bir zamanlar filistin'i anarşist komünistlerin* eğitim kampı, bir çeşit terör yuvası olarak görenlerin şimdi "filistin de filistin" diye yırtınmalarının arkasında yatanları öğrenmek, kısaca söyleşinin devamını okumak isteyenlere:****
--alıntı-- .
"her bir kurşun etime sıcak bir su damlası gibi giriyordu!"
... o 3 bin gençten biri de bugün ortadoğu, kürt meselesi ve islami hareketler üzerine yazdığı 30 araştırma kitabıyla tanıdığımız faik bulut. canını kurtarmış ama israil mezalimini iliğine kadar yaşamış. 21 şubat 1973'te, geceyarısı nahr el bared kampında israil ordusu ateş yağdırmış üzerlerine. o da sıkmış ne kadar kurşunu varsa, isabet edip etmediğini bilmeden... beş kurşun yemiş o çatışmada, sekiz arkadaşı yanı başında can verirken...
"her bir kurşun etime sıcak bir su damlası gibi girdi" diye anlatıyor o geceyi hatırlarken. ama bu acı, diğer acıların yanında gerçekten bir su damlası gibi kalmış. kurşunları çıkarmış israilli doktorlar, ama yaraların dikilmesine izin verilmemiş, ki iyice işkence yapabilsin diye sorgucular. meşhur filistin askısından tutun da dişleri çekilmiş köpeklere boğdurmaya, kaba dayaktan elektriğe kadar... o işkenceleri hatırladığında "ama biri vardı ki, işte o dayanılmazdı. buz gibi bir su, saatler boyu başınıza damla damla iniyor! delirmemek işten değildi" diyor. nasıl delirmemiş peki? davaya olan inancı sayesinde... bu öyle bir inanç ki, doktorların kurşunları çıkarıp açık bıraktıkları yaraları bir köpek gibi yalaya yalaya iyileştirmeye itecek kadar güçlü. işte şimdi 60 yaşında ve urfa'da yanımda bu anısını anlatabiliyorsa, hâlâ artık silahla değil ama kalemiyle kalpten filistin davasına destek verebiliyorsa bu inanç sayesinde!
faik bulut ile konuşmak istememin tek sebebi filistin konusundaki deneyimleri ve araştırmaları değildi. krizin ilk gününden beri içimi yiyip bitiren, "solcular neden meydanlarda yok? neden mavi marmara'da bir elin parmaklarını geçmiyorlardı?" sorularıydı. ama asıl merak ettiğim israil'de vuruşmuş, işkence görmüş, 7 yıl 2 ay hapis yatmış faik bulut neden o gemiye binmemişti?
söze "kim düzenlerse düzenlesin, filistinliler'e yardımın her çeşidini destekliyorum" diye girdi bulut. çok düşünmüş eyleme katılıp katılmamak için, ideolojik sebeplerden değil asla: "iki sebepten dolayı katılamayacağıma karar verdim. birincisi, geçmişteki tutukluluğumdan ötürü israil'e sokmazlardı, üstelik bir de koz vermiş olurdum ellerine, gemidekiler de zor durumda kalırdı.
geçmişte, gerek hizbullaha, gerekse fethullah gülene ilişkin yazdığım kitaplar nedeniyle islami kesimin bir kısmı kara bir propaganda başlattı hakkımda... sürekli düşmanca ve haksız iftiralar attılar üzerime. hepsini dava ettim ve davaları da kazandım. ama islami kesimde hâlâ bir önyargı var benimle ilgili. bu nedenle çağıracaklarına hiç ihtimal vermedim, zaten öyle de oldu.
"islami kesim filistin konusunda vicdani bir hesap vermeli."
.~peki o gemiye binmemenizdeki ikinci sebep neydi?
asıl bu ikinci sebep benim açımdan çok önemli. 1970'li, 1980'li yıllarda türkiye'den filistin'e gerçekten insani, vicdani, sosyalist bir bakış açısıyla, dayanışma için, direniş için, hiçbir karşılık beklemeden canını vermeye hazır 3 bin kadar insan gitti. biliyorsunuz, onların arasında deniz gezmiş ve arkadaşları da vardı... filistinlilerin yanında savaşan bu insanların çoğu değilse bile önemli bir kısmı hayatını kaybetti, şehit oldu. ama o dönemde islami kesim asla ve asla filistin meselesine sempati duymazdı ve desteklemezdi. sebep de ne? "filistin kurtuluş örgütü marksisttir, solcudur" diye. yani ideolojik tavırları nedeniyle... hani tek tük insan vicdanen "yardım edilsin. onlar da din kardeşimizdir" demiş olabilir ama genelde islami kesim öyle düşünmezdi. o dönemin islami medyası zaman zaman "bunlar teröristtir" diye haberler bile yapmıştı filistin'e gidenler hakkında... onlar o zaman devletin yanındaydı. ve israil'in değilse bile amerikan propagandasının, o komünizmi, solu bitirmeyi hedefleyen yeşil kuşak projesi nedeniyle etkisindeydiler. islami kesim ciddi bir özeleştiri, bir vicdan muhasebesi yapmadı bugüne kadar. sadece abdurrahman dilipak, iki ya da üç gün önce bir televizyonda, "biz galiba fköye destek verenlere haksızlık ettik" mahiyetinde bir laf söyledi, onun dışında başka bir şey yok. islami kesim bu konuda hem kendine, hem de halka vicdani hesap vermeli.
ne zaman ki hamas ortaya çıktı, yani siyasal islam devreye girdi, ki bu "siyasal islam" denilen hamas, aslında fköye karşı israilin ortaya çıkarttığı bir örgüttür
yani dinamik vardı, gövde vardı, zemin vardı bu başka, ama asıl onun yolunu açan arafat'a alternatif olarak dincilere, siyasal islamcılara, yani müslüman kardeşler geleneğine göz yuman israil'dir. israil, hamas'a dışarıdan para gelmesine göz yumdu, çok fazla cami açılmasına bir şekilde yardım etti. dini temelli sağlık kuruluşlarının, kültür ve eğitim kuruluşlarının açılmasına, yayılmasına dolaylı ya da dolaysız katkıda bulundu, ki bunu yalnızca ben söylemiyorum, israil'in istihbaratlarında da bunlar net olarak vardır. fransız iki yazar bunları belgeleriyle de ortaya koymuştur... mesela körfez savaşı nedeniyle suudi arabistan da fkö'yü dışladı, hamas'a yöneltti maddi yardımlarını. bu maddi yardımlar israil'in izni olmadan asla içeriye giremezdi. demek ki israil bu paraların, dolarların akmasına göz yumdu.
.~aynı amerika'nın afganistan'da usame bin ladin'i, el kaide'yi yarattığı gibi israil de haması mı yarattı?
evet, aynı! onlar sovyet tehdidine karşı el kaide'yi yaratmışlardı. israil de marksist arafat'a karşı islamcı hamas'ı yarattı... bir anlamda kaba bir benzetmeyle söylersek; türkiye'nin güneydoğusunda pkk'ya karşı hizbullah nasıl ortaya çıkarıldıysa, devletin bazı güçleri tarafından buna nasıl göz yumulduysa hatta desteklendiyse, aynı durum hamas için de söz konusudur... işte bütün bu sebeplerden ötürü bugün yaşanan olayları asla hazmedemiyorum. israil'de de bizzat yaşadım. hamas'ın bazı önderleri de hapisteydi... biz grev yapardık, haklarımız için. bu grevler de çoğunlukla açlık orucu olurdu. hamascılar "oruç ramazan ayının dışında tutulmaz" diye grev kırıcılığı yaparlardı. idare ile işbirliğinden kaçınmazlardı. bu yüzden çok feci kavga çıktı bir keresinde. bazı hamasçılar israilli gardiyanlarla bir olup, fkö liderlerinin, solcuların, ulusal kurtuluşçuların ellerini, ayaklarını kırdılar... türkiye'deki islami kesim işte bu hamas ortaya çıktıktan sonra başladı filistin meselesiyle ilgilenmeye. yani aşağı yukarı 1989-90'lardan itibaren.
otuz iki ülkeden insan çağırdılar ama o çağrılan milletvekilleri falan biraz işin süsüydü. dikkat edin, gerek gemi yola çıkarken, gerekse sonradan verilen demeçlerde bu açıkça görülüyordu. atılan sloganlar da hep islamla, dinle ilgiliydi... kuşkusuz bir toplumda dini güdülerin, motiflerin tabii ki etkisi var; ama dini ön plana çıkardığınız zaman bu olay genel insani yardımdan, insanlıktan çıkıyor, dar anlamda bir ideolojiye dönüşüyor. filistinlileri mazlum olduğu için mi destekleyeceğiz, müslüman oldukları için mi? onlar insanlık adına değil, müslümanlık adına gittiler oraya. bunu ihh için söylemiyorum, genel bir islami anlayış açısından söylüyorum. tabii ki dünyanın her yerine, mesela filipinli müslümanlara gider yardım ederler. bu onların hakkıdır, o ayrı bir şey... malezya'daki müslümanlara yardım ederler, eyvallah. ama siz hiç bu insanların hor görülen, baskı altına alınan değişik dinden insanlara yardım ettiklerini gördünüz mü? mesela venezuela'da chavez'le dayanışmalarını? göremezsiniz. ama solcu chavez filistin'le, iran'la dayanışma gösteriyor. nikaragua, filistin için israil ile ilişkilerini diplomatik olarak kesti. ama islamcıların nikaragua devrimini desteklediğini gördünüz mü? demek ki onların müslümanlığı sadece kendilerine. bu yüzden de binmedim o gemiye...
hamas'ın geçmişini söyledim. buna rağmen ben orada haksız olana bakarım. haksız olan kimdir? israil'dir. filistin topraklarını işgal etmiştir, bir halkı açlığa mahkum etmiştir. dolayısıyla birleşmiş milletler'in yasalarına, aldığı kararlara göre de "işgal edilen her ülkenin silahlı direniş hakkıdır." yani hamas da direnmekte haklıdır, meşrudur. zalim olan, haksız olan, işgalci olan israil'dir. ama ben hamas'ın filistin'de iktidarı elde etmek için geçmiş dönemde israil ile nasıl işbirliği yaptığını unutmuyorum. islamizasyon programına geçirmek için kadınlara ne tür baskılar yaptığını, türban taksınlar, çarşaf giysinler diye yüzlerine nasıl asit attığını, kapanmaları için nasıl parasal teşvik yaptığını da unutmuyorum. bu yüzden de ciddi kavgalar oldu 1990'larda... hamas'ın el fetih ile arafat'ın posterlerini nasıl ayaklar altına alıp çiğnediğini de unutmuyorum. keza kendileriyle hiç kavgalı olmayan diğer marksist örgüt üyelerini nasıl tutukladıklarını, hâlâ onlara nasıl bir baskı uyguladıklarını da unutmuyorum. bunları da objektif, nesnel bakımdan belirtmekte yarar var. dolayısıyla hamas'ın bu islamcı perspektifi ile filistin kurtulmaz. ama bütün bunlar niye oldu? filistin'in esas yönetiminin çürümüşlüğü, yozlaşmışlığı, her türlü rüşvete ve yolsuzluğa bulaşmışlığı birinci sebeptir. bunu da iki taraflı bir eleştiri olarak belirtmemde yarar var...
"askeri bir eğitim almadan israil'e kafa tutmak kaba bir romantizmdir."
.~eğer gemide olsaydınız israil'e tavrınız ne olurdu?
herhalde yine direnirdim. ama ben gemi yola hareket etmeden önce, israil'in açıklamalarını dinlediğim andan itibaren böyle olacağını tahmin ediyordum. çünkü israil'i iyi tanıyorum. ama gemidekiler de bence tahmin ediyorlardı.
evet, bir kısmı öyle demeç verdi zaten, "şehit olmaya gidiyoruz" dedi. ama burada bizimle onlar arasında şöyle bir fark var; eğer askercilik oynanacaksa biz askeri eğitim almıştık ve elimizde silah vardı. ne yapacağımızı biliyorduk israil askeri birlikleriyle karşılaştığımızda... buna göre de tedbir alıyorduk. bunlarınki kaba bir romantizm! yani siz askeri bir organizasyon değilseniz, israil'e askeri bakımdan meydan okumanız romantizmdir. bu bir teknik ayrıntıdır, ama önemli bir ayrıntıdır; yani elinizdeki sopa ile askercilik oynayamazsınız...
evet. ne olacağı belliydi, çünkü birisinin elinde silah var, sizin elinizde de en iyi ihtimalle üç tane bıçak, dört tane sopa var. bu biraz istanbul'da çıkan olaylara benziyor. polisin elinde olan silahlar bellidir, göstericilerin elinde olan malzeme bellidir, ya taştır, ya sopadır. yani bu işin neticesi önceden belliydi. burada şu mu planlandı, öngörüldü, onu bilemiyorum tabii. biz her şeye rağmen kafamızı, gözümüzü yardıracağız, tutuklanacağız, ki tutuklanma hesaplarında vardı diye düşünüyorum, belki bu kadar sert yaralanmaları da tahmin ettiklerini düşünüyorum, ama ölümü düşünmüyorlardı. "işte, hükümet arkamızda nasıl olsa. hükümeti israil ile çatışmaya mecbur bırakırız, sürükleriz ve böylece denge değişir" diye düşünmüş olabilirler. ama öyle olmadı maalesef...
--alıntı--
tanım: faik bulut'un vatan gazetesi'ndeki söyleşisinin başlığıdır.
--alıntı--
unutuldu, unutturuldu... bugün kaç kişi biliyor ki, 3 bin türk genci filistin için savaştı, onlarcası da bu uğurda can verdi bir zamanlar. kimisi batı şeria'da, kimisi lübnan'da... hepsi sosyalistti, hepsi filistin özgürlük mücadelesine gönül vermişti. deniz gezmiş'ten tutun da cengiz çandar'a kadar saymakla bitmeyecek insan... ama içlerinde bir tane bile "müslümanlık" adına desteğe giden yoktu. tersine filistin dendi mi, uzak dururdu onlar, "filistin kurtuluş örgütü marksisttir, solcudur" diye...
--alıntı--
filistin için öldüğü söylenen solcuların gerçekte filistini zerre kadar umursamamaları ve asıl amaçlarının türkiye'de gerilla savaşı yapabilmek için eğitim görmek olması sebebiyle çok yerinde bir söylemdir. ayrıntılı bilgi için (bkz: hasan cemal kimse kızmasın kendimi yazdım)