nasıl da ilgi duyardım bu "formül" kelimesine, beş altı yaşlarındayken. bende bir dahi izlenimi uyandırırdı bu kelime. ürettiğim herhangi bir çözüme biri "işte bu işin formülü budur" dediğinde kendimi einstein falan sanıyordum. ne formülmüş arkadaş! gerçi ben beş altı yaşlarında ne formülü üretecektim ki? geleceğe dönüşe bakar dururdum o yaşlarda...
ilk formülü görüşüm ilkokul bir zamanına denk geliyordu. matematiği yeni öğrendiğimiz zamanlar. öğretmenimiz bize dikdörtgenin çevresinin formülünü vermişti.
"çocuklar, dikdörtgenin çevresinin formülü a artı b'nin iki katıdır" anam anam! ne formül o öyle? sanki dikdörtgenin çevresini bulmakla dünyayı kurtaracağız! küresel ısınmanın önüne geçeceğiz!
gerçi benim ilkokul bir zamanım on yedi sene öncesi... küresel ısınma falan yoktu o zamanlar, ozon tabakası delikti bir tek, sonradan ne olduysa bu küre ısındı. formülünü de dikdörtgen çevresi bulmayla bile geliştiremedik biz.
şaka maka o dikdörtgenin çevresine formül diyen biz, artık üniversiteyi bitiriyoruz. elimizden bir yığın formül geçmiş. hala abidik gubidik işlemlere de formül diyoruz ama.
bu nasıl bir hayal kırıklığıdır?
hadi ilkokul, ortaokul formülleri çok basitti; anlarım. üniversite formülleriyle ben deney tüpleriyle dünyayı kurtaracağımı falan sandım gerçekten. sırf o yüzden saçlarımı da geleceğe dönüşteki doktor brown gibi yaptım. labaratuarda yüzde beş'e seyreltilmiş asiti deney tüpüne koymakla ben kimi kurtarayım?
hala mı dikdörtgen çevresini hesaplıyorum ben?
beni kim kurtaracak? beni kurtarmanın bir yolunu bulun artık. formül falan yok... bunlar formül değil arkadaş. el oğlu neler yapıyor, ben hala dikdörtgenin çevresini mi hesaplıyorum?