aynı anda birden fazla kişi tarafından gerçekleştirilen icatların sahiplerinden patent bürosuna ilk başvuranın sahip olduğudur, bu iki kişi birbirinden tamamen habersiz olsa da.
bu garip kavram sanat eserleri için de geçerlidir, bazı büyük müzisyenler eserlerinin kendilerine ait olmadığını iddia ederler. onları başkalarından duyduklarını, onlara başkaları tarafından verilmiş notalar olduğunu söylerler. bir çok ünlü sanatçının "ruhumu şeytana sattım" açıklaması da her ne kadar illüminatiye bağlansa da aslında bununla ilintilidir, fikrin mülkiyetinin sahibi olduğuna inanamamakla.
antropoloji holistiktir, tüm zamanlarda yaşamış olan veya yaşayan tüm insanlara ilişkindir ve insanlığın tüm boyutlarını kapsar. antropolojideki antroposin kavramı insanın geldiği noktayı ifade eder ve buna göre insanlık adına ne yapılmışsa tüm insanlık sorumludur.
iphone'u düşünelim. iphone'un oluşumuna birçok insan dahil oluyor ve birçok bilgi girip çıkıyor fakat bizler fikrin mülkiyetini steve jobs'a mal edebiliyoruz. oysa ki iphone, diğer her şey gibi kendinen önceki tüm teknoloji ve bilgi birikiminden faydalanılarak var ediliyor.
burada anahtar kelimemiz ilham almaktır, sanatçı eserini oluştururken ilham alır. ilham insanın zihninde oluşturduğu değil, maddesel dünyanın yanısıra tarihsel birikimi de araç kullanarak dışarıdan aldığı bir kavramdır. sanat eseri şimdiye tek tüm insanlığın var ettiği teknolojik ve kültürel birikimin bir sentezi olarak ortaya çıkar. bu durumda fikrin mülkiyetinin ne kadarı sanatçıdadır? eserin ne kadarı işçilik, ne kadarı fikir ve bu fikrin ne kadarı ilhamdır? bu durumda fikrin mülkiyetinden ve bir sanatçıdan söz edebilir miyiz? ilhamı ilk alan kişi mi fikrin mülkiyetine sahiptir?
ilhamın gökten zembille insan beynine inen bir kavram olmadığı, toplumsal birikim sonucu ortaya çıktığı aşikarken, fikrin mülkiyetini tüm insanlık yerine bir kişi mal etmek doğru mudur? sanmıyorum. bu yüzden antropolojide insan değil tüm insanlık incelenir, bu yüzden iphone'un mülkiyeti steve jobs'ın değil tüm insanlığındır.
bunları okuduğunuzda toplumdaki başarıları kendime mal ediyormuşum gibi bir izlenim oluşabilir, bu yüzden şunu hatırlatmalıyım. toplumdaki gelişmeler kadar, yıkımlar da insanlığın ortak ürünüdür. adolf hitler'i dünyanın en kötü adamı ve yahudi soykırımını dünyanın en kötü olayı var sayarsak, bunun sorumlusunu birkaç nazi generali kabul edip onları mı suçlu bulacağız? önümüzdeki savaşlar ve zulümler için her daim başkalarını mı suçlayacağız?
birilerini ödüllendirirken de, birilerini suçlarken de yaptığımız en büyük hata sorumluluk almamak. bu yüzden insanlık tarihinin en büyük yıkımların ve zulümlerin sorumlusu aynı kişi, ve o kişi aynaya baktığında şunu söylüyor: ben yapmadım. *
Ürünler (burada sanatsal olandan teknik olana kadar geniş anlamda) Yığılım ve ilerleme olmaksızın ortaya çıkmaz. Her eseri bir kişi var eder ama her var edici ise geçmişinin ya da Yığılımının bir eseridir, bu şekilde bakıldığında var edici eserini ortaya koyan eserdir.
Bilimsel ve felsefi alanda geçmişin birikimi veya yığılımı ele alınmaksızın bir üründen bahsedilemez. Bilim, geçmiş ve mevcut olanın üzerine inşa edilir ve felsefe de "ileriye doğru okunur ama geriye doğru anlaşılır (ahmet arslan)"
Fikrin mülkiyeti hususunda en dişli kavram ise "ilham"dır. ilham tüm diğer etkenlerden bağımsız olarak mı gelir; yoksa dışarıdaki ve içerideki etkenlerden dolaylı mıdır? Bu soruya cevap verebilmek zordur. Zira ilham, dışarıdan bağımsız bir biçimde geliyorsa dahi tecessüm edişi geçmişin inşa ettiği yapılar içinde olur. Ama ilham, dışarıdan etkilenerek var oluyorsa bu kez de buna ilham demek pek doğru olmaz.
Nihayetinde bir sanat eserini var etmek için imkan sağlayan ilham, nereden gelirse gelsin o ilhamla orayaya çıkan eser yine geçmiş ve mevcut durum ve duygular veya insanlar ya da toplumlar yahut nesnelere ilişkin olacaktır.
Nihayetinde Tüm bu açılardan bakıldığında eser tamamıyla bir kimseye ait olamaz. En azından bu ürünü üretmeye iten sebepler, ürünün üretimi ve gösteriminden en az biri onun bir kişiye aitliğini ortadan kaldırır.