ülkesi lübnan daki iç savaş sırasında ülkesini terketmemiş, ama şarkıda söylemeyerek savaşı protesto etmiştir. sessiz direniş yaparak savaşı durdurmuş ve savaş bittiğinde yıkıntıların ortasında büyük bir konser vererek barışı kutlamıştır.
özellikle le beyrut şarkısı ülkesinin, savaşın, devrimin sesi haline gelmiştir. öyleki radyoda feyruz şarkı söylemeye başladığında müslüman ve hıristiyan çatışması ertesi güne kadar sonlanırdı.
doğu ve batı müziğinin feyruz un kadife sesiyle ahengi eşsizdir fikrimce. 81 yaşında şarkıları pek çok dile çevrilen, tekrar tekrar coverlanan dünyanın turkuvaz divasıdır.
şarkıcı veya sanatçıdan fazlası olan, bir ülkenin, bir ulusun elde kalmış son dayanağı, son harcıdır.
lübnanlılar için bu kadın iyi ve güzel günlerden kalan son namedir. din, mezhep ve etnik sebeplerle ayrılmış grupların tek ortak noktasıdır, tek ortak hafızasıdır bu hristiyan şarkıcı. li beyrut eserinde olduğu gibi, o beyrut'a, lübnanlılar ona sımsıkı sarılmalıdır. arap aleminin şahlanışını lübnan'dan başlayacak olduğuna inanan biri olarak (olursa tabi), lübnan'ın şahlanışı için kilit faktör bu kadındır. bu kadın tek başına koca bir ülkenin son kalan direği, kimliğidir. her ne kadar zamanında osmanlı dönemine karşı propoganda dolu filmler çekmiş olsa bile çok ama çok sever ve dinlerim kendisini.
deniz kenarında bir evi vardı dayımın ben küçükken, böyle ufka kadar gemilerin, şileplerin göründüğü bir deniz manzarası vardı. geniş ve "ilginç döşenmiş" bir salon bu manzaraya ev sahipliği yapardı, mersin'de sıcakların ortasında, çok eski bir müzik seti vardı burada. ne zaman gitsem bir kadının o çok güzel sesinden kısık sesle şarkılar dinlerken bulurdum dayımı, pencere kenarında oturarak. romantik adamdı vesselam, deniz sessizliğinde adını sanını bilmediğim bir kadının sesini dinlerdi. içim kıpır kıpır olurdu, o zamanlar adını bilmediğim bir duygu olan "hasret" duygusu sarardı küçük bünyemi.
evet o güzel sesli kadın feyruz'muş, çok sonra duydum adını. içimdeki hasret duygusu da memleket hasretiymiş, çok sonra anladım, lazkiye vardır bilir misin? deniz kenarında hani, iklimi ve coğrafi şartları mersin'e benzer, hani bazen ölüm haberlerinin geldiği cennet memleketim lazkiye.
zamanında göç etmişler oradan türkiye'ye, hatay, adana, mersin hattına yerleşmişler, teyzem hatay'da kurmuş düzenini, biz adana'ya göçmüşüz dedemlerle, dayım mersin'e gitmiş. yurt bellemişler Türkiye'yi de elbet, ama çocukluklarının geçtiği anayurtlarını unutmamışlar, dilleri değişmiş, ananeleri değişmiş ama duydukları özlem zerre azalmamış. hüzünlerini feyruz'la dile getirmişler; sevinçlerini, eğlencelerini -adını yine çok sonradan öğrendiğim- samira tawfik'le süslemişler, samira tawfik, suriye'nin türkan şoray'ı. asfur'la uyutmuşlar çocuklarını, bizi. ezberlemişiz şarkıları ister istemez...
en büyük mirasları sıla, gurbet, hasret oldu onların, gitmediğimiz topraklardan duyduğumuz "gel" çağrıları duyar olduk sonra, tam gidilecek olmuş, hicaz demiryolu yeniden açılmış, "kan! kan! ölüm! katliam!" sesleri bastırmış o " gel" çağrılarını.
şimdi ben, türkçeyi arapçadan fersah fersah daha iyi bilen kardeşiniz, hüzünlerimi feyruz'la dile getiriyorum bugünlerde, samira tawfik'i dinlemek içimden hiç gelmiyor. Suriye'yi özlediğim gibi, mersin'i, o belli belirsiz duyduğum feyruz sesini de özlüyorum.
bu da böyle bir hüznümdür işte...
buraya kadar okuyan arkadaşlarım, teşekkür ediyorum.