Mekke devrinde nâzil olmuştur; beş âyettir. Fâsıla*sı ل harfidir. Adını ilk âyette geçen “fîl” kelimesinden alır. Konusu, Hz. Peygamber’in doğduğu yıl veya ondan biraz önce vuku bulan ve tarihte Fil Vak‘ası adıyla anılan Kâbe’ye saldırı olayıdır.
Fîl sûresinde Allah’ın “fil ashabı”na, yani Ebrehe el-Eşrem’e ve askerlerine ne yaptığı, onları nasıl helâk ettiği vurgulu bir ifadeyle belirtildikten ve böylece bu olaydan ibret almak gerektiğine dikkat çekildikten sonra tuzaklarının nasıl boşa çıkarıldığı ve onların, Allah’ın gönderdiği sürü sürü kuşların attığı taşlarla nasıl ezilmiş saman çöpleri veya böceklerin yediği yapraklar gibi ansızın yere serilip perişan edildikleri bildirilmektedir. Sûrenin üslûbundan Araplar’ın bu olay hakkında bilgileri olduğu anlaşılmaktadır; muhtemelen olayı görenlerin bir kısmı da hâlâ hayattaydı (bk. FiL VAK‘ASI). Nitekim Hz. Peygamber’i yalanlamaktan büyük zevk duyan müşrikler bu sûre inince böyle bir tepki göstermemişlerdir. Bu hususlar, Kur’an’ın asıl maksadının Fil Vak‘ası hakkında bilgi vermek olmadığını, Mekke müşriklerine bildikleri bir olayın acı sonucunu hatırlatarak islâm’ın sesini boğmaya çalışmayı, Kur’an’a ve Resûl-i Ekrem’e karşı düşmanca tavırlar sergilemeyi sürdürmeleri halinde kendilerinin de böyle bir cezaya çarptırılabileceklerini ihtar etmek olduğunu ortaya koymaktadır.
Fahreddin er-Râzî’ye göre sûrede Ebrehe ordusuna “fil erbabı” veya “fil mâlikleri” denilmeyip “ashâbü’l-fîl” (fil arkadaşları) denilmesi, Kâbe’yi yıkmaya kalkışanların filden daha akıllı olmadıklarına, hatta ondan daha aşağı ve ahmak olduklarına işaret eder; çünkü onlar bu kutsal mekânı yıkmak isterken fil o yöne gitmemekte direnmiştir (Mefâtîḥu’l-ġayb, XXXII, 98). Aynı müfessir, sûrede Ebrehe ve askerlerinin besledikleri kötü emellerin “keyd” (tuzak) kelimesiyle ifade edilmesine dayanarak onların sadece Kâbe’yi yıkmak amacını taşımadıklarını, çünkü önceden açıkladıkları için bunun tuzak olmaktan çıktığını, kelimenin genel anlamda Araplar’a karşı besledikleri kıskançlığı dile getirdiğini belirtir (a.g.e., XXXII, 99).
Tefsir kitaplarında sûrenin tamamı ve bazı kelimeleriyle ilgili değişik görüş ve açıklamalara rastlanmaktadır. Genellikle “bölük bölük, küme küme, farklı yönlerden gelip toplanan kuşlar” şeklinde anlam verilen ebâbîl kelimesini Ahfeş ve Ferrâ gibi müfessirler tekili bulunmayan çoğul kelime olarak düşünürken bazı müfessirler bunun değişik tekillerinden söz etmişlerdir (Yahyâ b. Ziyâd el-Ferrâ, III, 292; Taberî, XXX, 296; Fahreddin er-Râzî, XXXII, 100). Çeşitli rivayetlerde, kırlangıca benzetilen bu acayip kuşların sürüler halinde deniz tarafından gelip toplandıkları ve yalnız Fil Vak‘ası’nda görüldükleri belirtilir. Bu kuşların hortumlu ve pençeli, siyah, beyaz veya yeşil olduklarına dair muhtelif rivayetler vardır. Fahreddin er-Râzî bu rivayet farklılığını, kuşların değişik renklerine ve olayı görenlerin kendi gördükleri renkleri aktarmaları ihtimaline bağlar. Rivayetlere göre her kuş birini ağzıyla, ikisini de pençeleriyle taşıdığı, sûrede siccîlden olduğu belirtilen ve müfessirlerce mercimekle nohut arası büyüklükte gösterilen taşlarla yüklüydü. Siccîl kelimesinin etimolojisi ve anlamı da tartışmalıdır. ibn Abbas’a dayandırılan bir açıklamaya göre kelimenin aslı Farsça seng ü kîldir (taş ve kil) ve sûrede tuğla gibi taşlaşmış çamuru ifade eder (bk. SiCCÎL).
Sûrede, ebâbîl kuşlarının yağdırdığı bu cisimlerin tesiriyle saldırganların helâk edildiği bildirilmekle beraber bu taşların ve onları atan kuşların özellikleri hakkında bilgi verilmemiştir. Klasik tefsirlerde olay bütün unsurlarıyla bir mûcize olarak değerlendirilir. Bazı müfessirlerin ikrime’ye atfettikleri bir rivayette taşın vurduğu yerden çiçek çıktığı belirtilir (ibn Hişâm, I, 54; Taberî, XXX, 298-299, 303). Yine aynı kaynaklar, “Arap topraklarında çiçek ve kızamık hastalıkları ilk defa o yıl görüldü” şeklinde bir rivayet kaydeder. Muhammed Abduh, Ferîd Vecdî, Cevâd Ali gibi bazı çağdaş âlimler bu rivayetlere dayanarak olayı bir bulaşıcı hastalık salgını şeklinde yorumlamaya çalışmışlardır. Abduh’a göre kuşlardan maksat muhtemelen sinek, sivrisinek gibi mikrop taşıyıcı canlılar, attıkları taşlardan maksat da ayaklarına takılan mikroplu kurumuş çamurlardır; böylece Ebrehe’nin askerleri çiçek salgınına mâruz kaldıkları için bedenleri delik deşik olmuştur (Tefsîru cüzʾi ʿAmme, s. 157-158). Ancak dönemin güçlü felsefî akımlarından pozitivizmin etkisi altında ortaya konulduğu anlaşılan bu yoruma çağdaş müfessirlerin çoğu katılmadığı gibi ona karşı ciddi tenkitlerde de bulunmuşlardır (meselâ bk. Elmalılı, VIII, 6123-6144; Seyyid Kutub, VI, 3976-3979).
BiBLiYOGRAFYA
Yahyâ b. Ziyâd el-Ferrâ, Meʿâni’l-Ḳurʾân (nşr. Ahmed Yûsuf Necâtî – M. Ali en-Neccâr), Beyrut 1980, III, 291-292.
Hiç kimse ebrehe'nin fillerinin ve o devasa ordusunun Mekke yolunda ne işi olduğunu sormaz. Hiç kimse tek tanrı inancına sahip olan ebrehe neden kabeyi yıkmak istiyor diye de anlatmaz.
Ebrehe putperestler tarafından içi putla dolu olan kabe'nin kutsallığına inanmaz. Ama kendi inancı gereği kabeye saldırmaz, ona hakaret etmez veya hakarette bulunmaz.
Ama kendisinin yaptırdığı devasa kiliseye bir Arap girer kilisenin ortasına sıçar.
Bunun üzerine celallenen ebrehe inancına saygı duymayanların inancını yok etmek üzere büyük bir ordu kurup kabeyi yıkmak üzere yürüyüşe geçer.
ne kadar ürpertici ve allahın varlığına, birliğine delalet bir hadise.
--spoiler--
Elli iki gün var;
Muassaf vadisinde Ebrehe'nin ordusu,
En önde devasa bir fil, ardında altmış bin sefil,
Kabe'yi yıkmak için harekete geçiyor.
Daha adımını atmadan fil, Ebrehe'nin yol göstericisi Tufeyl,
Yaklaşıp kulağına bir şeyler fısıldıyor;
Mamut, sağ ve selametle geldiğin yere dön!,
Çünkü sen, Allah'ın dokunulmaz kıldığı memlekettesin
Ve Tufeyl'de çekilir dağlara
Ve fil dizlei üstüne çöker orduda bir kargaşa.
ne oldu bu file?, yönü başka tarafa çevrilince koşuyor,
Hem de delice bir süratle
Ama Kabe'ye doğru döndürülünce yüzü, kapanıyor dizlerinin üstüne.
Ucu sivri demirler sokuluyor burnuna, Mamut kalksın ve yürüsün diye,
Ama nafile
Tam o esnada gökyüzünde Yemen tarafında bir karartı,
Kapkara bir bulut gibi, deniz üzerinden git gide yaklaşan,
Yaklaştıkca netleşen bir karartı
Ve dehşetle açılan gözler
Ve sapsarı kesilen yüzler
Bir ses:
Dayana bilecekseniz bakın diyor. Çünkü,
Gökten Ebabiller yağıyor
--spoiler--