yıldırım türker'e göre Yunanistan'da olan bitenleri (bkz: 7 aralık 2008 yunanistan olayları) takip etmek için en doğru şahıs. benlisoy'un olaylara dair yorumunu köşesinde alıntılamış yıldırım türker. türker'in 15 aralık 2008 tarihinde radikal'de yayınlanan 'yunanistan' başlıklı yazısından aktarıyorum; ''bu birikimin (anarşistiyle solcusuyla) Grigoropoulos'un öldürülmesinden sonra açığa çıkan tepkinin kendini dışa vuruşunda etkisi küçümsenemez. Ancak söz konusu tepkiyi ayırt edici kılan ve neredeyse bir kalkışma vasfı kazandıran, bu birikimi çok aşan bir toplamın sokağa inmesiydi. Ortaokul öğrencilerinden genç işsizlere, üniversite öğrencilerinden prekariatlara bu toplam, hareketi kıtanın üzerinde dolaşan (hadi yine hayalet demeyelim) huzursuz bir ruh haline dönüştüren temel etkendi. Hareketi geçmişin bir kalıntısı değil de ortak geleceğimizin bir işaret fişeğine dönüştüren tam da bu yeni unsurdur.''
şimdiye kadar sol liberalizm üzerine okuyabileceğiniz en güzel yazıyı yazmıştır:
sol liberalizm bir komplo mudur? - foti benlisoy
adı sıkça ve bazen olur olmaz anılan sol liberalizmi, biraz şematikleştirmeyi de göze alarak, türkiyenin ceberut devlet geleneğine sahip olduğu anlayışından hareketle devlet ve toplum, merkez ile çevre arasındaki çelişkiyi esas alan, türkiyedeki otoriter politik iklimin çevrenin muhafazakâr demokrat reaksiyonuyla ve/veya avrupanın mevcut bütünleşme sürecine dahil olunarak bertaraf edilebileceğini varsayan bir fikri akım olarak tarif edebiliriz. buna göre, türkiyede 80 yıllık kemalist rejim yahut i̇ttihatçı gelenek dolayısıyla sivil toplum gelişmemiş, bunun sonucunda da türkiye normal bir demokratik ülke haline gelememiştir. buradan hareketle solun asli görevi, kemalist rejimle ya da i̇ttihatçı zihniyetle hesaplaşmak olarak görülür. türkiyenin makul bir demokrasi haline gelmesi, yani normalleşmesi işte bu hesaplaşmanın ürünü olacaktır. bu hesaplaşma ise türkiyedeki devlet geleneğinin karşısında çevreyi ya da sivil toplumu seferber etmekle mümkün olacaktır.
sol liberal zihniyetin ardında ekonomist, vülger bir marksist anlayış bulunur demek yanlış olmaz. buna göre, sivil toplumun gelişmemişliği, demokratik kurumların zayıflığı, otoriter bir siyasal kültürün varlığı hep bir eksiklikle, bir burjuva devrimi yaşanmamış olması ve dolayısıyla da eski rejimin varlığını bir biçimde sürdürmesiyle açıklanır. bu yaklaşımın alt metni, burjuvazinin demokrasinin temel, hatta kurucu öznesi olduğudur. böylece kapitalizm ile demokrasi arasında adeta bir neden sonuç ilişkisi kurulmuş olur. yukarıda zikredilen vülger marksizm mucibince beklenen, ceberut/despotik devlet ya da kemalist rejim, ne derseniz deyin, milli ancien regimein yine yerli bir fransız devrimiyle yıkılmasıdır. bunun için de her şeyden önce yükselen bir burjuvazi keşfetmek, olmazsa icat etmek gerekir. ne de olsa bu ilerlemeci-ekonomist marksizan yoruma göre burjuvazi olmadan demokrasi de olmaz. bu burjuvazi, kimilerine göre yükselen ve dolayısıyla eski rejime karşı demokratik özlemleri ifade eden taşra ya da anadolu burjuvazisi, kimilerine göreyse devlet kapitalizmine karşı aynı özlemlerin taşıyıcısı olan özel kapitalizmdir.
türkiyede sol liberalizm yeni bir fikri akım değil. 1980 darbesi sonrasında sosyalist hareket içerisinde yaygınlaşmış bir fikirler kümesinde izleri sürülebilir. dün turgut özalın asker kıtasını şortla denetlemesinde bir sivilleşme fırsatı görenler ya da demirelin değişiminde demokratikleşme imkânı arayanlar ayaklarını hep bu fikirler kümesine basmaktaydılar. günümüzde akpnin temsil ettiği hegemonik projenin yarattığı efsunlu havanın sol liberalizmin yelkenlerini bir hayli şişirdiği ise aşikâr. akpnin ordu ve bürokrasi içerisindeki neo-kemalist unsurları tasfiye etmeye soyunması ve tesis ettiği neoliberal hegemonya, kimilerince yukarda anılan ekonomist-vülger bir marksizan zaviyeden bir burjuva demokratik dönüşüm olarak algılanabiliyor. buna göre akpnin temsil ettiği otantik burjuvazi kemalist eliti tasfiye ediyor, tasfiye ederken de ister istemez demokrasinin önünü açıyor. dolayısıyla bugün akpye eleştirel bir destek sunmak, yetmese de evet demek gerekmektedir. zira akpnin temsil ettiği toplumsal-siyasal güçlerin zaferi, solun da istifade edebileceği, demokratikleşme yönünde bazı gedikler açabilecektir.
fazla uzatmayalım. bu yazı sol liberalizm hakkında bir analiz olma iddiasında değil. burada önemli olan, sol liberalizmin hâkim sınıfın şu ya da bu kesimine ilericilik, demokratiklik, millilik gibi hasletler atfederek onun yanına yamanma, mücadelesini hâkim sınıfın o ehven-i şer addedilen kesimin mücadelesine bağımlı kılma tutumuna bir örnek olması. yani sol liberalizm, sosyalist hareketin siyasal ve örgütsel bağımsızlığını hâkim sınıf içi çekişmeler aleyhine feda eden politik tutumlardan biridir. tam da bu anlamda ulusalcı-kemalist sol ile kıyaslanabilir; çünkü sol liberalizm de ulusalcı-kemalist sol da esas itibariyle ezilenlerin mücadelelerine, emekçilerin kendi hayatlarını kurma ve yönetme iradelerine değil de egemenler arasındaki çekişmelerde pozisyon kapmaya odaklanır. her iki akım da nihayetinde sosyalist hareketi hâkim sınıfın şu ya da bu kesiminin politik-örgütsel bir uzantısı haline getirme riskini taşır.
sosyalist hareketin devletin ve sermayenin değişik akımlarına karşı kendi ideolojik, politik ve örgütsel bağımsızlığını savunması temel önemde bir meseledir. bu anlamda sol liberalizm ve ulusalcılık gibi ezilenlerin toplumsal mücadelelerini ve sosyalist hareketin örgütlü yapısını egemenler arasındaki kamplaşmalara yedeklemeye dönük akımlarla mücadele, karmaşık bir görevler bütünüdür. anti-kapitalist ufkumuzda, yani mevcut kapitalist medeniyete karşı bambaşka bir dünyanın gerekliliği hususunda sarsılmaz bir ısrarı gerektirir. i̇deolojik, politik, örgütsel düzeylerde sürekli bir yenilenmeyi, eleştirelliği gerektirir. sol liberalizmi eleştirirken onun yaslandığı vülger-ekonomist-evrimci marksist anlayıştan hemen hemen bütün solun etkilenmiş olduğunu unutmayalım. hâkim sınıfların ilerici, ulusal/antiemperyalist ya da demokrat kanatlarını keşfetme ve bunlara şu ya da bu ölçüde bel bağlamaya dair tarihimizde çok sayıda örneğin bulunduğunu da gözden ırak tutmayalım. yani sol liberalizm soldaki bazı grupların politik tutumlarından ibaret değil; hele hele slavoj zizekin deyimiyle herkesin az da olsa liberal olduğu bir devirde, sosyalist hareketin tamamına şu ya da bu ölçüde sirayet eden bir liberal girdiden bahsetmek gerekiyor.
dolayısıyla sol liberalizmin bir ihanet meselesi olmadığını, işimizin göründüğü kadar kolay olmadığını akılda tutmakta yarar var. satılmış kimi döneklerin, sorosçuların, fethullahçıların sosyalist harekete dönük bir komplosu filan değil sol liberalizm. söz konusu olan, tıpkı ulusalcı-kemalist sol gibi ayaklarını sosyalist hareketin teorik-politik-örgütsel geleneğinin kimi zaaflarına basan fikri-politik bir akım, eskilerin deyimiyle bir teorik sapmadır. onunla bir fikri-siyasi akım olarak ideolojik-politik düzlemde kıya sıya mücadele edilmelidir. elbette sol liberalizmin etki alanının gelişmesinde siyasetin stklaşması denilen, ve sadece türkiyede değil, arjantinden hindistana bütün dünyada yaşanan bir toplumsal sürecin etkileri vardır. ancak siyasetin stklaşması, bütünsel olandan parçalı-kesintili olana kayışı öngören projeci siyasetin yaygınlaşması, üç beş tane dönek solcuyu değil, sonuçları ve etkileri itibariyle hepimizi belirleyen bir süreçtir. bir komplo ve hainler aramayı, beğenmediğimiz kimi siyasal figürleri şeytanlaştırmayı bırakalım. bu oldukça kolay ama bizi fikren ve politik olarak fukaralaştıracak, yavanlaştıracak bir yol. sol liberalizmle gerçek bir siyasal hesaplaşma, kendi fikri-örgütsel kabullerimizle de hesaplaşmayı, sürekli bir ideolojik mücadeleyi gerektiren meşakkatli bir yol. mesela bu yolda 1980 sonrasında soldan bir demokratikleşme perspektifi geliştiremeyip demokrasinin bir sivilleşme meselesi olarak algılanır hale gelmesine teslim oluşumuzu sorgulamalıyız. yine örneğin aşamalı devrim anlayışının bugün dahi solda yaygın oluşunu eleştirmeliyiz. dahası, bu fikri akımın etkisinde bulunan kesimlerin tabanlarına da hitap etmek, onları da kazanmaya dönük bir çaba içerisinde olmak elzem. oysa öyle görünüyor ki solda kolay yol seçiliyor. birilerinin ne kadar satılmış olduğunu haykırmak, panel basıp işbirlikçilerin üzerine yumurta-boya atmak, hatta internette döneklere karşı sol kültüre yakışmayan galiz küfürler savurmak kapsamlı bir ideolojik-politik mücadeleye yeğ tutuluyor.
evet, solu yıpratmaya, tarihini itibarsızlaştırmaya dönük sistemli bir kampanya yürütülüyor olabilir. solda bazı gruplar kendilerini soldan ayırarak, hatta sola ağır hücumlar ederek kendilerini büyütme zehabına kapılmış olabilirler. bütün bunlar sol liberalizm eleştirisini küçümsememizi, bir ihanet, bir komplo meselesine indirgememizi haklı kılmaz. tekrarda fayda var: sol liberalizm, birilerinin satılmış ya da dönek olmasıyla, liboşluğuyla açıklanabilecek basitlikte bir olgu değil. sol liberalizmi bir komplo, bir turuncu devrim girişimi olarak görmek ve böyle davranmak aslında tam da solu itibarsızlaştırmaya dönük girişimlerin elini güçlendirebiliyor. adalet ağaoğluna yumurta atan gençler görüntüsü sola ne kazandırabilir? dahası, sol liberalizm eleştirisini döneklik üzerinden kurmak sol kamuoyu nezdinde ikna edici de olamıyor, olamaz. sol liberalizmi bir fikri-siyasal akım olarak değerlendirmek, onun düşünsel temellerini sorgulamak, tarihselleştirmek, kendimizi de sorgulamayı gerektiren hem fikri hem de pratik bir çabayı gerektiriyor. kimseyi şeytanlaştırmadan, küfretmeden, internette satılmışlar listeleri hazırlamadan, yumurta-boya atmadan gerçekleştirilebilecek, gerçekleştirilmesi gereken bir çaba. aksi yola, yani kolay yola sapmakla, her köşe başında hain aramakla sosyalist hareketi kendi elimizle itibarsızlaştırılmış, bayağılaştırmış olmuyor muyuz?