldukları için Cennet’ten kovuldular, tembelliklerinden geri dönemiyorlar. Ama belki de belli başlı sadece bir günahları var: sabırsızlık. Sabırsızlıklarından ötürü kovulmuşlardı, sabırsızlıklarından otur geri dönemiyorlar.
Odandan çıkman gerekmez, masanda oturmaya devam et ve dinle. Dinleme bile, sadece bekle. Bekleme bile, gerçekten sakin ve yalnız ol. Dünya özgürce sunacaktır kendini sana. Maskesinden sıyrılmak için başka seçeneği yok, huşu içinde yuvarlanacaktır ayaklarının dibine