her yiğidin harcı değildir iki filtre yapan iso nedir diye sorsak istanbul sanayi odası diyecek tipler profsyonel fotoğrafçıyım diyor . kafama takılan asıl mesele analog (filmli makine) varken neden bu kadar popüler değildi çünkü zahmetli işti filmi banyosu kimse uğraşmazdı artı bu kadar paylaşım sitesi yoktu ki caka satsınlar.
Kendini fotoğrafçıdan sayan bazı kimselerin abarttıkça Abarttıkları sanat dalıdır.
Neymiş efendim, fotoğrafçılık ele ayağa, çoluğa çocuğa düşmüş..
Neymiş efendim, eline telefon alan dijital makina alan fotoğrafçıyım diye geziyormuş..
Neymiş efendim, iso bilmek lazımmış karanlık odaya girmek lazımmış da falan da filan da..bıdı bıdı bıdı..
Allah aşkına biz siz mi biliyorsunuz fotoğraf çekmeyi?
Madem sanatçısınız, bi' işiniz küçümseyip aşağılamak mı?
Sanki herkes fotoğraf çekince sizin makinanız devre dışı mı kalıyor?
Nasıl ülke burası anlamak zor..
Kitap okuyan, başka okuyan olmasın ister, okuyanların okuduklarını beğenmez topa tutar. Okumazsın okumuyor derler..
Sinemacılar birbirini yer onun çektiği film mi, yaptığı sanat mı diye..
Spor dünyası deseniz yine aynı kafa, beş para etmez eski hakem bozuntuları çıkar, ne bok olduğunu bildiğimiz eski oyuncular çıkar maç yorumlar. Böyle olmaz der..
Nedir bu tekelcilik Sevdası anlamak zor..
Ulan insan sanat dalını kıskanır mı?
Bu Nasıl bir kafa?
Tabi güya kendiniz iki iso ayarı bi' enstantane, bi kaç pozlama ayarı yapıyorsunuz iki manuel detay çalışıyorsunuz, sonra bakıyorsunuz ki telefonla çekilmiş bir fotoğraf binlerce beğeni almış sizin ki öyle möö gibi uzanıyor.. Sonra da işte böyle kıskançlık tripleri.
Ulan bırakın çeken çeksin, paylaşsın. Kimi sizin gibi kendine sanatçı der, kimilerine de başkaları sanatçı der. Bırakın da kararı başkaları versin. izleyiciler versin. Bu işin meraklıları versin.
insanların makinasına, teknolojisine, yaklaşımlarına sallayıp savurmayın. işinize bakın, işinizi görelim.
Ne demişler,
iştir kişinin ayinesi, lafa bakılmaz.
fotoğraf sanatı büyük bir dijital devrim yaşadı son yüz yılda. Sanatsal açıdan da felsefi olarak pek çok açıdan değişti gelişti derinleşti. Bırakın herkes aksın, herkes kendi yolunu bulsun, her nehir kendi yatağını derinleştirsin.
ilgimi çeken bir sanat. ilkokul-lise çağında hep ilgimi çekti hala da çekiyor. Hepimiz fotoğraf çekiyoruz fakat bizim çektiklerimiz fazla fazla amatör ve kalitesiz. Hem telefondan çekiyoruz hem ışık, konsantre ve daha birçok şeyin hiçbirini ayarlayamıyoruz. Fotoğraf çekmekle en azından hobi olarak ilgilenmek istiyorum. Bunu nasıl yapabileceğim, nasıl kaliteli fotoğraflar çekebileceğim konusunda beni yönlendirebilecek arkadaşlar bekliyorum.
sadece tuşa basıp fotoğraf çekmek değildir, ortaya özgün bir görsel çıkartmaktır.
asıl beceri renk bilgisi, color correction ve karanlık oda (şimdilerde post fx yazılımları) kısmında kendini gösterir. makinaya binlerce lira bayılıp sağı solu çeken angutlar ile fotoğraf sanatını sadece tuşa basmak sanan sığ kafalılar anlamaz.
Zamanın da kimsenin elinde zik gibi makine yokken yarı profesyonel makine ile merak saldıgim bi hobi idi ne zaman makineler ayağa düştü mertlik bozuldu 18-55 lensle oto modda çekip yapıp fotocuyum diyenlermi dersiniz hafıza kartının dolduğunu bilmeyecek kadar cahil olup makinem bozuldu diyenlerimi.
yemek fotoğrafçılığını hobi olarak yapmak istediğim belki sonrasın da ciddi bir iş olarak para kazanmak istediğim meslektir. ay belki bu konu da yardım edebilecek birileri vardır.
Hobi olarak 4 yıldır yaptığım eylem. Boşuna kamera alıyorsun telefonla da çekiliyor diyen arkadaşlarınıza hiç takmayın veya sen fotoğrafçısın benim fotoğrafımı çek diyenleri de takmayın. Kesinlikle çok zevklidir. Dışarı çıkarsınız tek başınıza gezerek veya daha önceden planlı bir şekilde dışarı çıkarak fotoğrafları çekersiniz. Bu fotoğrafları benim gibi blog açıp atabilirsiniz veya instagrama atarsınız. Tekniklerini öğrenmek kısa sürer ama mükemmel fotoğrafı çektiğinize inanmazsınız hep daha iyisi olduğunu biliyorsunuzdur. Ayrıca Makine olarak sony önerimdir.
Sanat mıdır, değil midir? Bu sorunun cevabını uzun zamandır düşünüyorum ama bi sonuca varamıyorum. Sanat eşsiz olmalıdır, tekrar edilemez. Sanatta gerçeklik birebir aktarılmaz, içerisinde ruh ve duygu vardır. Sanatın bu özellikleri fotoğrafçılıkta bulunmuyor.
Ayrıca fotoğrafın çok hızlı yaşanan modern hayata uyma mantığıyla ortaya çıktığını düşünüyorum. Eskiden insanlar manzarayı veya portreyi ölümsüzleştirmek için sanatçılar çağırtıp o anı resmetmeleri için paralar öderlermiş. Resmetmek de uzun zaman alırmış. Bu yükten kurtulmak için ve işleri hızlandırmak için fotoğrafın ortaya çıktığını düşünüyorum.
Amma velakin bazı fotoğraflar var ki ulan bu sanat be diyorsun, yine bi sonuca varamıyorsun.
Hala kafam karışık.
(#33439974) bu yazıya aynen katılıyorum, makineyi elime alıp kurs kurs gezen biri olarak. Bu konu da tek istediğim var Mardin gibi bi şehri fotoğrafçı gözüyle görmek. Şimdi değil ama belki bir gün görürüm.
Gazeteci Nilüfer Demir’in Bodrum’da çektiği Suriyeli küçük Aylan’ın sahile vurmuş cansız bedeninin fotoğrafı, haber etiği tartışmasına neden oldu. Kimi “mülteci dramı seyirlik oyun değil” derken, kimi “gerçeklerin gün yüzüne çıkması için gerekliydi” dedi. Bilinir ki: Bir fotoğraf binlerce söze bedeldir.
ABD’nin Nagazaki’ye 9 Ağustos 1945’te attığı atom bombası sonucu 143 bin 124 kişi hayatını kaybetti.
Ölenlerden biri, isimsiz küçük Japon çocuktu…
Joe O’Donnel atom bombası sonrasında Nagazaki’ye ilk girenlerden oldu.
Ölen kardeşini yakılması için krematoryum önüne getiren ve bir asker gibi duran Japon çocuğunun yüz ifadesi unutulacak gibi değildi.
Joe O’Donnel defterine şu notu düşecekti:
“Nagazaki, 1945. On yaşlarında bir çocuk gördüm sessizce yürüyen. Sırtında bir bebek taşıyordu. Japonya’da o günlerde, çok sık görülürdü sırtlarında kendi küçük kardeşlerine sahip çıkan çocuklar, ama bu çocuk açıkça diğerlerinden farklıydı.
Yüzündeki ifadeden ciddi bir nedenle buraya gelmiş olduğu görülebiliyordu. Ayağında ayakkabısı yoktu. Yüzü kaya gibi sertti.
Bebek ise uyuyor gibiydi.
Çocuk beş ya da on dakika durdu.
Beyaz maskeli adamlar ona doğru yürüdü ve sessizce bebeği tutan ipi çıkarmaya başladılar. O zaman bebeğin ölmüş olduğunu gördüm.
Adamlar bebeği el ve ayaklarından tutarak ateşin üzerine yerleştirdiler.
Çocuk, alevleri izlerken, dimdik ve hareket etmeden duruyordu. Dudağını o kadar kuvvetli ısırıyordu ki alt dudağına kan oturmuştu.
Ateş güneş batımı gibi hafif hafif yandı ve bitti.
Çocuk arkasını döndü ve sessizce uzaklaştı.”
Ne ilginç rastlantıdır…
Joe O’Donnell…
Nagazaki’ye atılan atom bombasının yıldönümünde, 9 Ağustos 2007’de hayata gözlerini kapadı…
11 Eylül saldırılarını gerekçe gösteren ABD, Afganistan’ı bombalamaya başladı.
Başta Kabil olmak üzere binlerce insan komşu Pakistan’a kaçtı.
Afganlı mültecileri komşu ülkeleri kabul etmedi.
Afganlılar sınırlara yığıldı. Açlık-susuzluk özellikle çocuk ölümlerine sebep oldu.
Erik Refner, çocuk ölümlerinden birini çektiği fotoğrafla ölümsüzleştirdi.
2001 yılında Pakistan sınırındaki mülteci kampında hayata veda eden bir minik çocuğun fotoğrafıydı bu…
Yakınları, yaşamının daha başlangıcındaki kız çocuğunu son yolculuğuna hazırlarken, gazeteci Erik Refner, fotoğraf makinesinin deklanşörüne bastı… Fotoğraf dünyanın birçok gazetesinde yayınlandı.
Batılılar çok üzüldü ama o kadar!
Mülteci sorunu hâlâ sürüyor.
Ve hâlâ bizlere sürekli “ etik mi değil mi” tartışması yaptırılıyor!
huzur sesini shutter sesiyle tarif eden durumlar silsilesi. 2 gözün haricinde 3. göz diye tanımlasam yeri var. nasıl derler anları tekrar yaşamak için kaydediyorsun aynı öyle.
kişiyi çevreye karşı duyarlı hale getirmez. aksine duyarsızlaştırır. eskiden ''mına kodumun teknoloji dükkanları, başlangıç dslr makineleri satıyor ucuz ucuz!'' diye isyan ederdik. hatta bir dönem de haklıydık. bu sanal alem yüzünden herkes aynı yaftayı yedi. ama şimdi değişti fikirler. sonuna kadar arkasındayım o teknoloji marketlerinin. daha da ucuza satsınlar makineleri. hatta bir alana bir bedava yapsınlar. sonuçta iş ortaya çıkınca insanlar ''haa, biz yanılmışız, ne varsa eskilerde varmış.'' diyor. savunduğum, değişmeyen fikirlerim hala var. orası ayrı. insan her gün sosyalleşiyor. fotoğrafçıyım diye kendini tanıtan insanlara sorularım belli artık. branşın ne? tarzın ne? hangi ajansa bağlı çalışıyorsun? son sergin ne zamandı? fotoğrafların ortalama kaça satılıyor? aldığım cevaplara göre diyalogta kalıyorum ya da gidiyorum. bu kadar basit. büyütmemek lazım. bırakın çeksin insanlar. bu branştan anlamayan insan da alsın eline bir makine. bırakın insanlar egolarını tatmin etsin. bu işten ekmeğini kazanan insanların bütçelerine darbe vuramıyor zaten onlar. sonuçları bir sene sonra bir çekmece veya dolaba konmuş bir fotoğraf makinesi oluyor. ama öyle çok felsefik bağlamlara da getirmemek lazımdır bence bu fotoğrafçılık mevzusunu. ya çekiyordur bir insan, ya da çekmiyordur. ama şunu bilirim, ben yandım eskiden siz yanmayın diye söylüyorum, kimseden ama kimseden fikir almayın. kendinizi geliştirin. okuyun, araştırın, uygulayın. saygılarımla.
insanın çevresini daha bir başka görmesini sağlayan, mekanlara ve detaylara olan dikkati artıran bir uğraştır.
Önceden farkında bile olmadığınız yerler ve özellikle makro Çekim severler için Çiçek-böcek türleri ilginizi çekmeye başlar. Çevrenize daha bir hayranlıkla bakarsınız.
Ressamlara daha çok hayret eder, daha çok saygı duyar hale gelirsiniz. Sonuçta siz olan bir şeyi belirli bir konsept ile kadrajınıza sığdırmaya çalışırken onlar bu ve benzeri konseptleri yaratırlar.