Eskiden az ama elimizden düşürmediğimiz, bakmalara doyamadığımız fotoğraflarımız vardı bizim.
Şimdi milyonlarca (abartmıyorum) fotoğrafımız var dönüp de bir kez bile bakmadığımız; hatta özensiz orda burda, çeşitli digitallere hapsettiğimiz.
Ama gariptir hala bakarız eski fotoğraflara ısrarla...
Peki eski fotoğraflara sarmak bir yaşlanma belirtisi mi, yoksa geçmişe duyulan özlem mi?
@buzzluk
Yiten, giden, bitenlerin ardından hafıza ile çatışmaya giren ve galip gelen kalıt.
Çok uzun süredir görüşmediğiniz biri (eski sevgiliniz veya ölmüş olan bir yakınınız) bir süre sonra maddesel görüntüsünün keskin netliğini kaybeder. imgelemlerde dolaştığınız her an daha bir buğulu, daha bir uzak gelir görüntü. Eğer o kişinin fotoğrafı varsa elinizin altında ve istemli ya da istemsiz bakar bulursanız kendinizi o fotoğrafa, söz konusu kişinin fotoğraf içindeki konumu, jest ve mimikleri, etraftaki eşyalar, kısacası fotoğraf karesi içindeki her şey hafızanıza hücum eder, hafızanızda zaten netliği kaybolup gitmiş ne varsa onlarla savaşa girer, her şeyi darmadağın eder. O fotoğrafa bir bakışınız yeterlidir, artık o kare hafızaya alınmıştır. Eğer zaman zaman bakmaya devam ederseniz de, her bakışınızda, hafızanızdaki imgelem daha da uzaklaşacak, daha da parçalanacak, sonunda da yok olacaktır. imgelem ile madde arasındaki bu savaşın galibi maddedir. Bir süre sonra madde, yeni imgeleminiz olur. Artık o kişiyi düşündüğünüzde sadece o fotoğraf gelir aklınıza; o fotoğrafta "an" olarak ne varsa o gelir. Daha fazlasını, daha gerçeğini anımsamak için zorlarsınız hafızanızı, mümkünatı yoktur. O kişi, o an, sadece o fotoğraftan ibarettir artık. Şahsı düşündüğünüzde her şeyden önce aklınıza "o kare" gelir. Lanet edersiniz. Fotoğraf, gerçeğiniz olmuştur.
sabah yuruyuse ciktiniz ve orman yolunda fotograf cekildiniz. fotografta alt bolgeniz ozerkligini ilan etmis gibi ortaya cikmis. siz o fotografa bakmadan o fotografi facebooka yuklediniz.
iste fotograf, facebook ve rezil olusun baslangici. okula gidemiyorum bu yuzden utaniyorum.
sanatsal değeri olan fotoğrafa bakmaktan alıkoyamam kendimi. anlık bir durumu ölümsüz kılan belge oluverir fotoğraf ta ki silinene kadar.
seni sevmemin sebeplerinden biriydi elbet. yüzünün sanatsal değer taşıdığı aşikar. ben seni -bende var mı bilmem ama- sanatçı ruhumla sevdim.
tipsiz olduğunu iddia eder durursun. ben sadece gülüyorum buna. biraz da kızıyorum. çünkü kendinin farkında değilsin. karanlığı içinde boğan sol yanağındaki gamzen hortum gibi beni de içine çekip boşlukta döndürecek gibi. alnının genişliği avuçlarım oraya rahat yerleşsin diyedir. aşağı doğru genişleyen burun kanatların nefesini benimle paylaşabil diyedir. gözlerinin renkliliği bana canlılık versin diyedir. gülüşün göğe bakma durağıdır. çünkü orda bütün güzellikler görülür. uzanışın yanında rahat olmam içindir. yanına kıvrılıp küçülmek isterdim.
hanımeli kokusunu çok severim. kaldırımda yürürken bu kokuyu aldığımda gözlerim hanımeliyi arar ve dibinden dibinden giderim. bittiğinde yol boyunca bana eşlik etmesini istediğim için koparırım kimseye aldırış etmeden. boynuna baktıkça bu his uyanıyor bende. dibinden aayrılmazdım. dudaklarından omzuna kadar olan yol en sevdiğim yol olurdu. dinlenirdim serinlerdim orda.
tek bir boyut eksikti. üç boyutlu değil iki boyutlu olması dokunuşundan mahrum bırakıyordu beni. ama ben boyutsuz sevdim. yalnızca bir fotoğraftı uğrunda ısrarcı olduğumuz hatta tartıştığımızdı.
yetmiyordu ama yettiriyordum. gecemin aydınlığı gamzende hapsolan karanlıkta saklıydı. sana baktıkça yanaklarımda oluşan şeyi tarif edemem. sanki ağzım seninle doluyordu ve yemek için beynime sinyal çoktan gitmişti.