uyandığımda telefon çorabımın içindeydi amuda kalkıp buzdolabına koyduğum tırnak makasını aldıktan sonra cüzdanıma mazot doldurup tekneye binmiştim ki aklıma ansızın fernando geldi. ah fernando ! başımın belası... uykusuz gecelerimin baş mimarı !
tekneden aşağı bakarken aşağı yuvarlandım ve bataklığa düştüm, her yer çamurdu. düştükçe düşüyordum ve bu düşüşün sonunun ne zaman geleceğini bir hayli merak ediyordum. düşmekten sıkılmıştım artık, o halde neden düşüyordum ki ? hayır yani sıkıldığım bir işi yapmanın mantığı nedir ? o yüzden düşmekten vazgeçtim ve deneme odasına girerek kendime almayı düşündüğüm mandalinayı kulağıma sokup elimdeki şofbeni duvara vurmaya başladım. yan masadaki adam rahatsız olduğunu belirterek elindeki kaplumbağayı yüzüme attı.
bu hareketin altında kalamazdım, bu adama yaptığının cezasını vermeliydim. deneme odasından sinirli bir şekilde çıkıp karşısına geçtim ki ne göreyim ! karşımdaki adam, az önce yüzüme kaplumbağa atarak sol ayağımda büyük bir acı hissetmeme neden olan bu adam O'nun ta kendisiydi ! O, evet O ! işte karşımda ! fernando karşımdaydı...
O'nu görünce bütün sinirim yok oldu, derhal yerdeki gitarı alıp yoldan geçen zebraları kovalamaya başladım. fernando da arkamdan geliyordu ve onun arkasından da birileri geliyordu. herkesin arkasında birileri vardı ve en baştakini merak ediyordum, en baştaki, yani arkasında kimsenin olmadığı o adam kimdi ?
o adam kimsenin tanımadığı biriydi, çünkü o adam bendim. beni kimse tanımıyordu... ben boş vakitlerini tornacıda mantı açarak geçiren, can sıkıntısını amuda kalkarak gideren bir adamdım ve kimse tarafından tanınmaya ihtiyacım da yoktu...