''...güçlü kuvvetli, enerji dolu, yaşama sevinci içinde genç robert browning bir bomba gibi patlamıştı elizabeth barret'in sessiz hasta odasında. ingiliz edebiyatının en ünlü aşk öyküsüdür onların aşkı. tiyatro oyunları yazılmış, filmler yapılmıştır bu konuda. nasıl mektuplaştıklarını, robert browning'in wimpole sokağı'ndaki bir evde divanda yatan elizabeth'i nasıl görmeye geldiğini, bu ziyaretten sonra üç ay içinde elizabeth'in mucize kabilinden nasıl yürümeye başladığını, gizlice evlenip floransa'ya kaçtıklarını herkes bilir. hatta virginia woolf'un the common reader'da dediği gibi, ingiliz şiirinin en önemli adları arasında olan bu iki şairden tek dize okumamış olanlar bile! virginia woolf'un flush'ı bu konuda son derece keyifli bir kitaptır. elizabeth barret browning'in çok sevdiği, italya'ya kaçarken beraberinde götürdüğü köpeğin yaşamöyküsünü anlatan flush'da bu aşk öyküsünü bir de o köpeğin açısından görürüz.'' **
--spoiler--
flush bahtsızlıklarını hep abartır. byron'cı okuldan o da -'il se pose en victime', kurban pozu yapıyor.
--spoiler--
--spoiler--
o öyle en hiddetli ve suskun haliyle divana uzanmış yatarken, kaşlarının altından onu seyreden flush, onu sonsuza kadar seveceğini anladı. hiçbir şey öyle basit değildir, işin içinde iş vardır. mr. browning'i ısırdı mı, onu da ısırmış oluyordu. nefret nefret değildir; nefret aynı zamanda aşktır da.
--spoiler--
--spoiler--
flush'un demek istediği açıktı. tazeyken bir düşman tarafından sunuldukları için pastaları yemeyi reddetmişti. şimdiyse bayatladıkları için yiyecekti, çünkü aşka dönüşen bir nefretin simgesiydiler.evet onları şimdi yiyeceğim demek istiyordu.
--spoiler--