Sanırım 8-10 sene önce show tv de günlerce ülkeyi nasıl ele geçireceğini anlatıp duruyordu... yavaş yavaş... acelemiz yok gibisinden... polis raporlarında polis lise ve akademilerindeki örgütlenmesi içişleri bakanlığı raporlarında da yayınlanmıştı... zat-ı alimde bu raporları ve daha fazlasına vural savaşın (bkz: irtica ve bölücülüğe karşı militan demokrasi) adlı kitabında okumuştum.. sonuç : bizden uzakdur hoca, hatta şimdi amerikada ya get out of my country!
doğru söyleyen dokuz köyden kovulurmuş hesabına türkiyeden zorla kaçırılan insan. nazım hikmet bırakın ülkeden ayrılmayı, vatandaşlıktan atıldı ama sonra aynı ülkede ölümününde bir süre sonra "nazım hikmet yılı" ilan edilip kutlandı. aynı şekilde neden yılmaz güney başlığına "ülkeden kaçan korkak" gibi entryler girmiyorsunuz? işinize gelmiyor çünkü. süleyman demirel darbeden sonra sürgüne yollandı aynı kafasızlık örnekleri çıktılar hain ilan ettiler süloyu, sonrada cumhurbaşkanı olunca ellerinden gelen yalakalığı yaptılar. bunları bile bile amerikaya kaçtı geyikleri yapan insan aptaldır yada vicdansızdır. biz işte böyle bi ülkenin evlatlarıyız. kim hakiki kim sahtekar bir gün o da belli olur.
şakadır efendim şaka.
hatta yalan beyannattır.
ayrıca kendisinin dezenformayona gittiği düşünülmektedir de, doğrudur. zira "gülen" değil "ağlayandır".**
isik evleri adı verilen f tipi örgüt evlerinde yetişip emperyalizme hizmet eden nursuz gölgelerin pek bir sevdiği kişi.
bu ülkeye "meyvasını kendi toprağına döken, kendi ülkesine hizmet eden" zihinler gereklidir, "hristiyan ve yahudilerin peşinde düşe kalka maskara olanlar" değil.
soyunu sopunu; kültürünü; atasını; tarihi konumunu; kendini bilen, ümmetçi değil ama memleketçi olan aydın insanlar lazımdır bu ülkeye.
Türkiyenin en önemli cemaat lideri.Ekonomik ve sosyal açıdan iyi yapılanmış ve bu yapıyı devam ettirmekte mahir kadrolara sahip Risale-i nur lideri.
Dinlerarası diyalog kelimesi dünya siyasi ve din politik tarihine ilk olarak evangelistler tarafından ABD de sölenmiştir.
soru 1: Bilin bakalım dinlerarası diyalog lafını hangi cemaat lideri sölemiştir.
soru 2: Bu kavramın inancını paylaşanlar (bakın bu kavramı kullananlar değil soruyu okuyan kişi yanılma) nerde yaşamışlar ve yaşamaktadırlar.
Neyse ya az önce onlarca satır yazdım bu şahsiyeti anlatmak için.Kısaca şunu söylemeye karar verdim;
ikiyüzlü, sahtekar, riyakar ve bilumum bişi.Üzüldüğüm şey bu insanın peşinde onlarca, yüzlerce hatta onbinlerce insanın koşması, inanması.
ahlaktan bahsedip akp'yi destekleyen, islam birliği martavalı okuyup amerika'nın en büyük müttefikleri olduğunu söyleyecek kadar acaip bir insan, yaşlılıktan herhalde.
bu arada, bunların dininde hortum, dolandırıcılık, iki yüzlülük, insanları sömürmek ve sömürgecilerin önüne atmak vs günah değildir.
her ne kadar sonradan kıvırmaya çalışsa da ırak'ta ki direnişçilere "teröristler" demiştir... a.b.d'de ki çiftliğinden emperyalizm'e / a.b.d'ye karşı savaşan müslüman bir halkı kollamak göt istiyor galiba... "tanrı amerikayı korusun adamım" he mi?
kürt sait'in ağlak zavallı çömezi. 65te kürtçülükten gözaltına alınan, din hakkında zifiri evlerinde kürtün zırvalarından başka bi b.k okutmayan insanımsı. beyinleri ziftle yıkanmış ekserisi dangalak, abileri veya ablalarıyla oturup misal farabi, gazali, arabi, mansur vs.. asıl din alimleri hakkında yarım saat bile konuşamamam da ayrı bir trajikomedi konusudur!
Ln sizin içyüzünüzü bilmeyen mi kaldı olaya aşina olup da???
- para teklif etmiyor musunuz bilgi seviyesi yüksek adamlara size çalışması için???
- altına araba çekmiyor musunuz???
- florya'da, o dandik (bkz: bellona) kanapeli zifiri evlerinize hiç benzemeyen, ultralüx evlerde yaşatmıyor
musunuz???
- Kurum içinde üni. 4'e gelmiş hatunlarınızı listeleyip abilere ayar çekmiyor musunuz???
- Atatürk'ün en büyük düşmanı değil misiniz???
- Bağımsız çalışmaya başlayan kızlarınızı atmıyor musunuz evlerden???
- Sizinkine uymayan fikirleri öne süren çocukları yıllar geçse de yükseltiyor musunuz abiliğe, ablalığa???
- Laf arasında dahi Hocaefendi demeyenleri uyarmıyor musunuz???
- Kaç tane başı açık ablanız var???
- Abla olmanın asıl şartı bilgi değil kapanmak değil mi siz de???
- Marmara Üniversitesi çevresinde karı kız düdükleyen abilerinizin sayısı kaç???
- insanların fakirliklerinde max. ölçüde faydalanmak en büyük yolunuz değil mi???
vs...
bunların hepsi bizatihi gerçektir!!!
Ama şimdi eğri oturup doğru konuşmak ve bu adama gönülden inananlara da kızmamak lazım. çünkü külliyen cahiller bunlar, okudukları kitap toplasanız 20yi geçmez, beyinleri yıkanmış, kendileri araştıramayacak kadar geri zeka seviyesine sahip oldukları için de onlara ancak ''acımak'' lazım gelir.
Ama bir de bu ağlakzadeye, amaçlarını bildiği için inanan, kendisi gibi bölücü ve insanların arasına din yoluyla nifak sokucu güruh var ki, işte mahşer günü Allah'ın laneti o şerefsizlerin üzerine olacak, kürt saitleri de, fethullahları da cayır cayır yanacaklar!
içinde üç gün üstüste sabah namazı kılınmayan bir eve buldozerlerle girmek haktır!!
bu sözü yakından tanır fethullahın dindar ve hümanist kulları!!
ırak'ta ki direnişçiler adaleti geciktirdikleri için terörist sayılmalıdırlar!!
bu sözü de yakından tanır Amerikan köpekleri!!
Yazsan sayfalar tutar bu vatan hainleri hakkında, bunlar sadece benim bizzat şahit olduğum vak'alardır. girin google'dan araştırın devamını bir zahmet!!
namaz kılan her insanın kendisini sevdiğine inanılması gibi bir yanılgıya sebebiyet veren şahıs. merak etmeyin dinci dediğiniz birçok kısımda da kendisini sevmeyenler vardır. o yüzden her gördüğünüz dindara fethullahçı demeyin, yanılgıya düşersiniz.
okunması gereken yazıları koyuyorum;
f.gülen : fetullah gülen' in gizli tarihi
ankara dgm tarafından hakkında gıyabi tutuklama kararı verilmesi, bu kararın istanbul'da kaldırılması ve buna genelkurmay başkanı kıvrıkoğlu'nun sert tepki göstermesi fethullah gülen'i yeniden gündeme oturttu.
son yıllarda okulları, 'ışık evleri', siyaset ve medya dünyasıyla olan ilişkileriyle tanınan gülen'in uzun yolculuğu nur tarikatıyla başladı.
said nursi 23 mart 1960'ta şanlıurfa'da yaşamını yitirince, tarikatı, "bundan sonra ne olacak?" kaygısına düstüler. nurcuların bir kesimi, cemaatin başına bir kişinin seçilmesini isterken, bir kesimi de said nursi'nin en yakınlarından oluşan bir 'istişare heyeti'nin kurulmasını ve bu 'ağabeyler konseyi'nin hareketi yönlendirmesini uygun görüyordu. bazıları ise siyasi bir teşkilat kurmayı, bazıları da devlete başkaldırıp silahlı mücadele verilmesini önerdi.
tahiri mutlu, mustafa sungur, ceylan çalışkan, hüsnü yeğin, bayram yüksel, mehmet fırıncı gibi 'nur cemaatinin ağabeyleri', içlerinde 'en cevval ve en fedakar' gördükleri zübeyir gündüzalp'i bu hareketin başına seçtiler. kendileri de, zübeyir gündüzalp'in altında bir istişare heyeti oluşturdular. zübeyir gündüzalp'in lider seçilmesi, cemaatin içindeki tartışmaları bitirmedi.
nursi'nin sağlığında başlayan 'yazıcılar-okuyucular' bölünmesi bu kez açıkça ortaya çıktı. said nursi'nin ölümünden ve 27 mayıs ihtilalinin gerçekleşmesinden sonra bu karışıklık daha da büyüdü.
'yazıcılar', hüsrev altınbaşak önderliğinde ayrı bir grup haline dönüştü. altınbaşak, tahiri, hulusi bey, demirel'in de akrabası olan islamköylü hafız ali, mübarek mustafa, santral sabri gibiler 1930 ve 1940'larda, said nursi'nin yazmış olduğu risaleleri bizzat el yazısıyla kaleme alarak çoğaltmışlardı. bu yazma ve yazarak çoğaltma işini yapanlar nurcular arasında 'yazıcılar' diye anıldılar. zübeyir gündüzalp, ceylan çalışkan, mustafa sungur, bayram yüksel, mehmet fırıncı, mehmet emin birinci ve bekir berk gibi isimler ise ikinci kuşaktan nurculardı. cemaate sonradan katılmışlardı. bu ekip, nursi'nin eserlerini latin harfleriyle kitap halinde basıyordu. bu nedenle onların adı 'okuyucular'a çıkmıştı.
bir başka lider adayı mehmet kayalar, etrafındakileri silahlandırma çabası gösteriyordu. o, 'okumakla-yazmakla' değil, 'silahla' nurculuğun yaygınlaşacağı inancındaydı. mehmet kayalar gibi düşünen bir başka isim de elazığ'dan müslüm gündüz'dü. gündüz'ün kayseri tarafında yandaşlarıyla atış talimleri yapacak kadar işi ileri götürdüğü söyleniyordu. bir başka aday ankara'dan said özdemir'di. nurcular için önemli bir 'ağabey' olan said özdemir, cemaat içinde oldukça etkili bir isimdi. daha sonra nurculuğun 'tenvir' kolunu oluşturacak olan said özdemir'in ankara'da adamlarıyla silahlı dolaştığı söylentisi de yaygındı.
o dönemde bir lider adayı daha gizli hazırlıklar içindeydi: erzurumlu bir vaiz olan fethullah gülen. nurculuğun erzurum'da en etkili ismi mehmet kırkıncı hoca, osman demirci hoca (ap'nin nurcu milletvekili) ve muzaffer aslan sayesinde cemaatle tanıştı ve onlara katılmak istedi.
1963-66 yılları arasında edirne ve kırklareli'nde görevli olduğu dönemde, camilerde yaptığı konuşmaları yoluyla etrafında insanlar toplamaya başlamış, nurcuları ve diğer dini çevreleri etkilemişti. hep ağlayan, bazen kendini yerden yere atan konuşma tarzı ite dikkatleri üzerine çekiyordu. okuyuculuk, yazıcılık, silahlı mücadele gibi tarzlardan ayrı olarak 'hitabet' yoluyla etkiliyordu çevresindekileri. bir başka tarz daha geliştirdi: açıkça nurcu olduğunu söylemedi, nurcu ağabeyleriyle hep mesafeli bir temas içindeydi, konuşmalarında said nursi'nin adını pek kullanmadı. daha edirne ve kırklareli'ndeyken cemaatin içinde yeni bir tarzın temsilcisi olmayı, etrafında yetiştirdiklerini devletin önemli kademelerine yerleştirmeyi hedefliyordu. diyanet işleri başkan yardımcısı yaşar tunagör'ün teşvikiyle fethullah gülen 1966'da izmir'e tayin edildi ve orada hedefine uygun ve kendine has bir örgütlenme içine girdi.
'yazıcılar'ın lideri hüsrev efendi, hareket içinde saygın bir kişiydi. onun etkisiyle 'yazıcılar', denizli, kütahya, eskişehir, izmir gibi yerlerde ağırlıklarını hissettiriyordu. ege bölgesi yazıcıların kalesi oluvermişti. fethullah gülen ve yeni oluşan çevresi de, 'yazıcılar'la birlikte hareket ediyordu. bunun üzerine 'ağabeyler konseyi'nden zübeyir gündüzalp, mehmet fırıncı ve bekir berk, ege bölgesine gitti. çoğu yerde dersanelere alınmadılar, kimi yerde tartışmalar, kavgalar yaşandı, kimi yerlerde ağır hakaretlere maruz kaldılar.
zübeyir gündüzalp, ancak daha planlı ve merkezi bir yönetimin ihtilafları çözebileceğini düşünüyordu. istanbul'a dönünce süleymaniye'de kirazlı mescit sokağı'nda bulunan 46 numaralı evi, nurcuların merkezi olarak tahsis etti. mehmet fırıncı, m. emin birinci, daha sonra aralarına katılacak olan mehmet kutlular, kirazlı mescit sokağındaki evin müdavimi oldular. cemaatle ilgili kararlar, said nursi'nin eserlerinin basımı, açılan dersanelerin tespitleri hep bu evde düzenlendi. öyle bir zaman geldi ki, cemaat bu evle anılır oldu: kirazlı mescit cemaati...
1960'lı yılların sonlarında necmeddin erbakan'ın odalar birliğinden demirel'in emriyle atılması olayı bütün islami kesimleri olduğu gibi nurcuları da etkiledi. 'mason' bilinen demirel'in, 'müslüman' bilinen erbakan'a karşı gösterdiği bu tutum, genelde bütün islami çevrelerde büyük tepki oluşturmuştu. müslümanlara hitap eden bir parti düşüncesi de bu olayla birlikte gelince, bütün islami kesimler heyecanlandı. ardından gelişen hatice babacan olayı bu süreci daha da hızlandırdı. hatice babacan'ın başörtüsü yüzünden ilahiyat fakültesinden kovulması islamcıları ayağa kaldırmıştı. bu olay islamcı kesimler arasında ap'ye olan güveni azalttı ve yeni parti kurma görüşü destek kazandı. ancak nurcuların 'ağabeyleri' içinde parti konusunda bir birlik yoktu ve bazı' ağabeyler' erbakan ismine çok sıcak bakmıyordu.
nurcu-mhp savaşı
bu süreçte nurcular erbakan'dan endişelenirken, karşılarına mhp çıktı. mhp, islamcıların desteğini sağlamak amacıyla onları partisine davet ediyor, oy vermeyecekleri de mason uşaklığıyla suçluyordu.
mhp'liler hüsrev altınbaşak'la da görüşmüşler ve yazıcıların desteğini almışlardı. fethullah gülen'in tavrı da onlardan yanaydı. bir anda ısparta, kastamonu ve elazığ'daki nurcular mhp'ye tam destek sağladılar. ankara, adana, yozgat gibi illerde de bir grup nurcu mhp'ye sıcak davranıyordu. bunun dışında alparslan türkeş, nurcuların arasına adamlarını sızdırdı. türkeş'in nurcular içindeki adamları nur derslerinde "başbuğun risale-i nur okuduğunu, ileride tam bir nurcu lider olacağını" yaydı.
zübeyir gündüzalp, liderliğindeki ağabeyler konseyi mhp'nin bu müdahalesine karşı çıktı. bu ekip, yayınladığı "tarihi vesikaların ışığı altında islami hareket ve türkeş" adlı bir kitapla mhp'ye açık tavır aldı. bu eser aynı zamanda nurcuların ilk siyasi kitabıydı. bu kitapta, türkeş'in aslında m. kemal ve inönü'den farklı olmadığı, din konusunda onlar gibi düşündüğü, arapça ezana, çarşafa karşı çıktığı kendi sözleriyle aktarıldı. kitap, gündüzalp'in talimatıyla türkiye'nin her tarafına gönderildi ve nurcuların mhp'ye oy vermemesi için geniş bir kampanya yürütüldü. said nursi'nin chp'ye karşı dp'ye oy verdiği, ap'nin de dp'nin devamı olduğu tekrar hatırlatıldı.
fakat bu ilk açıktan muhalefet bir takım sıkıntıları ve tereddütleri de beraberinde getirdi. kimi yerde "mhp'ye karşı olmak ve onlarla uğraşmak cemaate zarar verir dendi" ve broşürün dağıtımına karşı çıkıldı. mhp aleyhtarı kampanyaya karşı çıkanlar arasında ilginç bir isim vardı: fethullah gülen.
fethullah gülen, o sırada izmir ve ege bölgesinde vaazlarıyla ağırlığını hissettirmeye başlamıştı. nurculann önde gelenlerinin tavsiyelerine pek uymadığı da görülüyordu. ağabeylerden mustafa sungur ona "nur dersaneleri aç" demesine rağmen, fethullah gülen bu isteğe başlangıçta uymadı. daha sonra yakınlarından mustafa birlik ve mehmet metin ile birlikte kendine özgü, sonraları "ışık evleri" diye anılacak olan dersaneleri açmaya başladı. üstelik said nursi'nin kitaplarını değil, sadece kendisinin hitabetini ön plana alan bir çalışma tarzı tutturdu.
fethullah gülen'in konuşmaları kasetlere alınıyor ve bu kasetlerle özellikle ege bölgesinde hem taraftar, hem de para sağlanıyordu.
abdullah yeğin, hulusi efendi, şerafettin kartal, bayram yüksel ve diğer önemli nurcu ağabeyler "bantla hizmet olmaz" diye bu örgütlenme tarzına karşı çıktılar. buna rağmen, fethullah gülen bu tarzda ısrar etti. kemal erimez, mustafa birlik, ilhan işbilen, cahit tuzcu, bekir akgün, mustafa asutay gibi bölgenin ileri gelen nurcuları da fethullah gülen'in yanında yer aldılar.
fethulfah gülen, nurculuğun içinde bir 'fethullahçılık' oluşturma çabasına girmişti. üstelik fethullah hoca vasıtasıyla cemaate katılanların bazıları fethullah hoca'va mehdi, hz isa, kahtani qibi manevi sıfatlar yakıştırıyorlardı.
fethullah gülen, 'ağabeylere' ilk muhalefet bayrağını mhp'ye yönelik savaşın hizmete yakışmadığını ifade ederek, açtı.
erbakan etrafındaki hareketlenme de, nurcuların zeminini önemli ölçüde etkiliyordu. özellikle ankara'daki nurcuların erbakan'ın yanında yer alması, istanbul'daki nurcuları kızdırdı. bu yüzden ittihad gazetesinde ap yanlısı yayınlara ağırlık verildi ve yeni parti kurmak isteyenlerin aleyhinde yazılar çıkmaya başladı. bu durum ise bir anda yeni parti kurmak isteyenlerin tepkisini çekti.
12 ekim 1969'da yapılan seçimde konya'dan bağımsız adaylığını koyan necmettin erbakan milletvekili seçilince, ap içinde kendine yakın kimi milletvekilleriyle yakınlaştı. tevfik paksu, hüsamettin akmumcu ile kurulacak parti için birlikte çalışmaya girişti. tevfik paksu, hüsamettin akmumcu ve arkadaşları, nurculardan açıkça destek almaya çalıştıkları için beklemek zorunda kaldılar.
zübeyir gündüzalp, paksu ve arkadaşlarına yüz vermedi. buna rağmen erbakan ve arkadaşları "hak geldi, batıl zail oldu" ayetini slogan haline getirerek 26 ocak 1970'te milli nizam partisi'ni (mnp) kurdu.
anayasa mahkemesi'nin mnp hakkında kapatma davası açması da o güne kadar partiye mesafeli duran birçok nurcunun "islam'ın partisi olduğu tescil edildi" diyerek, mnp'ye yönelmesinde etkili oldu nurcuların tabanında çatlamalar ve kaymalar olmuştu. bilhassa küçük şehirlerdeki, kasaba ve köylerdeki nurcular, mnp'nin saflarında faal olarak çalışıyordu.
zübeyir gündüzalp ölünce
12 mart 1971 muhtırası nurcuları da tedirgin eden bir darbe oldu. muhtıradan hemen sonra, 2 nisan 1971 'de cemaatinin lideri zübeyir gündüzalp öldü. otorite, kontrol ve yönetme yeteneğine sahip zübeyir gündüzalp'in boşluğu doldurulacak gibi değildi. nurcu yeni asya cemaati için, "bundan sonra ne olacak?" kaygısı yeniden başladı.
12 mart yönetimi genelde nurcuları kollamasına rağmen, izmir'de fethullah gülen ve mustafa birlik tutuklandı. bekir berk onları savunmak için izmir'e gitti, itiraz dilekçelerini yazdıktan sonra balıkesir'e geçti ve orada bir 'nur ayini' sırasında yakalandı.
tutuklanan bekir berk, izmir sıkıyönetim komutanlığına sevkedildi. bademli askeri hapishanesinde nurculuktan içeriye alınan dört gruba mensup elli üç kişi vardı. bekir berk ve diğerleri açıkça nurcu olduklarını söyleyip müdafaa yaparlarken, fethullah gülen ve mustafa birlik nurcu olduklarını gizlediler. ama bunun bir faydası olmadı; bekir berk 1 yıl ceza alırken, fethullah gülen ve mustafa birlik üçer yıla mahkum edildi. diğerleri ise beraat etti.
erbakan ve arkadaşları 12 mart'tan sonra msp'yi kurdu. msp kısa zamanda örgütlendi ve ilk seçimde türkiye'nin üçüncü partisi olmayı başardı.
msp'den sonra yeni asya cemaati en büyük dini gruptu. fethullah gülen ise yeni asya cemaatinin içinde, adeta bir uçbeyi gibiydi. gülen, bağımsızlığını ilan etmek için uygun zaman kollayan bir küçük grubun lideriydi. zübeyir gündüzalp'in ölümünden sonra yeni asya cemaatinin yıprandığını, msp'nin ise gün geçtikçe güçlendiğini ve siyasi yönden de etkin olduğunu gözlüyordu.
kafasındaki hedeflere ulaşabilmek için, msp'nin atak, keskin ve hareketli gençlerine ihtiyacı vardı. msp'ye yakınlaşmak, uzun vadede fethullah gülen için daha yararlı olacaktı. bu düşünceyle msp çevresine adamları vasıtasıyla mesajlar gönderdi. yeni asya cemaatini eleştirdi, msp'nin gayretini övdü. böylece msp ile gülen arasında bir yakınlaşma başladı.
msp'liler bu durumdan memnundu. çünkü yeni asya cemaatini fethullah gülen vasıtasıyla bölmek, zayıflatmak mümkündü. erbakan, kurmaylarına "fethullah gülen hocamıza sahip çıkın, onun etrafında bulunun, yardımcı olun" talimatı verdi.
işte bu yakınlaşmayla fethullah gülen'in yıldızı parlamaya başladı. temelini attığı, alt yapısını oluşturduğu cemaat bir anda hareketlendi. izmir bornova camii'ne her taraftan akın akın insanlar gidiyor, cuma vaazları veren fethullah hoca'yı dinliyordu. vaazdan sonra misafirler, gülen cemaatine ait dersanelerde ağırlanıyor ve teyp kasetlerinden yine fethullah hoca'nın önemli vaazları dinletiliyordu.
yeni asya ileri gelenleri fethullah gülen ve cemaatini tamamen kopmaması için, fethullah gülen'in vaazlarından bazılarını 'hitap çiçekleri' adıyla kitaplaştırdı. fakat istenilen yakınlık kurulamadı.
bunun üzerine mehmet kırkıncı, mustafa sungur, mustafa bayram gibi ileri gelenler fethullah gülen'i ziyaret ettiler. ama artık kemikleşmiş bir çevre oluşturmayı başaran fethullah gülen, kendi hareket tarzında ısrarlıydı. kemikleşmiş taban msp'lilerden oluşmuştu. mustafa birlik, kemal erimez gibi nurculuğuyla tanınmış güçlü kişiler de fethullah gülen'in yanındaydı. msp teşkilatları fethullah gülen cemaatinin gelişmesinde hayli etkindi.
msp'liler her yerde fethullah gülen'in propagandasını yapıyorlardı. msp'lilere göre, fethullah gülen, diğer nurcular gibi değildi, aslında msp'liydi ama açıkça siyaset yapmıyordu.
gülen yeni asya'dan kopuyor
fethullah gülen "ortadaki insanlara" msp'lilerin teşkilatları sayesinde ulaşmayı hedeflemişti. daha henüz dikkate alınmıyordu, yeterince güçlü değildi ama bu yolda sessiz ve derinden ilerlemesini sürdürüyordu. en büyük avantajı, hitabeti, gözyaşı dökmesi, etkileyici yapısıydı. zaten yeni asya cemaati gibi, kendi cemaati de artık kamplara, dersanelere, dergiye, yurtlara, en önemlisi zenginliğe sahipti. yeni asyacılar gibi nurcuların şematik örgütlenmesini kurmuştu. o cemaatten tek farkı, yeni asya'yı bir heyet yönetirken, cemaati gülen tek başına yönetiyordu. o bir yıldızdı.
bu dönemde fethullah gülen devlete yakınlığını da ilan etmeye başladı. 1977'de yurt çapında yapılan yüksek islam enstitüleri boykotunu eleştirdi, "islam'da boykot yoktur" diye konuşarak boykotu kırdı ve gücünü gösterdi.
msp'lilerin tam desteğini alan, başka cemaatlerden de taraftar kazandığını gören, maddi ve manevi olarak güçlendiği belli olan ve yeni asya cemaatinin özellikle siyasi fanatikliği nedeniyle yıprandığını gören gülen, artık bağımsızlığını ilan etme zamanı geldiğini anlamıştı. yeni asya'yı çok siyasi olmakla, siyaseti hizmetin önüne geçirmekle suçlayıp, cemaatini yeni asya cemaatinden ayırdı. yeni asya cemaatinden bazı dersaneler de fethullah hoca'nın tarafına geçince büyük bir şok yaşandı. yeni asya cemaatinde tam bir şaşkınlık hakimdi.
fethullah hoca'nın gözü yaşlı vaazları çok etkili oldu. 1978'de yayınlamaya başladığı sızıntı dergisi etrafında oluşan beyin takımına sahipti. msp'lilerin teşkilatlarının desteği de buna eklenince fethullah gülen ve cemaati etkili bir cemaate dönüşmeye başladı. yeni asya cemaatinden kopan, ama msp'nin gölgesinde kalan fethullah gülen cemaati, bu hamlelerle cemaatler arasında üçüncü sıraya yükseldi. yazıcılar ve diğer nurcu gruplar zaman içnde etkinliklerini yitirmiş, çoğu fethullah hoca'nın cemaatinde yer almaya başlamıştı.
fethullah gülen yeteri kadar güçlendiği inancına varınca msp'lilikten de kurtulması gerektiğine karar verdi. yurt müdürlüğü, cemaatin çeşitli kurumlarındaki görevler, dersane sorumlukları gibi çekirdek kadrolar, msp'li olanların elinden alınıyor ve kendisini fethullahçı kabul edenlere devrediliyordu.
çoğu kimse bu dönüşümün farkında değildi. yapılan değişiklikler 'hizmette nöbet değişimi' olarak sunuluyor ve öyle değerlendiriliyordu.
fakat bir süre sonra msp'liler durumu fark ettiler. bu yüzden ortaya "msp'lilik-fethullahçlık" tartışmaları çıktı. 'nazik' başlayan tartışma giderek sertleşti. fethullah gülen 24 haziran 1980'de yaptığı bir vaazda isim vermeden msp'yi ve msp'nin yayın organı milli gazete'yi eleştirince, kapalı devre süren tartışmalar açığa çıktı.
bu olay, fethullahçılarla msp'lilerin ilk gerginliğiydi. bu sürede fethullahçılar msp'lilerin öfkesi ve görülmedik tepkisi yatışsın diye sessiz kalmayı tercih etti. bu süreç içinde kendilerini bu noktaya getiren msp'lilerin büyük bölümünü, bazı müridlerini de kaybetti fethullahçılar. ama, msp'lilerin öfkesi ve tepkisi zamanla yatıştı. iki taraf da birbirlerini 'kazanmak' düşüncesiyle hareket ediyordu. msp yönetimi fethullah gülen'e karşı açıktan tavır almamıştı. erbakan da, açıktan fethullah gülen'i hiç eleştirmemişti. ayrıca ülkedeki gelişmeler bu kavganın açıkça sürmesini de engeller. 12 eylül askeri darbesi sonucu msp kapatılır, erbakan da cezaevine gönderilir.
12 eylül 1980 darbesinin ilk günlerinde islamcı çevreler büyük bir korku yaşadı. fakat çok geçmeden durumun pek de korkulacak gibi olmadığını farkettiler. darbenin lideri kenan evren, neredeyse dini cemaatlerin yapmak istediklerini yapar hale gelmişti.
evren yurt gezilerinde yaptığı konuşmalarda ayetler, hadisler okuyor, islamı övüyordu. darbeciler, cemaatlerin desteği karşılığında okullarda dini eğitimi zorunlu hale getirdiler. buna karşı felsefe zorunlu ders olmaktan çıkarılıp seçmeli hale getirildi. evren'in bu tutumu dini cemaat ve tarikatları rahatlattı. ortam neredeyse tam aradıkları gibiydi.
darbeciler ve cemaatler ittifakı
12 eylül darbecileri de, özellikle anayasa oylamasına taban bulmak amacıyla, islamcı çevrelere hoşgörülü davrandılar. hatta kimi cemaatlerle de doğrudan ilişkiye geçtiler. nurcuların kimi ileri gelenleri, darbecilerle yakınlık kurmuştu. erzurum'da bulunan mehmet kırkıncı hoca bunların başında geliyordu.
mehmet kırkıncı hoca, kenan evren'e mektup yazarak neler yapılabileceğine dair önerilerde bulunmuş, darbecileri överek dualar etmişti. mehmet kırkıncı'nın demirel'e bağlı yeni asya cemaati içinde çok etkili olduğunu öğrenen darbeciler de ona yakınlık gösterir ve özel görüşmelerde kendisine yardımcı olacaklarını söylerler. kırkıncı hoca, fethullah gülen ile işbirliği yapınca, ortaya büyük bir güç çıkar.
fethullah gülen hakkında aranıyor afişleri asılı olmasına rağmen darbecilere tam destek veriyordu. sızıntı dergisinde askerleri öven başyazılar yazdı. darbeden bir ay sonra yazdığı 'asker' ile, daha sonra kaleme aldığı 'son karakol' başlığını taşıyan başyazılarda askerlerin 'tepe' bir varlık olduğunu söyleyerek, anadan doğma asker millet olduğumuzu belirtti. gülen'e göre, asker tam zamanında yetişmeseydi, "bütün millet olarak inkisar içinde ağlamadan başka çaremiz kalmayacaktı." ve gülen 12 eylül'den günümüze kadar 'ağlayarak' vaazların sürdürdü
küreselleşme sürecine uyum sağlamak isteyen ulusal-uluslararası düzeydeki kurumların pekçoğu kabuk değiştiriyor. hiç şüphesiz değişen bu kurumların başında da istihbarat örgütleri geliyor. değişen tanımlar ve kavramlara koşut olarak, istihbarat ve karşı istihbarat faaliyetleri artık nostaljik 007 kalıplarından oldukça uzaklarda. örneğin, dünya üzerindeki her türlü kitle iletişimini kontrol eden "echolon ağı", uzaydan her türlü görüntüyü sağlayan uydu sistemleri, klasik casusların tüm işlevini fazlasıyla üstlenmiş durumda. sanayi casusluğu hâlâ önemini korurken, istihbarat terminolojisinde yeni kavramlar, konseptler ön plana çıkmakta: "sosyal-ekonomik-siyasal-dinsel-kültürel istihbarat" kavramları gibi. istihbarat ve karşı istihbarat servisleri, gelişmiş ülkelerde eskiden olduğu gibi tam bir gizlilik içinde işlerini yürüten kurumlar değil artık. şimdilerde, dışişleri, içişleri, ekonomi-maliye, adalet bakanlıkları, kızılhaç, özel servis veren pilot üniversiteler, enstitüler, vakıflar, özel misyonu olan kardinaller, piskoposlar, hahamlar ve tüm misyoner örgütleri, yurtdışında yatırım yapan şirketler, yurtdışında temsilciliği olan medya kuruluşları ve haber ajansları ile de -gerektikçe- içiçe çalışılıyor. istihbarat servislerinin rolü, koordinasyon, finansman, lojistik destek ve yönlendirme ile sınırlı. artık hedef ülkelerde özellikle istihbarat-ajitasyon faaliyetlerinde deşifre olma riskine girilmiyor; bu iş genellikle doğrudan yada dolaylı olarak servisle ilişkili yerli işbirlikçilere, taşeronlara sipariş ediliyor. işte literatürde bu yerli işbirlikçilere-taşeronlara "etki ajanları", "yönlendirici ajanlar" ya da kapsamlı bir deyişle "nüfuz casusları" deniliyor.
halk deyimi ile "maşa" olarak da nitelendirebileceğimiz bu etki ajanlarının farklı işlevleri bulunuyor: kimi, politikacı, kimi gazeteci , kimi akademisyen, kimi diplomat, kimi hukukçu, kimi tarikat-cemaat şeyhi, kimi de yüksek bürokrat ya da işadamı olarak, önce madden-manen bağlı oldukları, aidiyet duygusunu ve güvencesini hissettikleri ülke adına tüm yetkilerini kullanıyorlar. bu bazen, devlet politikasının güdümlü olarak saptırılması; bazen, halkın din ve ırk duygularına bağlı olarak kin ve husumete sevkedilmesi; bazen, uluslararası ihalelerde devlet çıkarlarının gözardı edilerek bağlı ülke şirketlerinin tercih edilmesi; bazen tahkim örneğinde olduğu gibi çağcıl kapitilasyonların geri gelmesi amacına uygun olarak gerçekdışı bilgilerle kamuoyunun aldatılması; bazen, türkiye'nin en zengin işadamlarından birinin tüm mesaisini -diyanet işleri başkanlığına değil- fener rum patrikhanesi'ne hizmete hasretmesi ya da fethullahçıların papa, fener rum patriği ve batı kökenli hristiyan misyonerlerle halvete girmesi; bazen, kendi halkının can güvenliğinin hiçe sayılarak bergama'da olduğu gibi şaibeli şirketlerden yana tavır konulması ya da nükleer enerji ihalelerinin sonlandırılmasına karşın sözleşmede olmadığı halde halkın kıt kaynaklarını taraf yabancı şirketlere tazminat olarak aktarılmasının önerilmesi; bazen ab örneğinde olduğu gibi, "kopenhag kriterleri, tc anayasası'nın üstündedir" gibi söylemlerle ulus-devletin sona erdiğinin, egemenlik-bağımsızlık-ulusal onur-ulusçuluk gibi kavramların modasının geçtiğinin vurgulanması; şeriatçılara ve bölücülere sınırsız ve koşulsuz özgürlük isteminde bulunularak bunun "demokratlık" olarak lanse edilmesi; bazen hizbullahçılar gibi kanlı örgütlere yıllar boyu gözyumulması ya da her türlü organize suç örgütü ile çıkar ilişkisi içinde bulunulması; bazen kaddafi'nin bile önünde onursuzca boyun eğilmesi; bazen abd başkanı ile el-göz temasında bulunulmasının bile onurmuşçasına reklam konusu edilmesi; bazen ilgili devlet büyükelçisinin önünde bile bir türk siyasi liderinin el-pençe divan durması; bazen türk dünyasındaki türkiye'nin çıkarlarının örneğin fethullahçılar eliyle abd'ne devredilmesine seyirci kalınması ya da kuzey ırak'da, kosova'da, karabağ'da, doğu türkistan'da olduğu gibi soydaşlarımızın insani haklarına bile sahip çıkılmaması; bazen türkiye'nin etnik-dinsel haritasının ya da aile yapısının ortaya konulmasını öngören dış kaynaklı projelerle en mahrem bilgilerimizin bilimsel çalışma adı altında ilgili ülke istihbarat servislerine aktarılması ve daha pekçok, binlerce, onbinlerce onursuz işbirliği örneği!..
kısaca, etki ajanları görüldüğü gibi bir değil, onbinlerle. onlar aramızda, üstelik bizi yönlendiren, yöneten her yerde... kimi "şeriatçı", kimi "ülkücü", kimi "sosyalist", kimi "kürtçü", kimi "ortanın solunda", kimi "merkez sağda", kimi "kapitalist", kimi "ikinci cumhuriyetçi"!.. ama nedense hepsi de demokrat, özgürlükçü, entelektüel, insan hakları savunucusu ve ab yanlısı!.. güçleri destek aldıkları ülkelerden ve işgal ettikleri konumlardan geliyor. politikacıysanız, gidebildiğiniz yere kadar destekleniyorsunuz. bürokratsanız, çıkabileceğiniz en üst göreve kadar yükselebiliyorsunuz. işadamıysanız, vize dahil "kayırılma" statüsüne dahil ediliyorsunuz. diyelim ki, "ikinci cumhuriyetçisiniz", türkiye'de sizi okuyacak kaç "ikinci cumhuriyetçi" okurunuz var? yazarı-çizeri-okuru dahil türkiye'deki ikinci cumhuriyetçilerin sayısına baktığınızda, birkaç bin kişiyle sınırlı olduğunu görüyorsunuz. ama kitlesel desteği olmayan, toplumun büyük kesimi tarafından adeta lanetlenen "ikinci cumhuriyetçi" yazarlar, türk basınının en büyük gazetelerinde köşe yazarlıklarını sürdürüyorlar. kim onlara "kamuoyunu oluşturma-koşullandırma" güç ve desteğini veriyor dersiniz? bunca tepkiye rağmen, kapitalist kimliği ile önplana çıkan medya patronları onları niçin ve neden hala korumakta? bu bağlamda, fethullahçıların tanıtımı için büyük gayretler sarfeden ünlü bir medya patronunun, mehmet eymür'e yazarlık önermesi size hiç de şaşırtıcı gelmiyor. fatih altaylı gibi cumhuriyetin temel değerlerine sahip çıkan kimi yazarlara "mit ajanı" suçlamasıyla saldıranların, ikinci cumhuriyetçilere ya da aidiyet duygusuyla bağlı olduğu yeni vatanına kaçmak suretiyle deşifre olmuş etki ajanlarına ise suskun kalarak bir nevi dayanışma sergilemeleri, türkiye'deki etki ajanlığı tehlikesinin boyutları hakkında bir fikir veriyor...
türkiye'de kamuoyu, neredeyse ı. dünya savaşı'ndan bu yana yaygın biçimde kullanılan "nüfuz casusu" terimini, ilk olarak geçtiğimiz aylarda, içişleri bakanı sadettin tantan'ın yurtdışında yaptığı gayrıciddi bir havuzbaşı bir açıklamasından öğrendi. basın, -amerika'nın yeniden keşfi haberi gibi- konunun adeta üzerine atladı. ya muhabirlerin ve de redaktörlerin bilgisizliğinden ya da bakanın telaffuz hatasından, bu terim bazı basın kuruluşlarında "nüfus casusluğu" olarak okuyuculara aktarıldı, doğal olarak da ilgisiz-komedi türünden yakıştırıcı yorumlar getirildi. basının duyarlılığı, bu terimle, bakanın sarfettiği "yeni bombaların patlayacağı" taahhüdünün ilişkilendirilmesi sonucu daha da katmerlenmişti. ancak aradan geçen süre içinde, "umut operasyonu" dosyası yargıya sevkedilirken, "nüfuz casusları" konusu "fos" çıkmıştı, beklenen bombaların hiçbiri patlamamıştı.. anlaşılan, bakan, daha önce hiç duymadığı bu terimi bir danışmanından ya da yakınından duymuş, klasik bir bilgiçlikle anında etrafındakilere duyurmuştu. bu yorum, hiç şüphesiz bakanla ilgili yapılabilecek en iyi niyetli yorum; çünkü, bakanın türkiye'deki binlerle ifade olunan "nüfuz casusu" ya da "etki ajanı" ya da "yönlendirici ajan" kapsamında örneğin fethullahçıları da deşifre edip yargıya sevketmesi gerekirdi. elbette bu mümkün değildi: emniyette ve mülki kadrolarda fethullahçılara karşı terfi ve taltiften başka -mgk zorlaması sonucu birkaç işlem hariç- somut, kayda değer hiçbir operasyon yapmayan, şeriatı hiçbir şekilde birinci tehlike olarak kabul etmeyen, sadece 28 şubat kararlarına katılıyor görünen "dinibütün" imajlı bir içişleri bakanı'nın bu cemaatle geçmişine yönelik kamuoyundaki şüpheleri gidermesi beklenemezdi . nitekim de öyle oldu... aynı şekilde, kendi partisi içindeki "alman ekolü"ne mensup olmakla tanınan politikacıları da deşifre etmesi gerekirdi ki, sıra abd, ingiltere, iran, suudi arabistan, libya ve diğer hasım ülkelerin "etki ajanları"na, "yönlendirici ajanları"na gelsin!..
hedef ülkeler kapsamında emperyalist amaçlı ülkelerin istihbarat servislerince dış operasyonlarda -tepe tepe kullanılan- bu ajanların ya da halk deyimi ile yerli işbirlikçilerin nasıl kancalandıkları, nerelerde yetiştirildikleri ve nasıl yönlendirildikleri-ödüllendirildikleri-himaye edildikleri, türk kamuoyunca henüz bilinmiyor. o kadar bilinmiyor ki, bilmeyenler kapsamına -tsk ve mit hariç- devletin en üst yetkilileri de dahil. örneğin, başbakanlık müsteşarı ahmet şağar imzasıyla yayınlanan son casusluk genelgesi, bu vurdumduymaz, sorumluluktan uzak bilinmezliğin bir şahikası (1). genelgede, devlet görevlilerinin, yabancı diplomatlarla temastan kaçınmaları isteniyor, sanki sorunun çözümüne katkısı olacakmış gibi...
işte, etki ajanlığı ile ilgili bilinmeyen ya da az bilinen hususlara ait genel çerçevede ele alınmış, teknik ayrıntı boğuntusundan uzak, yalın bilgiler:
1. "etki ajanları" ya da "yönlendirici ajanlar"ın profili
öncelikle kullanılan ajanları üç ana grupta toplamak gerekir: "profesyoneller", "satınalınabilir aydınlar" ve de "sempatizanlar" (amatör muhipler). profesyoneller yurtiçinden ya da yurtdışında yaşayanlar arasından seçilir ve bilahare kendi ülkelerinde özel eğitime tabi tutulur. "satınalınabilir aydınlar" özellikle ulus-devlete geçiş aşamasının sancısını çeken toplumlarda, özellikle de üçüncü dünya ülkelerinde en çok rastlanılan metadırlar, borsa değerleri vardır; özellikle medyada, bürokraside ve siyaset sahnesinde boy gösterirler. örneğin, "yönlendirici ajan" statüsünde etkili bir gazeteciye ya da medya patronuna sahipseniz, yüzbinlerce okuyucuyu ve siyasal iktidarı doğrudan etkileyecek bir silâha da kavuşmuş olursunuz. keza, bir tarikat-cemaat şeyhini satın almışsanız, yüzbinlerce müridini de "yularından tutma" ve de gelecekte güdümünüzde bir halk hareketi başlatma gücüne sahip olursunuz. "sempatizanlar" ise hedef ülkelere yoğun biçimde yönlendirilen kültürel emperyalizmin kesintisiz silahı olan kitle iletişim, eğlence ve eğitim araçlarından (sinema, müzik, moda, internet, televizyon vb.) olumsuz biçimde etkilenen tüketicilerdir. parasal ya da siyasal güç için en güçlü bir devletin himayesi altına girmeye can atanların yanısıra, örneğin "green card" için ulusal onurundan ve gururundan gönüllü olarak vazgeçebilenler de bu gruba girerler. işte bu kesimi sürekli zinde tutabilmek için örneğin abd'nin her yıl gerçekleştirdiği tüm dünyada 50.000 şanslıyı (!) belirleyen lotaryaları hatırlamak yeterlidir. etki ajanları, her üç kategoride de özellikle kendi ülkesine ve toplumuna aidiyet duygusu zayıf, parasal ve siyasal güç için her türlü ilişkiye girme eğilimli, ulusal bilinci gelişmemiş, tercihan da etnik-dinsel (laik sistemde kendilerini ezilen kabul edilen sünni şeriatçılarla, sünniler karşısında kendilerini ezilen kabul eden aleviler ya da süryaniler, nasturiler, bahailer, yehova şahitleri, bahailer vd.) özürlü azınlık ırkçıları arasından seçilirler.
türkiye'deki etki ajanlarının tarihçesi, gerçekte osmanlı imparatorluğu'nun son dönemine kadar gitmektedir. ekonomik, hukuksal ve siyasal kapitilasyonlarla osmanlı devleti'nin elini kolunu bağlayan; etnik ayrılıkçılıkları kışkırtan; insan haklarını tek taraflı bir istismar ve baskı aracı olarak kullanan büyük devletler, az sayıda da olsa kendi etnik ajanlarını yetiştirmeyi, böylece kontrol unsurunu daha köklü biçimde elde tutmayı ihmal etmemişlerdir. örneğin, âli paşa'nın, fuat paşa'nın ya da mahmut nedim paşa'nın hangi hasım devletlerin muhibbi olduklarını gözönüne aldığınızda, etki ajanlığının geçmişi hakkında bir fikir edinebilirsiniz. keza, ı. ve ıı. meşrutiyet'te osmanlı meclisi mebusanı'ndaki ayrılıkçı etki ajanlarının sayısının nitelik ve nicelik yönünden büyüklüğünü gördüğünüzde, hasım ülkelerin katettiği mesafe hakkında bir yargıya varacak olgunluğa sahip olduğunuzu kestirirsiniz. sonra, ı. dünya savaşı döneminde anadolu'da 1000'i aşkın yabancı kolej olduğunu; örneğin merzifon'daki amerikan koleji'nin pontuscu rum çetelerinin, tarsus'daki amerikan koleji'nin de taşnak ve hınçak çetelerinin karargâhı olarak kullanıldığını öğrendiğinizde, sivas kongresi'nde "ille de amerikan mandası isteriz" diye tutturan şekilde ulusçu-özde etki ajanı aydınlarımıza hiç mi hiç şaşırmazsınız. sonra mustafa kemal paşa hatırınıza gelir, gözünüzde, kalbinizde, tüm hücrelerinizde o'nu hisseder, o'nu daha bir başka tanır ve o'nunla onur ve gururla, sımsıcacık bir yurtseverlik duygusuyla, türklük bilincinizle bütünleştiğinizi hissedersiniz.
türkiye'de en çok etki ajanına sahip olan abd, tüm dünya ülkelerinde ve türkiye'de geleceğin yönetici adayı olarak kendi yandaşlarını yetiştirmede, ilk aşamada pilot vakıf-enstitü-üniversitelerini kullanmaktadır. ama önce, adeta kurumsallaşmış ve gelenekselleşmiş bu seçimi abd dışındaki tüm ülkelerde ilk gerçekleştiren fulbright vakfıdır. ıq'su yüksek, ingilizce düşünüp yorum yapabilecek düzeyde dil bilgisine sahip gençler, tüm hedef ülkelerde aynı yöntemle belirlenip eğitime alınır; ancak kişiliği uygun görülenler profesyonel eğitime tabi tutulur. kısa bir süre öncesine kadar etki ajanlarının seçiminde ve eğitiminde klasik kalıplara sahip olan bu ülke, çıkarları doğrultusunda sözkonusu kalıpların dışına çıkmış görünmektedir. çıkarları açısından iktidar kadrolarının yanısıra muhalefet kadroları ve hatta mafya mensuplarıyla bile ilişkiler kuran; her türlü uyuşturucu, siyasal cinayet, ihtilâl ve de silah pazarlaması gibi kirli işlere bulaşan; yine çıkarları için devletlerarası hukuka aldırış etmeksizin hedef ülkelerin egemenlik haklarını hiçe sayıp tecavüzde bulunan bu ülke, etki ajanlığında artık "saf-bâkir" niteliğe sahip genç adayların yanısıra, "kontrol edilebilir istikrarsızlık stratejisi" gereği, işine yarayabilecek muhalefetteki tüm zararlı unsurlarla da dirsek teması halindedir. örneğin katı mı katı, yobaz mı yobaz talibanlar, vahhabiler, nakşi araplar ve onların kapıları terörün her türlüsüne açık örgütleri. kısaca, şeriatçı, sözde abd karşıtı tüm yapılanmalar. kendisine yönelik tehdidi, kendi kontrolü altında hedef ülkelere yönlendirmek, abd güvenlik stratejisinin temel ilkesidir. türkiye'de ise daha düne kadar abd'yi düşman olarak gösteren malûm siyasal yapılanmanın sözde yenilikçi kanadı, her fırsatta en basit sağlık kontrolü için bile nedense houston'a giden politikacılar, ileri yaşında dil öğrenmek için dersaneye gitmek yerine abd'ni tercih eden, sonra çocuklarına okul aramak için tekrar tekrar giden siyasiler, keza fethullahçılar ve daha niceleri: aynı zamanda, almanya istihbarat servislerine büyük sadakatla hizmet verirken abd'ne de yamanmaya çalışan süleymancılar, mhp'nin üst yönetimine kanca girişimleri, fethullahçılara, dolayısıyla arkasındaki abd.'ne övgüler düzmekte yarış yapan sağcı-solcu devlet yöneticileri, marksist olduklarını önesüren, kapitalizme sözde karşı pkk ve diğer kürtçü terör örgütleri. hepsi abd'de ve abd dışında, yalnızca abd kontrolünde...
türkiye için seçilmişlere (!) bakıldığında, çobanlıktan gelenlerden, kola içmeye para bulamayanlara kadar uzanan yelpazede, türkiye'nin iç ve dış politikasını abd'nin çıkarlarına endeksleyenlerin yanısıra, eski deyimle tüyü bitmedik yetimin hakkını fütursuzca çalacak kadar tamahkâr, şehit cenazelerini sömürecek ölçüde aşırı muhteris, amacına ulaşma konusunda "dün dündür" diyebilecek kadar fırsatçı, işini (!) bilen memurunu elüstünde tutacak kadar erdem ve ahlâk yoksunu, devletin örtülü-örtüsüz tüm kıt kaynaklarını savuracak kadar hovarda, "prens" ünvanını alacak ölçüde küçük burjuva hırsızı niceleri adeta bir resmi geçit yaparlar, gözlerinizin önünde. bunların hepsini tanırsınız: kimileri türkiye'yi soyup tekrar yetiştikleri yere kaçarlar -ve tabii asla iadeleri sözkonusu olmaz- kimileri de misyonlarını -sanki türkiye'nin değişmez yazgısıymışçasına- büyük bir sadakatla yerine getirmeye devam ederler. diğer taraftan, bugün, abd'de sayıları süratle yarım milyona yaklaşmakta olan küçümsenemeyecek ölçüde bir türk topluluğu oluşmuştur. gerek abd'de yaşayan bu vatandaşlarımızla, öğrenimlerini bu ülkede yapıp da türkiye'de hizmet veren vatandaşlarımızı, bu az sayıdaki "seçilmiş maşa" ile karıştırmamak gerekir. her toplumda olduğu gibi bu gerçekten "düşmüş-düşürülmüş" maşaların bizden de çıkmasını doğal kabul etmek makul olacaktır.
etki ajanlarının seçiminde ve eğitiminde kullanılan yöntem, biraz farklılıkları ile ab ülkeleri için de sözkonusudur. kendi ülkelerinde yaşayan yüzbinlerce türk işçi ailesinin temel gereksinimi olan resmi türk ilkokullarının bile açılmasına izin vermeyen, buna karşılık türkiye'de her derecede eğitim kurumuna sahip olan avrupa ülkeleri içinde başı ingiltere ve almanya çekmektedir. ülkemizde ingilizce, almanca, fransızca, italyanca gibi dillerin yaygınlaşması hatta eğitim dili olması için her türlü çabayı sarfeden ab ülkeleri, etki ajanları sayesinde türkiye'nin olası tepkisinin ya da misilleme politikası uygulamasının önüne geçmektedir. örneğin, dünyaya yayılmış ingilizce eğitim veren (haftada 25 saat ingilizce, 3 saat türkçe) 300'e yakın okulun sahibi olan fethullahçıların, ingiltere'de lordlar kamarası'nda düzenlenen özel törenlerle hemen her yıl ingiliz dili ve kültürüne hizmet yüksek ödülü almaları sıradan bir tesadüf değildir. ingiliz istihbarat servisleri mı5 (iç) ve mı6 (dış), türkiye'deki etki ajanlarını, ingilizce eğitim almış ya da ingiltere'de yüksek öğrenim yapmış adaylar arasından seçmektedir. ab'ye rağmen abd'nin müttefiki olarak ön plana çıkan bu ülke, etki ajanlarını salt yüksek öğrenim mezunlarının yanısıra, türkiye'deki kürtçülerden, şeriatçılardan, dhkp-c, tikko militanlarından ve hatta uyuşturucu mafya babaları arasından da seçmektedir. almanya ise, etki ajanlığında ağırlıklı olarak kendi ülkesinde yaşayan 2.400.000 türk vatandaşı arasındaki yüksek öğrenim gençliğini hedef almaktadır. humboldt vakfı, heinrich böll vakfı gibi aracı kuruluşlar, uygun aday öğrencilerin yanısıra, maddi çıkar ve sürekli destek karşılığı saptadıkları türk akademisyenlerini ve yerel politikacıları da, alman anayasayı koruma teşkilâtı (bfv) ve dış istihbarat örgütü'nün (bnd) kapsamlı eğitim programlarına dahil etmektedirler. bugün almanya'da türkiye'deki tüm şeriatçı yapılanmalar (milli görüşçüler, kaplancılar, yeniasyacılar, fethullahçılar, hizbullahçılar, nakşiler, ticaniler, süleymancılar, kadiriler, ibda-c'ciler, hizbüttahrirciler, nizam-ı alemciler vd.), bağlantılı ülkücüler, etnik sorunlu ayrılıkçılar (kürtçüler, pontusçular, arnavutçular, gürcüler, boşnaklar, pomaklar, tahtacılar, çerkezler vd.) marksist terör örgütleri (dhkp-c, tikko vd.) mevcuttur. tümü de bfv'nin kontrolündedir. böylece almanya, üst düzey etki ajanlarının yanısıra, himayesindeki -daha doğrusu sevk ve idaresindeki- bu tür cumhuriyet karşıtı militan yapılanmalar sayesinde türkiye'yi de karıştırma ve yönlendirme gücüne olmuştur. yunanistan ise suriye'den farklı olarak, rum kökenli gençlerimizi özel eğitime tabi tutmak yerine, türkiye'deki rejim karşıtı tüm idelojik unsurlara (dhkp-c, tikko, pkk vd.) kucak açmakta; istihbarat servisi kip'in sevk ve idaresinde başta bomba eğitimi olmak üzere terörist eğitimi olanağı ve parasal destek sunmakta; sığınmacılara geçici iskân yeri (lavrion kampı vd.) ile ilâveten güney kıbrıs cumhuriyeti'nin tüm olanaklarını sağlamaktadır. almanya kadar geniş kapsamlı olmamakla birlikte, fransız dst ve dgse, isveç'in foe ve sabo, bulgaristan'ın ds, romanya'nın dıe, hollanda'nın bvd servisleri de, kendi çaplarında etki ajanı ve de ajan-provokatör yetiştirme çabası içindedirler.
müslüman ülkelerin türkiye'de etki ajanı temininde en uygun mekânları, tarikatlara ait tekkeler, şeriatçı siyasi kuruluşlar, dernekler, vakıflar ve de maalesef bazı bölgelerde camilerdir... türkiye'de sayısal yönden en çok etki ajanına, ajan provokatöre ve de eli kanlı teröriste sahip olan iran, bu iş için istihbarat servisleri savama ve vevak'ı görevlendirmiştir. bu servis elemanlarının saptadıkları aday öğrenciler, kum kentindeki medreselerde dinsel eğitimden geçirildikten sonra askeri ve siyasal eğitime tabi tutulmaktadır (2). şah döneminde sadece türkiye'den kaçak yollardan giden şiiler (caferiler) profesyonel eğitime alınırken, günümüzde mezhep farklılığı "islami devrim" kıstasından hareketle artık önemsenmemektedir. suudi arabistan ise, adayları belirledikten sonra cidde ve riyad'daki üniversiteleri ile mısır'daki el-ezher üniversitesi'nde eğitime almaktadır. suudi arabistan'ın, profesyonel eğitiminde tıpkı iran'ın caferi olma koşulundan vazgeçmesi gibi, vahhabi olma koşulundan, taktik gereği vazgeçtiği gözlemlenmektedir. bu ülkenin etki ajanları ile ilişkisinin sürekliliği, hac organizasyonları ile doğrudan ilgilidir. suriye muhaberatı ise, ırak'daki saddam karşıtlarını "birleşik cephe" kapsamında çok yönlü eğitirken, türkiye'de -özellikle de hatay'daki- arap kökenli aday gençlerin eğitimleri ile de yakından ilgilenmekte; rejim karşıtı her türlü ideolojik ve etnik yapılanmaların özellikle askeri eğitimine lojistik destek vermektedir.
adayları kendi ülkesinde özellikle eğitme çabası olmayan ülkelerin başında ise çin halk cumhuriyeti, rusya federasyonu ile israil gelmektedir. çin halk cumhuriyeti'nin istihbarat örgütü olan grı, yönlendirici ajan adaylarını, dış ülkelerdeki maocu yapılanmalardan belirlemekte; birey olarak ele almaktan daha çok, örgütsel disiplini ve kullanımı öngörmektedir (3). rusya federasyonu, eski sovyet dönemindeki ideolojik sevk üstünlüğünü kaybetmişse de, kendi topraklarında "askeri eğitim" ve "diplomatik koruma" ya da "gözyumma" gibi lojistik destekler karşılığında pkk gibi belli terörist yapılanmalara hâlâ söz geçirebilmektedir. israil'in mossad'ı ise, dünyadaki tüm musevilerin birer profesyonel servis ajanı olduğu inancından hareketle, ırkçı yobazlığını sürdürerek, profesyonel etki ajanı yetiştirmek yerine satınalınabilir aydınları kullanmayı yeğlemektedir. örnekleri çoğaltmak elbette ki mümkündür.
2. türkiye'deki etki ajanı borsası: fethullahçılar...
mevcut şeriatçı yapılanmalar içinde eğitime, dolayısıyla insana en fazla yatırımı yapan; abd'nin tüm dünyada tarikatlara öngördüğü modeli ülkemizde en iyi uygulayan fethullahçılar, laik cumhuriyetimizin öncelikli en büyük tehdidi konumunda. arkalarındaki dış desteğin abd olduğunu bugün artık türkiye'de de, dünyada da bilmeyen yok. bilindiği gibi, bu illegal yapılanmanın liderinin müritleri tarafından verilmiş "hocaefendi" ünvanı da devrim yasalarına göre suç. ancak, suç olmasına karşın ülkemizdeki kimi etki ajanlarının, üstlendikleri tüm resmi sorumluluklara karşın, sözkonusu elebaşıları tanımlamakta kasden "hocaefendi"yi kullanmakta ısrar etmeleri, diğer illegal şeriatçı yapılanmalar için de özendirici faktör oluşturmuştur. artık, süleymancılar, nakşiler, vilayet imamları için bile hocaefendi ünvanını alenen kullanmaya başlamışlardır. dolayısıyla yurtiçinde ve dışında laik hukuk devleti aleyhine faaliyet gösteren hocaefendilerin yanısıra, hatta ahirete intikal ettikten sonra bile müritleri tarafından bu ünvana lâyık (!) bulunan hocaefendilerin sayısında da tuhaf bir artış gözlemlenmektedir.
konumuza dönersek, işte bu hocaefendilerden biri, bir yılı aşkın bir süredir abd'de "zorunlu ikâmette". nedeni, şayet dönerse, büyük bir olasılıkla, türk silahlı kuvvetleri bünyesine sızma girişimine azmettirmek ve bu amaçla gizli teşekkül oluşturmak suçlaması ile açılacak davalardan yargılanacak. cumhurbaşkanlığı seçimlerinden yargıtay'a, kendi deyimleri ile adliyeden mülkiyeye, maariften emniyete kadar kadro gücünü kanıtlayan; avrasya ölçüsünde dağıtımı yapılan bir gazete ile "yeryüzü kanalı" iddiasındaki bir televizyona, yılda 1 katrilyon tl'nı aşan ciro yapan yüzlerce şirkete, yurtiçinde ve dışında 300 civarında okula, onbinlerce ışıkevine, yüzlerce öğrenci yurduna, yüzlerce dersaneye, yurt içinde ve dışında üniversitelere, -çoğu iyi derecede yabancı dil bilen öğretmen ve dış ticaret uzmanı- onbinlerce profesyonel personele, en az 25 milyar dolarlık bir mal varlığına sahip bulunan bu illegal yapılanmanın hocaefendisi, iç ve dış desteklerine, dgm'de sırf vatanına dönebilmesi için özel (!) surette tck 313'e indirgenen davasına rağmen, türkiye'ye dönemiyor. oysa, dönse, belki de başbakan dahil tbmm'nde grubu bulunan tüm partilerin liderleri "geçmiş olsun" ziyareti için sıraya girecek. ama nerede? imralı'da mı, işte o dönmediği-dönemediği için de hiç kimse ziyaretçi kabul edeceği resmi koğuş binası hakkında bir tahmin yapamıyor.
sözkonusu hocaefendilerden biri olan malûm zât, kalabalık maiyeti ile -buna 24 saat yanından eksik olmadığı söylenen doktorları dahil- pennsylvania eyaletinde philedelphia yakınlarında özel bir çiftlikte yaşıyor. çiftliğin bulunduğu bölgenin fbı koruması altında, refakat memurlarının (conducting officer) gözetiminde olduğu ve buralardaki çiftliklerde yaşayanlara birinci derecede özel öneme sahip koruma programının (countursurveillance faaliyeti) uygulandığı kaydediliyor. örneğin, telefon rehberinde hocaefendinin ya da bir başka türkün adı yok. özel çiftlik arazisine girme yasağını belirten levhaları ve de refakat memurlarını geçmek mümkün değil. gerçekte bu çiftliğin, cemaatin gazetesinin sorumlularının da aralarında bulunduğu, abd yasalarına göre kurulan "altın nesil vakfı" adına fbı tarafından fethullahçılara 1991'in başında tahsis edildiği ve aynı yılın ortalarında yök ya da meb bursu ile bu ülkeye gönderilen fethullahçı yüksek lisans öğrencilerinin bir yaz kampı oluşturarak sözkonusu çiftlikte örgütlenme toplantıları gerçekleştirdikleri biliniyor. üstelik, cıa yetkililerinin eyalet valisi ile temasları sonucu, cemaatin eyalet sınırları içinde bu yıl bir de okul açtığı gelen -teyidi alınmış- duyumlar arasında.
fethullahçılar, bugüne kadar a.b.d. derin devleti (nsa, cıa, fbı, sdds, nsc vd.) ile ilişkilerini inkâr edecek bir açıklama yapmaktan sürekli kaçındılar. hatta bu tür şüpheleri, hem de hocaefendilerinin ağzından "dünya jandarmasının arkalarında olduğu" kanısını uyandıracak, kamuoyunda kendilerine daha bir olağanüstü güç hamlettirecek açıklamalarla artırmak için özel çaba sarfettiler (4).
diyelim ki böyle bir durum yok, ileride takiyye yaparak bu girift ilişkiyi inkâr edebilirler. şimdi, fethullahçı yapılanmasının istihbarat tekniğine dayalı kısa bir irdelemesi, sizleri olası bir inkârın tüm dayanaklarını ortadan kaldıracak verilere götürecektir. isterseniz en basitinden başlayalım, daha teknik ayrıntı ve bilgileri dgm savcısı ile askeri savcıya bırakalım:
1.
2. hocaefendilerin tümünü "masum" varsayalım: a.b.d.'nde ikâmetin yasayla belirlenmiş katı koşulları bulunmaktadır. hiç kimse yasal olarak, resmi başvuru yapmaksızın ve de gerekçesini belgelemeksizin -defactor statüsü hariç- bu ülkede altı aydan uzun bir süre kalamaz. kaldı ki bu hocaefendilerin en ünlüsü, haziran 1999'da show tv'de reha muhtar'a yaptığı bir saati aşan açıklamada, 14 gün sonra türkiye'ye döneceğini taahhüt etmiştir. tabii ki hem de kamuoyuna yapılan bu taahhüt sahibi tarafından bugüne kadar hâlâ yerine getirilmiş değildir. hocaefendilerin tümünün yeşil karta sahip olmaları teknik açıdan olanaksız, çünkü yasal koşullar uymamaktadır. bu ülkede yaşayanlar, sıradan insanlar için lotarya şansı (!) dışında yeşil kart almanın zorluğunu ve formalitelerini çok iyi bilmektedirler. gerçekte, abd'de derin devlet koruması altındaki hocaefendilerin, "kaç!" komutunu aldıkları andan itibaren cıa "iltica ve taraf değiştirme departmanı"nın acil (exfiltration) planına dahil olarak kendilerine tanıdığı kolaylıklardan yararlandıkları bilinmektedir. bu arada, merve kavakçı gibi abd vatandaşlığına alınmışlarsa o başka. o zaman her şey apaçık ortada olacağı için bu irdelemenin ayrıca bir anlamı kalmaz. bu arada, abd büyükelçiği ve konsoloslukları, hocaefendilerini ziyaret amacıyla cemaatten usulüne uygun gönderilen tüm ziyaretçilerin vize problemini -10 yıllık vize vererek- çözümlemektedir. cemaatten sızan bilgilere göre, cemaate dahil dışticaretle iştigal eden tüm şirketler, temsilcilik açarak bu ülkeye sermaye aktaracakları taahhüdünde bulunmuşlardır. hocaefendinin haleflerinden biri olan amerika kıta imamı ve aynı zamanda cemaatin abd başkanı i. ismail büyükçelebi, -başkanlık (imamet ve riyaset) merkezi new jersey'de bulunmaktadır- ülke (yeni vatan) çapındaki sistematik örgütlenme çalışmalarına 11 haziran 2000'de abd'nin en kuzeybatısındaki seattle'daki bölge toplantısı ile start vermiştir. bugüne kadar daha ziyade saf insanlarımızdan para çarpmak için düzenledikleri himmet toplantıları, örgütlenme toplantıları ile çeşitlilik göstermiş bulunmaktadır. aynı toplantıların kanada'yı da kapsayacağı, cemaatin burada da sermaye aktarımı yoluyla göçmen vizesi kolaylığından faydalanarak koloniler oluşturacağı önesürülmektedir. zaman gazetesinden nuh gönültaş'ın deyimi ile "amerika'nın zorunlu keşfi" başlamıştır. herhalde hocaefendileri, tarihe pekçok sapkınlıklarının yanısıra, müritlerinin ikinci kristof kolomb'u olarak da geçme niyetindedir...
3. hocaefendilerin aldıkları ilkokul mezunu emekli maaşı ile bunca süre abd'de nasıl -hem de mayo fethullahçı kliniği dahil- tedavi görüp, 24 saat süreyle doktor gözetiminde nasıl kalabildiğini; çiftlikte rutin harcamaların yanısıra, kâhya, aşçı gibi personelin maaşlarını nasıl ödeyebildiğini; her hafta onlarca, bazen yüzlerce misafirin ağırlama masrafını nasıl karşılayabildiğini kerametle açıklayan müritlere inanmak ne derecede olanaklı?!. keza, ilkokul mezunu olmanın verdiği yabancı dil düzeyi (!) ile ingilizcenin güncel terminolojisini de kullanarak "fountain" dergisine yazdığı akademik (!) düzeydeki makalelerin kerameti -her ne kadar inanmasak da- nereden geliyor? amazon şirketi, ingilizce yazılmış kitaplarını nasıl pazarlıyor? cıa ile organik dayanışma içindeki abd üniversitelerinden hangilerinde hocaefendilerinin bilimsel (!) çalışmaları ile ilgili onlarca doktora çalışması yürütülüyor? paul henze, graham fuller, lois freeh, carey cavanaugh gibi ünlü istihbaratçı ve malûm kişilerle, hatta çiftlikte beraber kalıp, eyaletleri birlikte gezdikleri istihbarat memurları (handolder) ile hangi dil düzeyi ile iletişim kuruluyor? hiç şüphesiz bunlar küçük ve önemsiz sorular.
fethullahçı yapılanma, cıa'nın öngördüğü tarikat (sözde sivil toplum cemaati) modeline -mormon, moon, scientology vd. gibi- tıpatıp uymaktadır. modelin amacı, tarikatları, birer sivil toplum örgütü (ngo) olarak yeniden yapılandırmak; küreselleşme sürecinde mevcut düzene karşı çatışma görünümü yaratmadan uysallaştırmak... öncelikle müridin toplumsallaşması ile başlatılan süreç, suya bir taşın atılmasıyla oluşan halkalar gibi müridi kuşatan çevreler yaratmaya dayanıyor. bu çevreler;
sosyal çevre/yakın çevre olarak ailenin ve müridin içinde bulunduğu bir anlamda özel alan olan cemaat;
cemaatın kendi ekonomik, eğitim, sağlık, teknolojik, politik ve kültürel sistemlerine dayalı kamusal alan (cemaatın kendi gereksinimlerini karşılarken, bu sistemler aracılığıyla cemaatin sürdürülebilirliğine, gelişmesine ve yayılmasına olanak sağlamaktadır);
tüm bunları da içine alan, cemaatın inanç-düşünce sistemine göre oluşturulan yönetim sisteminden oluşmaktadır.
4.
5. yönetim sisteminde, kâinat imamından, düz müride kadar inen hiyerarşik sıralama önem taşımaktadır. abd için hiyerarşinin sadece tepesini kontrol altında tutmak yeterlidir, çünkü cemaat disiplini nedeniyle tabanda sıkıntı yaşanmayacaktır. oysa, ulus-devlet yapılanması içinde sömürüye dur diyenler her zaman var olacaktır, dolayısıyla da hedef ülkeye yönelik her yatırımının maliyeti ve riski yüksek olacaktır. abd'nin tarikatlara öngördüğü modelde, önemli olan hiyerarşinin tepesinde yer alan tek karar vericiyi ve veliahtlarını-varislerini sımsıkı kontrol altında tutabilmektir. bu modelde, hocaefendinin yanısıra, kıta imamları ülke imamları ve de az sayıdaki danışman abd'ne (cıa) muhataptır. dolayısıyla istihbari gizlilik sadece bu üst kesim için sözkonusudur. daha altta yer alan bölge imamları, il-esnaf-semt-ev imamları, ortaokul-lise ağabeyleri, serrehberler ve şakirtler, cemaatin özgün gizlilik kuralları çerçevesinde faaliyet göstermektedirler. örneğin, ışıkevlerinin gizliliği, en az emniyetteki kadroların gizliliği kadar önem taşımaktadır. yurtdışı faaliyet göstermeye tam yetkili muhatapların mutlaka kod adları (alias) bulunmaktadır. örneğin, hocaefendilerinden birinin türkçe kod adları arasında "abdülfettah şahin", "***" (üç yıldız), "molla", "dahhak" (arapça gülen anlamında) bulunmaktadır (cıa nezdinde geçerli ingilizce kod adları henüz deşifre olmamıştır).
6. pennsylvania'daki çiftlik adresinin gizliliği, en tepedeki hocaefendinin türkiye'deki eski ikâmetgahı konusu için de geçerlidir. örneğin, resmi makamlara (mahkemelere) hâlâ ikâmet adresi olarak (accommodation adress) bir aracı adres verilmektedir. adres incelendiğinde, izmir'de faaliyet gösteren cemaate ait bir yayınevi çıkmaktadır. tüm resmi yazışmalar, izmir kemeraltı'daki bu adres üzerinden yapılmaktadır. hatta adıgeçen, abd'de yaşadığı halde, bu ikâmet adresinde hala 150.000.000 tl (yüzellimilyon tl) maaşla redaktör olarak çalışıyor gösterilmektedir. aynı kişinin istanbul'daki resmi ikâmetgahı ise kayıtlarda yeralmazken, okul, dernek ve vakıf binalarında kendisine tahsis edilen özel katlarda kaldığı, faaliyetlerini buralardan sürdürdüğü ve her ziyaretçi grubundan sonra sık sık adres değiştirdiği bilinmektedir. legal, devlet karşıtı olmayan, salt dinsel ya da siyasal faaliyetlerde bile bu olağanüstü gizliliğe gerek duyulmazken, fethullahçıların bu aşırı duyarlılığının özel nedenleri olsa gerektir. bu örgütsel yapı ve gizliliğe verilen aşırı önem, fethullahçıların bir ajan şebekesi (agent net) olduğuna ilişkin kuşkuları kuvvetlendirmektedir.
7. sayıştay ve danıştay başta olmak üzere adli ve idari yargıya, anayasa mahkemesi'ne, içişleri ve milli eğitim bakanlıkları dahil devletin stratejik önemi haiz tüm kurum ve kuruluşlarına ötedenberi sızma çabası içinde bulunan fethullahçılar, türk silahlı kuvvetleri içinse özel bir (infiltration) stratejisi izlemektedirler. saptanan fethullahçı ajanların ordu ile ilişkisi yüksek askeri şura kararları ile kesilse de, bu stratejinin mimarlarının ve yöneticilerinin yaptıkları bugüne kadar yanlarına kâr kalmaktaydı. şimdi, gecikmeli de olsa, bu sızma girişimlerinin sorumluları da -başta hocaefendileri, bölge ve il imamları, askeri okul sınavları için özel ders veren dersane yönetici ve öğretmenleri olmak üzere- geriye dönük olarak hesap vereceklerdir (gelecek sayıda, fethullahçılara uygulanacak askeri ceza mevzuatının yanısıra, imralı ve diğer askeri hapisanelerde beyazsaray- konuklar için uygulanan günlük program verilecektir. takip eden yazılarda da fethullahçı yapılanmanın tüm sorumluları; şûra üyeleri, kıta ve ülke imamları, bölge ve il imamları, medya ve eğitim sorumluları, temsilciler, emniyetçiler ve de üst düzey bürokratların isimleri çarşaf listeler halinde deşifre edilecektir -n.h.).
8. bizzat kendi yandaşlarının açıklamalarına göre, hocaefendileri, yakın zaman öncesine kadar türk devletinin istihbarat örgütlerine ajanlık yapmaktaydı; bir başka ifadeyle gerekli ve önemli bulduğu sakıncasız bilgileri -sırf gizli ilişkilerin ve amacın örtülmesine yönelik olarak (second cover)- türk ilgili makamlarına iletmekteydi. cıa ile bağlantının gelişmesinden sonra bu tür enformasyon hizmeti, (double-agent) statüsü içinde bir süre daha devam etti. cıa bağlantısı, fethullahçıların ve de hocaefendilerinin yerinde yani kendi vatanlarında taraf değiştirmeleri (defection in place) sonucuna yol açtı; ta ki bu çarpık ilişkiyi türk silahlı kuvvetleri ve mit farkedinceye kadar kamuoyu onları "barışın, hoşgörünün, uzlaşmanın" simgesi olarak tanımaya devam etti...
9. fethullahçılar, bir yandan türk silahlı kuvvetleri'ne sızmaya çalışırken, diğer taraftan malûm hasım ülke istihbaratçıları tarafından öngörülüp geliştirilen (active opposition) stratejisi çerçevesinde alternatif aktif direniş oluşumunu da hızlandırdılar. pompalı tüfek satışlarındaki patlamanın, yaz kamplarında uzak doğu dövüş sanatlarının öğretilmesinin yanında, çok daha etkili olarak polis kolejlerine ve polis akademisine el attılar. alternatif silahlı kuvvetler, böylece 1975'lerden itibaren giderek güç kazandı. buralardan mezun olan fethullahçılar, tercihan polis okullarına, eğitim, istihbarat, personel, bilgi-işlem birimlerine dağılıp kadrolaştılar. emniyet içindeki nakşi-fethullahçı çıkar kavgasına dayalı anlaşmazlık sonucunda, yakın tarihte ilk ve son kez olarak fethullahçılar aleyhine -eksik de olsa- bir rapor yayınlandı. ancak bu raporu yayınlayanlar, yaklaşık on yıldır süregelen ama hiç kimseyi rahatsız etmediği anlaşılan "telekulak" skandalı gerekçe gösterilerek tasfiye edildiler. cüretlerini iyice artıran fethullahçı emniyetçiler, son kaset olayından sonra abd'ne sığınan hocaefendilerine resmi koruma sağlama çabası sergilediler. hiç şüphesiz, hakkında dgm tarafından hazırlık soruşturması yürütülen hocaefendiyi devletten maaş alan emniyetçilerin tabiri caizse -kulağından tutup- türkiye'ye getirmeleri gerekmekteydi. ama öyle olmadı, devletin parasıyla -hem de tüm yasal harcamaları karşılanarak- bu ülkeye gönderilen bir başkomiserin moral anlamda "koruma" görevini üstlenmesi, etki ajanlarının gücünü gösteren bir çelişkiyi de ortaya koydu. özellikle sözkonusu başkomiserin görevini uzatma belgesinin altında imzası olan sadettin tantan'ın hâlâ görevini sürdürüyor olması ve de diğer imza sahibinin (dönemin içişleri müsteşarı) şimdi ankara valiliği görevinde bulunması, sözkonusu çelişkinin boyutlarını gösteren çarpıcı örnek oldu. bilindiği kadarı ile, gerek basında yeralan emniyetçi fethullahçılara ilişkin haberlere, gerek devletin diğer istihbarat kuruluşlarının arşivinde mevcut bilgi ve belgelere ve gerekse de mgk'nın yakın takibine rağmen, emniyet disiplin yönetmeliği, bu şeriatçı organize suç örgütü üyelerine değil de, onlara karşı olan memurlara karşı işletildi. örneğin, geçtiğimiz yılın sonunda, fethullahçı kadrolaşmaya karşı dikkat çeken ankara emniyet müdürlüğü'nün ünlü raporuna katkıda bulunan emniyetçilerin tamamı dahil, 38 kişiye çeşitli disiplin cezaları verilirken, aralarında hiç fethullahçının bulunmaması oldukça dikkat çekiciydi. oysa, "telekulak" olayının gerçek faillerinin fethullahçılar olduğunu duymayan kalmamıştı. hatta, alaattin çakıcı ile eyüp aşık arasındaki telefon görüşmesinin kasetlerinin, keza korkmaz yiğit ile ilgili kasetlerin hükûmeti sonlandıracak sonuçlar vermesi, fethullahçıların mit ve genel kurmay istihbaratı'na muadil ve alternatif bir sivil istihbarat örgütü kurma çabalarını hızlandırdığı kaydedilmişti. bu örgütün, (audio surveillance) hizmeti, cemaati gizlemeye yönelik yanıltıcı bilgi (build up material) üretme hizmeti dahil, tüm teknik hizmetlerini fethullahçı emniyetçilerin yürüteceği, siyasilere ve de hedef kişilere yönelik tehdit-şantaj amaçlı özel bilgi bankası gibi çalışılacağı öğrenilmişti. bu duyumların üzerine gidildi mi? kim gidecekti? başbakan mı, yoksa yardımcıları mı, yoksa içişleri bakanı mı? yoksa, diyorsunuz, "mütareke istanbulunun işbirlikçi osmanlı devlet adamlarının ruhları ankara'da mı dolaşmakta?!."
fethullahçıların abd casusu, etki ajanı, yönlendirici ajanı ya da kısaca nüfuz casusu olmadığını bugüne kadar iddia eden çıkmadı. hatta kendi yayın organlarında bile bu yolda bir inkâr sözkonusu olmadı. fethullahçılar, hocaefendileri abd'nde (refugee) statüsünde kalıcı olmadığını iddia etseler de, cıa nezdinde tüm fethullahçılar, (walk-in) tabir edilen bir kategoride tutulmaktadırlar; yani kendi ayaklarıyla ve gönüllü olarak ajanlık hizmetini talep ederek gelmişlerdir. fethullahçılara göre, nasıl humeyni zorunlu sürgün sonrası bir gün iran'a dönmüşse, hocaefendileri de öyle anlı-şanlı bir biçimde dönecek ve doğrudan çankaya'ya oturacaktır. bu beklentinin devamında, abd ise, küreselleşme önünde en tehlikeli bir ulus-devleti ortadan kaldırmanın, yerine kendi ılımlı, uysal müslüman patriğini getirmenin nimetlerini görecektir. ancak çift taraflı bu beklentiler, fethullahçı gerçeğini ifadeye yeterli olmamaktadır. fethullahçılar, asla ve asla abd'ye sığmayacak, cıa ile yetinmeyecek büyük ihtiraslara sahiptirler. "kâinat imamlığı"nı hiyerarşide en üst makam olarak kabul eden fethullahçılar, her konuda olduğu gibi ajanlık konusunda büyük düşünmekte ve büyüğe oynamaktadırlar. bir yandan abd ile ilişkiyi sürdüren fethullahçılar, diğer yandan vatikan, fener rum patrikhanesi, musevi hahambaşısı derken, farklı ülkelerin istihbarat servisleri tarafından yönetilen-yönlendirilen çeşitli uluslararası kuruluşlarla da paslaşmaya başlamışlardır. kimi zaman lordlar kamarası'nda ingiltere kraliçesi adına lord rotherham'ın elinden "ingiltere'ye üstün hizmet ödülü" alan fethullahçılar, kimi zaman ispanya'da "leaders club", "editorial office" gibi kuruluşlardan ya da orta asya'da faaliyet gösteren "booruker vakfı" gibi ngo (!)'lardan ödül almaktadırlar. örneğin, özbekistan'da 21 okulun, hong kong'da ise 1 okulun kapatılmasından sonra, gerek çin halk cumhuriyeti'nin ve gerekse özbekistan'ın üzerinde büyük nüfuz sahibi olan almanya ile de temas kuran fethullahçılar, alman dış istihbarat servisi olan bnd'nin tavassutuyla, ilk adımda afganistan'daki okul sayısını 6'ya yükseltmişlerdir. bnd bağlantısı dolayısıyla almanya'nın iç istihbarat örgütü olan "federal anayasa'yı koruma teşkilâtı"nın desteğini de otomatikman alan fethullahçılar, yaklaşık 2.400.000 vatandaşımızın yaşadığı bu ülkede, himmet parası toplama ve yandaş-mürit kazanma amacına yönelik olarak köln, hanover, münih, ausburg, stuttgart gibi türklerin yoğun olara yaşadıkları tüm şehirlerde "y. burg a.ş." gibi şirketlerin yanısıra, "dost yolu derneği", "türk alman akademisyenler birliği", "islâm din birliği" gibi çok sayıda aktif çalışan örgüte sahip olmuşlardır. anlaşılacağı üzere, fethullahçılar sadece cıa hesabına çalışan tek taraflı ajan değil, (double-agent) olarak da piyasalarını yükseltmişlerdir. ingiltere'de de okul açan ve londra'da büyük bir merkez binası satın alan fethullahçılar, ingiltere'nin dahilde yabancılara dönük faaliyet gösteren mı5 ve dış istihbarat servisi mı6'nın uzak doğuya yönelik faaliyet gösteren departmanı (cıfe) ve orta doğuya yönelik faaliyet gösteren departmanı (meıc) ile okullar konusunda müşterek çalışma yürütmektedirler. daha çok yakın zamana kadar nakşibendiler ve ismailiye mezhebi mensupları üzerinde tartışmasız kontrol gücüne sahip olan ingiltere, fethullahçıları desteklemekle türk müslümanları konusunda da söz sahibi olma niyet ve iradesini ortaya koymuştur.