feride

entry75 galeri5 video2
    1.
  1. emel sayın' ın oynadığı filmlerle sıklıkla aldığı isimdir. kadir inanır'a da zamanında "şahin damgası" vurulmuştur.
    2 ...
  2. 2.
  3. emel sayın'ın bu isimde bir adette şarkısı vardır,,"ismin ne dedi söyleyi verdim feride feride" şeklinde ki şarkının klibinde kenan doğulu,yeşim salkım,mustafa sandal gibi o dönemim yeni yetme popçuları rol almıştır
    0 ...
  4. 3.
  5. bulunmak için çok kasılmış isim
    1 ...
  6. 4.
  7. söylendiğinde aklıma sarışın mavi gözlü sürekli gözlerini kırpıştıran,yan yan bakıp sevimsizce sırıtan bir yüz gelir.*
    2 ...
  8. 5.
  9. Yılmaz Odabaşı'nın şiir kitabı.
    1 ...
  10. 6.
  11. ismin ne dedi, söyleyiverdim
    feriiidee, feriide
    askinla yanip cilgina dondum
    feriiidee feride
    birden ona ben kalbimi verdim
    feride, feride (gumbur gumbur olacak basbariton tonajda hafiften hergelelik olcak)
    bittim oldum mum gibi sondum
    feride feride (keza ayni)
    keşke adımı bilmez olaydın
    feridee, feride (tekerur etmeye luzum yok)
    gözyaşlarımı silmez olaydın
    feride, feride (no coment)

    bir şey içime sinmiyor
    dert üstüne dert binmiyor
    kimse acimi bilmiyor
    aşkın ateşi dinmiyor

    feride(uzatiyoruz opera misali baritonlar degil evladim soprano soyleyecek esek evladim sarkiyi terennum eden yani)
    3 ...
  12. 7.
  13. feridun un bayan hali olsa gerek diye düşündüren güzel bir bayan ismi. **
    0 ...
  14. 8.
  15. uzun boylu, güzel kızlara yakışabilecek nadide bir isim.
    0 ...
  16. 9.
  17. emel sayın'dan dinlemenin tadına varılamayan şarkıdır.
    0 ...
  18. 10.
  19. bir yılmaz odabaşı şiiri. sözlüğün karakter sınırlamasına takılacak kadar uzun soluklu. yaşasın copy/paste; tüm alıntılar için http://www.privatesozluk.com/show.asp?m=feride

    k(adın): feride
    uyruğu: dünya
    dinin yok, dilin var
    ve sonrasını ben bilirim...

    aynı yağmurlardan kaçarken bir saçağa düştük önce;
    sonra gece, avluda bir kırık dal dursa üşür feride
    tarihini düşünmedim, düşünmedim ama tenimiz tanışır
    ama tenimiz tanışır önce
    ve terimiz...
    o benim avradım olur gecelerce, günlerce;
    sonrasını... sonrasını ben bilirim...

    geceye yağmur inerdi işte böyle sicim gibi, ipince
    giderek soğuyan dünyamıza kanat vururken kuşlar
    ve hüzünle şaşırırken yolunu yitik yıldızlar,
    feride, bir destan gibi yürüdü ömrünü
    akmaya yaraşırken sular...

    sonra sular sulara, günler günlere vururdu
    ve hayat onu da beni de hem ne kötü vururdu;
    hayvan gibi vururdu hayat,
    küfür gibi, namlu gibi vururdu...
    sonra feride geceler boyu uyurdu
    ileride unutulmuş bir allah kendini doyururdu
    ve susunca feride, yeryüzü boğulurdu.
    yeryüzü yüreğimdi biraz da, kurudu... kurudu...

    ben onu dilsiz ve dipsiz biçimlerden çaldım
    kimselere, kimselere bırakmam.
    öpüşlere sararım, gidişlere sorarım
    kimselere... kimselere bırakmam!

    feride başak kokar, esmer başak
    gözlerini hep s(aklar) utanırken
    sonrasını... sonrasını ben bilirim.

    kadınlar ve erkekler kendi aybaşlarındaydı:
    gelinler su başlarında,
    şöförler direksiyon, gerillar silah başındaydı.
    orospular sızardı gecenin yırtmacından
    yırtmaçların tenine küfür dolardı
    ve küfür yazardı gazeteler
    geceler küfür kokardı/alkol ve sperm
    günlerin yaslı yüzünde kirli kan ve peçeteler...

    peçetelerde günler turşu kıvamındaydı
    faşizm kıvamında işkenceler
    bir uzun yol şöförü yolları
    yolları feride'yi andığım gibi anardı
    geceye devriyeler dolardı

    ne o, kimliksiz miydik?
    feride hınca hınç grevdedir tek tip insan pazarlarında;
    dağlara atarım, bulutlara katarım
    onu kimselere, kimselere bırakmam!

    kül gecelerinden çalarken onu ateşlerin içinden
    bastım bağrıma üzüm suyu damıtır gibi
    sarar gibi ağrısını, ışık kanatlı bir güvercinin
    dirildim, dirilttim onu
    kimselere bırakmam, kimselere!

    sonra tenini tutkuladım avuçlarımda
    mühürledim dudaklarını ateş kızıllığında
    kattım onu yasak şarkılarıma, kitaplarıma
    feride'yi şiir saydım biraz da...
    1 ...
  20. 11.
  21. nisan'ın kızıdır feride;
    bundandır nisan güneşi sinmiştir tenine
    ve kokusu otların, kırlangıçların...
    dağları uyutur koynunda kavgalara gidince;
    sonra aşk olur, kadın olur bana gelince...
    ki aşkın saati, gömleği, takvimi yoktur;
    uçarı bir rüzgar gibidir ansızın

    feride tütünü türküye banar da içer
    yüğreğinde bir tufan negatifleri
    ölümden gelmiş, kollarıma yakışmış
    bırakamam kimselere
    k i m s e l e r e !

    feride şiir huyludur, gül kokuludur
    gözleri ile gözlerime dokunur
    dokunur.
    o aşklar ki hayatın teninde sonrasız bir oyundu
    dağıtınca bir yangının alanında süngüler
    birileri anlatmaya koyuldu:

    '(...)bu gün kimse konuşmuyor(eski söylediklerini yinelemeyenlerden başka),çünkü
    dünyayı sürükleyen kör ve sağır güçler, öğütleri,haber vermeleri,yalvarıp
    yakarmaları dinleyeceğe benzemiyor. şu son yıllarda gördüğüm bizde bir şey kırdı. bu
    şey insanın güvenidir; o güven ki, insanlığın dilini konuştuk mu bir başkasından
    insanca karşılık göreceğimize inandırır bizi(...) insanlar arasında sürüp giden uzun
    diyalog bitti'...
    -a. camus-

    (herkesin bir feridesi vardır bilmez miyim?
    herkesin bir ayakkabısı gibi bir de şarkısı
    herkesin bir kimsesi vardır bilmez miyim
    bir de kimsesizliği..)

    gözlerimle gözlerime dokunuyorsun
    bir bilsen o an gözlerim oluyorsun
    kaçalım, beni gören sen sanacak

    görüyor musun dağlara dokunuyor insanlar?
    giderek dağlaşıyorlar
    görüyor musun adınla başlıyor her şey
    karın eriyişi, yağmurun dirilişi
    özlemenin ilk harfi, gücün hecelenişi

    adınla!
    adınla her şey:
    şarabın dökülüşü, sesimin eskimeyişi...
    ben ise sana abanıyorum
    büsbütün aşk kesiyorum

    yenile yenile bana abanıyorsun sen de
    ateş kesiyor dudakların
    saçların iri bir tutunmak oluyor bu yangın yerlerinde

    ben nereye gitsem biraz senden gelirim
    ardımdan kuşlar ve uykular gelir...
    feride

    gelip bana çıkıyor bu kent
    ben kentlere çıkıyorum
    kentler kent olmadı feride
    bir türkü tutturup açabilmeliyim anlımı
    gecelerinde
    0 ...
  22. 12.
  23. güne koşerken çocuklar güne erkenden
    ya deniz yada dağ kokmalı yolları
    çocuklar çocuk olmalı
    aç bakmalı sevgiye
    çocuklar bazen bir ülkedir
    gözleri gök(yüzünde)

    ter ve güneş kokarken işçiler evlerinde
    herkes gibi olmalı, adı gibi
    yoksa sonumuz olur feride
    utanır rüzgarlar hak edilmiş iklimlere

    çarşılarda kalabalık yürüyor
    sanki topyekün bir ülke toprağın şiddetinde
    ansızın o kalabalık soluyor 'faili meçhul'lerde

    çarşılarda kalabalık yürüyor
    her yanım kalabalık ve kabarık
    duramıyorum böyle
    çarşılara abanıyorum ben de

    -gülüşleri, konuşmaları, oturuşları nerde?
    hani çocuklar mavi esintilerde?
    bu kanlar da ne?

    bir bilsen o an gömleğimi parçalıyorum günün orta yerinde
    çatırdıyarak kopuyor düğmelerim
    suçlulular nerde?

    bıyıklarımı kemiriyorum, bitiyor
    çekip koparıyom saçlarımı
    bir bilsen ter damlıyor yüreğimden yerlere
    bileklerim kesilmiş, damarlarım dökülmüş caddelere

    çarşılara abanıyorum işte
    çarşılar yalnız, çarşılar yalan
    çarşılar bana abanmıyor feride...

    keder bile yıkar bendini
    yağmur iner, gök boşaltır içini
    büyür
    mü benim yüzyılım?
    b e n i m y ü z y ı l ı m h a n i ?

    çoğaldım ve bir soruyla dolaştım sokakaları
    bir soruyla açıp her sabah penceremi
    benim yüzyılım hani?
    benim yüzyılım hani?

    sonra susamışlık oldum gitgide
    ağlamışlık, kanamışlık birdenbire
    artık bütün sularda bir susuzluğum
    yankısı yok sesimin caddelerde
    'bir yudum' diyorum
    sonra 'bir yudum, halkım!'
    çarşılara abanıyorum işte
    çarşılar yanlız, çarşılar yalan
    çarşılar bana abanmıyor feride...

    artık böyle başlar gün:
    tomurcuk patlar, bir dal kırılır apansız.
    birileri düşer yağmurlara, yağmurlar zamansız...
    belki ağzının kıyısı kansız
    yarım kalır türküsü;
    dağılır, yiter sesi
    anlatılır rüzgarlara öyküsü...

    daha önümde ardımda korkunun kokusu
    dağlarda kırılan alevin, yanlızlığın
    vahşetin böhründe zulmün tortusu!

    sonra güne koştum, güne çoştum
    kucağımda dünyaların türküsü;
    çıkıp kentin en geniş meydanına
    boğazımı gömleğim gibi yırtıyorum:
    susmayın! bir şey bilmiyorsanız küfredin,
    düpedüz küfredin işte!

    bir şey anlamıyorlar bile!
    o an gökyüzünde dingin bir bulut,
    duvarları aşabilen rüzgarlar çarpıyor yüzüme...
    (bakıyorum da kanım pıhtılaşıyor
    üstüm başım kir karanlık!)

    kapıyı yağmur diye çaldılar oysa
    açtık:
    k a s ı r g a!
    (bu hep böyle sürmese
    aşk, önce!)

    bir kahve önünde duruyorum
    insanlar öylece oturmuş kendilerini turşuluyorlar
    tuzsuz...

    -dikkat dikkat!
    ülkem dolaylarında yatmakta olan insanlar için
    .... guruplarında kan
    aranmıyor!
    yitirdik infazda günlerimizi
    can aranıyor! can aranıyor!

    birden ön masadan üç adam kalkıyor,
    'kes ulen' diyorlar:' -ne canı? can burada
    işte! oturmuş pişti oynuyor çayına kahvede!'

    utanıyor, çok utanıyorum
    benim yüzyılım hani?
    ülkem nerede?
    arkadaşlar, su su yok mu be!

    çarşılar yalnız
    kentlerin üzerinden sessiz...
    sensiz gidiyoruz feride...

    ey kasırgalarda okyanuslar çiğneyen gemi
    ayrılıksa: vur sineme öldür beni!'
    1 ...
  24. 13.
  25. '...yapılmamış, unutulmuş itirazlar mı vardı? kuşkusuz vardı böyle itirazlar(...)
    nerdeydi şimdiye kadar görmediği o yargıç? nerdeydi o yüksek mahkeme?
    kouşacaklarım var el kaldırıyorum...'
    -f. kafka-

    belli ki tenimin rengini yitireceğim
    ve hayat yitirecek rengini, yüzümün sustuğu yerde
    korkarak yürürken caddelerde
    benim yüzyılım hani?
    ülkem nerede?

    feride
    şimdi yanaş kıyılarıma bir vapur gibi
    çarpıp durayım güvertede gözlerine
    (inan ki feride inan
    aşk,
    önce!)

    (gözümü bağlıyorlar; korma sevgilim!gözümü,
    gönlümü değil...)

    kanlı karanlık odalarda
    beni morartıyor, azaltıyor ve azdırıyorlar
    böyle her seferinde,
    çıkınca fırında ekmek gibi kabarıyorum
    sonra bir çoğalıyor, bir çoğalıyor, bir çoğalıyorum

    (bir güzel renk değiştiriyorum;
    korkma! yürek değil,
    renk değiştiriyorum sadece...)

    ben can, camiler e(zan) derdinde!
    kollarım gidiyor önce, ayaklarım ellerim
    saçlarım gitmişti zaten, bileklerim gitmişti

    biliyor musun bir sen kalıyorsun içimde
    yüreğimin alazında biz bize
    ağlaşıyoruz sesizce...
    (sonra gözlerim açılıyor; korkma!dilim değil, gözlerim sadece...)

    (mahkemede)
    ...

    (hapisanede)
    buraya gelme feride
    bir hançer gibi saplama
    savuran gözlerimi yüreğime

    yine o öksüz koridor, yaslı ve yaşlı koğuş
    küf ve sidik kokuları yine
    ben valeybol oynuyom bahçede
    birikmiş volta borcumu
    taksitle, her gelişte ödüyorum

    aldırma, bir kedere sevk olunmuş suretim
    kadınım,
    kardelenim
    gülenim!

    (bir de sen... sen feride olmasan
    bana böyle delice göz kırpan yeryüzüne kanmasam
    kanmasam mahvolurum kız, mahvolurum!)

    ekmeksiz kal da demiştim
    içeride kavgasız, kadınsız, çaresiz kalma
    bunları yazmadılar hayat bilgisi kitaplarında!

    yazmadılar!

    oysa ki ben aşka inanıyorum
    hep ölüm bu (yurdunuz)
    yazıyorum:
    ey devlet,
    ey tanrı artık o(kulun) yok senin!

    ben uçurumlar önünde kendimi kemiren kerem
    artık beni kemiren türküler dinlemem

    dinlemem
    ki rüzgardım
    usluca kedere kaldım
    yürüdüm, göçebeydim;
    yürüdüm, kurşunlandım!
    sonra mart kaldım, eylül kaldım ey susmanın çorak iklimi!
    yüzüme uzun sürmüş soruşturmalar yorgunluğu
    çarmıhlara gerildim, ölümlere tek kaldım...

    çıktım kanlı karanlık odalardan
    elbet çıkarım, çıkacağım!
    şimdi dağları aralasan bu akşam üstleri ben çıkarım
    kuşları kovalasan, yürüsen yollara göçebe yanım
    geceleri kanatsan alnımda yağmur, saçlarım kar türküsü çıkarım!

    (ben bu çiçeği bölsem, koklasam sen çıkar mısın?)

    bu gece saçlarından geçiyorum, yüreğim ter içinde
    sussam yokluğun kan tükürür beynime
    geceler büyürse tutsağım sabahlar doludur yüreğime

    çıktım
    da kentler kent değildi yine
    belki bu yüzden tüketmiş soluğunu şarkılar
    kuşlar da gitmiş, keder büyümüş
    ama hiç boğulmamış içimizde kıyılar...

    kal kendinin anası ol doğur kendini
    sonra gel beni doyur büyümeden açlığım

    sesim mi?
    o da büyür sen kaygılanma
    0 ...
  26. 14.
  27. gel
    bata
    çıka
    çıkalım
    düşe
    kalka,
    gide dura,
    güle ağlaya...

    sonra zıbarıp kalmak için yer ayırttım bir 'palas palas'ta;
    oturup fotoğraflarına baktım, yazı makinamın içinde
    külleri temizledim. sokağa çıktım, yasak yürüdüm;
    üzerime
    adını almayı unutmadım...
    yollara dokunmadım, kedilere, camlara dokunmadım;
    yıldızlara... yıldızlara hiç dokunmadım,
    dokunsam düşecektin...

    sonra geceye şiirler okudum bitti
    bitmedin!
    bilsen ne çıkar; hem nasıl bileceksin?

    (sen bir şeyler bilsen bildiğinden ben çıkarım
    çocukluğuma dokunsan öksüz çıkarım...)

    şimdi sokaklardayım, sokaklarda...
    adın satırbaşlarında ayrılıkların
    oysa ben bu geceyi bilmiyorum, yolları bilmiyorum
    unutmayı hiç.

    şimdi sokaklar bile esniyor, uyumayı bilmiyorum...
    yanmamış bir gaz sobasının yerlere dökülmüş artıkları
    soluğumu kesiyor. soba boruları kırık camlardan dışarıya uzuyor;
    dışarıda kar, dışarıda rüzgar esiyor;
    uykusuzluğa uyuyorum...
    dört battaniye aldım üstüme,
    üşüyorum feride;
    kalkıp şiir yazacağım,
    ama hep şiir mi yazılırmış kuşatılmış gökyüzüne?

    yine o gitmelere gitmeden
    seni yorumluyor, sana yoruluyorum işte
    başka nereye giderim söylesene?

    sonra bir bakıyoruz biz kokmuşuz biz bize
    taşıdık, taşındık bitti
    öpüp durma üç numara traşlı kafamı öyle
    feride, kız, geldim işte
    ağlama, şişmanlarım yine
    yine sevişiriz sur dibinde bahar gelince

    feride, bu sen misin, nasılsın söylesene?
    ellerin... ellerin nerede?
    bak, ıssız bir ada gibiyim beni çevrele
    beni sar, beni sor, beni ağlat bu gece

    üşüyorum bana bir palto bul feride
    ya da aç ğöğsünü ısınıp kalayım öyle
    geceler çarpıp düşsün dalgın güzelliğine

    gözlerini sil ve bu sevda kadar koyu bir çay tutuştur ellerime
    yok, gitme!
    gitme, sen gidince sevmek yüreğimde düğümleniyor
    özlemeyi yutkunuyorum
    sonra pencerene ürkek kuşlar konuyor
    şu gök var ya şu gök, birden üstüme çöküyor
    yok, gitme!
    gitme aç göğsünü ısınıp kalayım öyle

    diyorum ki bir koluma seni
    çıkınca
    diğerine ülkemi
    gör ki payıma çığlıklar düşmüş ve kül geceleri
    benim yüzyılım hani?
    çarşılar çarşı mı şimdi?

    bana bir ülke getir feride
    üstünde masmavi bir gök olsun

    saçlarını çöz, sağrılarını
    ıslak taylar gibiyim
    ve tenin senin
    doludizgin bir ülke.

    gözlerimin ortasında
    gözlerinin ortası
    tenini hatırlat tenime
    bana aç vücudunun deltalarını
    kadın kokunu ver
    sulamak için rahminin kıraç topraklarını

    şimdi aşk,
    önce!

    (bu sensin
    ve sensin
    bu terin ve tenin ıslaklığı
    kal öyle
    ısıt gözlerimi gülüşlerinle...)

    birazdan kapılar kırılacak belki de
    birazdan kapkara bir örtü olabilir gözlerimizde
    biz diz kırarken sinesinde sancının
    yolunur papatya, deşilir ten ve yara da
    çünkü ölmek günleri biraz da
    gülmek günleri (de), inadına
    gün gülümsemeleri ardında

    gün gülümsemeleri ardında
    dağlandıkça dağlaşmak
    ve dağları sevmeye yaraşmak
    yaraşmaya yanaşmak günleri...

    sen de yanaş kıyılarıma bir vapur gibi
    çarpıp durmayım güvertelerde gözlerine...

    her gün bir avuç öldüğüm bu cehennemde
    el verdiğim kentler vurulacak, vurulacağım
    bu yangı kabardıkça çok yanacağım!

    farkında mısın infazlara ayarlı saatler yine
    bu kabartma geceleri susmak böyle...

    caddeye bir taşıt huzmesi düştü görüyor musun
    bak bakalım beni mi arıyorlar?
    ne geziyorlar gecede yarasa gibi?
    bakarken görünmesin ğöğüslerin pencereden
    yollar bir çift gül görmeye alışık değil...

    tan atacak birazdan geceyi yırtarak yine
    saçların da dağınık, her yanın ter içinde
    feride,
    sen bu kadar akıllının içinde nasıl
    nasıl delisin böyle?
    0 ...
  28. 15.
  29. sevdan kıl beni, kaybetme ellerimi
    tutmazsam dağlara çığ düşerken, o çınarlar susarken
    tutmazsam kırılır elim
    tutmak kirlenir...

    benden kalan incelikler var sende
    ateşimin örsüsün, sana akar ırmaklarım
    akar ve biterim

    bitmesek taşarız
    bitmek kirlenir...

    kime aitse kucağın
    açık tut
    ve diri
    tutmasan insanlığın kirlenir...

    bak sevda bu, tut söz
    hem kim var ki böyle sevecek seni?

    öpmesem dudakların,
    yazmasam şiir
    sevişmesem kadınlığın kirlenir...

    ve bir gün değil, her gün her şey kirlenir
    çalarak bir şeylerin hayattan ve insandan
    yenibaştan
    yenibaştan

    kirlenmeyen tek şey ise
    kirdir...

    rüzgar
    ve kar
    kar...yurdumda
    bir dal daha kırılıyor rüzgarda
    kimseler bilmiyor
    o dalı yeşertebilir miyiz feride?
    baharda?

    iki gözüm, kar yağıyor dışarıda
    elimden terliyor ellerin
    kar yağıyor yoksul gecelerine ülkemin
    pencerelerine perdesizliğin

    kara kan karışıyor!

    kara bin damla kan düşürüyoruz
    çoktandır ayaz günleri ülkemin.

    karda
    kar değil,
    kan mevsimi.

    bırak, serseri yağmurlar, darbeci generaller,
    vizite kağıtları ve gündelik telaşlar bir an bir yerlerde kalsınlar!
    gecenin yüzüne karşı konuşan cinayetlerde
    ölümdü, kederdi, hasretti gördüm!
    tüyleri dökülen bir kuşun yüreği kadar sıcak
    ve bir kez ağzımızdan çıkmış bir küfürdü hayat!
    şimdi göç yollarında mısın?
    yurdunu mu yitirdin?
    örselenmenin yurdu
    yok! aşkın yurdu
    yok! özlemenin
    yok!

    şimdi hasret iri gözlü bir çocuktur çırılçıplak kıyılarında

    şimdi bir namlu gibi gözlerin
    dışarıda kar dinmiş
    çamlar gelin...

    bak, bir izbe oda düşmüş payımıza
    ısrarda çoğalıp inadına
    ışıkları söndürelim
    susmasın elim
    tenimi tanı
    kokumu
    ve terimi
    bu çığlık bir bıçak olup yırtacaksa geceyi
    al, göm göğsüne dağlanmış suretimi
    al da susalım biraz.

    hep aynı göğe büyürken ellerimiz
    bana bir ölüm tarif et feride
    yakma cigaranı
    çek şu kibriti de
    olur ya
    dinamit gibiyim bu gece...

    aldırma! bir kerede sevk olunmuş suretim
    kadınım
    kardelenim
    gülenim...
    1 ...
  30. 16.
  31. daha yenile yenileme bana abanıyorsun sen de
    ateş kesiyor dudakların
    saçların iri bir tutunmak oluyor yangın yerlerinde
    bırak! çarşılar bana abanmasa da
    çarşılara abanacağım yine
    yoksa yaşamayı oynamıyorum işte
    yoksa bu şiir burada biter feride!

    çarşıları yalnız, kentleri öksüz
    şiirleri yarım bırakmayalım!

    kentler kent değilse
    parçalanırım yine
    gömleğimi boşuna ütüleme
    bencağız, damarlarım dökülsün caddelere
    ter damlasın yüreğimden yerlere
    çarşılar bana abanmasa da
    bırak! ben çarşılara abanacağım yine...

    (bir de sen... sen feride olmasan
    bana böyle delice göz kırpan yeryüzüne kanmasam
    kanmasam mahvolurum kız, mahvolurum!)

    sana bir bıçak vereyim, rüyalarımı dağıt
    bir rüzgar vereyim, külümü
    bir sevda vereyim, kuraklığımı dağıt

    biz o yıllar rezil gecelerde üşüdük
    hey gidi kirli günler ne çok üşüdük
    sıcaklığımı al şimdi bu üşümeleri dağıt
    bak, bu kentler yeter bize
    sevişmek için de, çıldırmak için de!

    kalabalık ol gel, yalnızlığımı
    gövdemi vereyim gel, dağıt açlığımı...

    d(erken) yıllar geçer
    o herhangi bir gün de akşam olur
    akşam olur sen bana bir bardak çay getirirsin
    ensenden öperim, o saat bardakta şeker gibi erirsin
    sen bir yaz güneşisin bakınca gözlerin bir sevinir, bir sevinirsin

    yüreğimden ansızın okul çocuklarının trampetleri geçer
    tramvaylar, havai fişekler geçer
    benim yüreğimde ise hep uzak ki yollar
    içinden uzun yol otobüsleri, sessiz ırmaklar geçer
    benim ırmaklarım
    ırmaklarım benim, senin gözlerinden geçer.

    (biz on ikiden vurulmuş eylüllerde üşüdük
    hey gidi kirli günler ne çok üşüdük!)

    şimdi ''kaç'' diyorsun da
    başka sokağım yok ki
    yağmurum yok ki benim!

    sokaklar mühürlüdür burada
    kalbinde kör bir baykuş telaşı saklar
    benim yüreğimde ise hep bir tabur konaklar
    kalsam da bu kent beni yaralar
    sabahları da kederli çocuk gözleri
    göğsünde sahte lambalar

    sonra bir yağmur
    ipince
    bir yağmur daha başlar
    ölümün taht kurduğu varoşlarda nasıl da kirlenir aşklar...

    yorgun bir baş ayrılacak gövdesinden
    ve bir kaçak gibi gideceğim bu kentten

    dışarıda simsiyah bir geceye çarpan hırçın rüzgarlar
    olsun;
    siz başka ölümlerde arayın beni
    gidiyorum, yollar kollasın kederimi
    gidiyorum
    bir uzun yol otobüsünün camına düşerek başımı
    bir kaçak gibi...

    bir baş nasıl ayrılır gövdesinden?
    bir rüzgar, ikliminden?
    bir ırmak, sesinden?
    bir şair, bir şiir ülkesinden?

    (her ipi denedim infazıma!)

    o kuşlar yine çarpacak o mavinin alnına
    o çocuk sekerek yine okul yoluna
    kapımı kimse çalmayacak belki
    artık uçurdum yüreğimin ıssızlığından ıslak güvercinimi
    ömrüm kopacak bir infaz ipi...

    belimde bir silah var, bu gece dağıtacağım beynimi
    bu gece
    yine gece
    dağıtacağım geceyi birdenbire
    damıtacağım yaşamdan rengimi
    şu başına buyruk takvimleri, kinleri, kirleri...

    sonra ışıklar ve ıssızlıklar içinde, yeniden
    yürüsem de uğultulu bir gençlikle
    ömrüm kuşatılır ihtilallerle

    her bıçak tenimi
    her namlu beynimi sınar

    tutuklarken yangınlar acemi dilimi de
    bir anı... bir dize kalır belki geride
    kirli yaşansa da günler belki evrilir maviye

    (ve güzel bir imge
    dolanır dünyanın eksenini yine...)

    hayat, hep böyle düşünmek, düşmek;
    ''düşmek'' dedim de
    düştüğüm çok oldu biliyor musun?
    ve düşürüp bir şeyleri düşündüğüm çok oldu...

    ağlar gibi olup
    da ağlamadığım;
    ağlayamaz gibi durup
    da ağladığım, çağladığım çook!

    yurtsuzdum, bunu yazdı bültenler de
    yurtsuzdum da yeni bir yurt kurdum kalbime
    sana bile vize koydum, kimlik sordum feride

    (ben feodal bir yaraydım belki de...)

    oysa ki iki tufandık seninle
    lavlardan ayrı düşmüş iki kanardağ
    savrulduk usulca günlerin dargın göğsüne

    hani yüzün kar çiçekleri gibi açardı
    yüzün sığmazdı öpüşlerime ve hep bir kuytu ararken özlem tüten yüzünde
    hiçbir aşkı mevsimsiz yaşamadım
    da kaç mevsim aşksız feride...

    oysa ki tufandık seninle
    yatağını arayan iki ırmak belki de
    çoktandır dalgınlığımı düşünüyorum göğsüne
    yorgunluğumu, solgunluğumu bu dar evlere

    ve akşamüstleri taşıtların amansızca zırladığı bu kentte
    geceler karanlık, çiçekler uzak, aşklar dağınık
    beni anlamıyorsun!

    ve biz seninle soğuklar kadar yoksul
    çünkü bir ekmeğin öyküsü ilişmiş kimliğime......
    sonra geceler boyu izimi sürdü kan düşmanlarım
    ansızın sesimi koyacak yer bulamadım

    bir sesim vardı
    bas bariton
    onu dağlara emanet ettim
    duruyor
    orada
    çapraz asıllı silahların gizli esmerliğinde....

    artık gözümü kırpmadan vurabilirim kendimi de;
    vurabilirim kendimi bir usturanın katil çeliğiyle
    ya da o silik duvar yazıları önünde bir paslı tüfekle!
    24:00 sonrası... kanlı karanlık çekilirken rengine
    bir namlunun ansızın dağıtacağı beynimi
    bırakabilirim bulvarda aç gezinen itlere
    ardımdan kan, kan koksun gece!

    (bilirim cesedimin üstünde bir dal kırılır,
    bir yaprak hışıdar yine; orada 'kime ne'sin sen;
    alıp gidesin kendini kendinle....)
    1 ...
  32. 17.
  33. ölürsem heceler kalır dişlerimde
    ay biter
    ise bende biter, ay üşür
    ise ölmüşlüğüm kadar üşürüm ben de

    kalınca ömrüm ölüme
    yalnız!

    (zaten yalnızdım...)

    yalnızdık dağlara karşı
    ya kentlere?
    kentler ki tükürsek içinde boğulacaktık
    sulara karşı yalnızım

    gecenin desenine ay dokununca
    yalnızdık
    yük ve türkü taşıyan o ipek yollarına bir de...
    işte şimdi ay kanar
    yoksa başka ne kanar?
    ve uzakta, bozkırlarda atlar... atlar... atlar...
    atlara yalnızdık!

    yanlızdık karanlığa feride...

    denizleri özlerdi feride
    elleriyle atlasları örterdi
    deniz yellerini atlasların

    kaldırımlarda 'fosforlu cevriye'ler biterdi,
    sonra yazlık sinemalarda evde kalmış kızların ciklet çiğnemeleri;
    mahallelerin bıyıkları tütün kokan emeklileri
    ve renkli giysileriyle külhan gençleri...

    bir de sen... sen feride olsan da!

    (herkesin bir feride'si vardır ben bilmez miyim
    herkesin bir ayakkabısı gibi bir de şarkısı
    herkesin bir kimsesi vardır ben bilmez miyim
    bir de kimsesizliği...)

    yanmaktan değil, yakmaktan 'müebbedenmen' ömrümde
    iri dağlar, güzel kadınlar sevdim yine de
    ve bir tutam hırçın gençlikle
    yürüdüm takvimlerin amansız büyüsüne
    yüreğim hep uçurumlar denginde

    (ve hangi renkte olsak da
    kalarak bizi sarıp sarmalayan günlerin asıl rengine
    rengarengine...)

    -
    benim ömrüm hep beyaza kandı ey 'şarkısı beyaz'
    ama hangi beyazı tutsam gri oluyor
    sonra boğluyor
    kararıyordu...

    hiçbir beyaz
    bembeyaz;
    hiçbir yaz,
    yaz
    kalmıyordu!

    (bütün griler eskiden beyazdı feride...)
    -

    tüketmeden bir sevda ezgilerini bir ünlem olmak varken;
    üç mevsim ilk yaza açılırken yeşile dolmak,
    yerküreyi uçurumlarda bile sarmaşık gibi sarmak,
    tek telden her tele bir akortonmak,
    dorukların dağlarına tutunup kalmak, meydanlarında, halaylarda
    diz kırıp gülmek varken;
    sen sar ve sor bırakıp gitmek varken...

    çünkü yalnız sana gelmiştim, dağılmıştım, sevmiştim;
    kabaran belam, en unulmaz sularda vurgun yenilmiştim...

    (artık sen... sen feride olsan da
    bana böyle delice göz kırpan yeryüzüne kansan da
    kansan da mahvolmuşum kız, mahvolmuşum!)

    her yağmur bir gök bulur elbet kendine;
    her yeşil bir dal, her su bir damla, her ateş bir kül,
    her takvim bir yıl bulur elbet kendine!
    her yangın bir duman, her öğrenci bir okul,
    her artı bir eksi, her yol bir taşıt, her soru bir yanıt;

    her aragon bir fransa
    her fransa bir elsa...

    her karacaoğlan bir zülüf bulur (yeter ki bakmayı bilin, her yarin bir zülfü vardır);
    her ressam bir tuval, her kış bir ayaz, her kitap bir okur, her şarap bir adam bulur kendine;
    yeter ki şarap, şarap olsun, içen çıkar...

    her deniz bir martı, her ömür bir tufan, her rüya bir uyku, her nota bir şarkı, her
    mezar bir ölüm, her ağaç bir kök, her dağ bir duman, her güneş doğacak bir
    kuytuluk bulur ya kendine,
    bulur ya;

    ben
    senden
    başka
    sen
    bulamam
    b u l a m a m!

    paramparça kıldım şiirimi
    bu kadar b(ölüm) yeter mi?
    s
    o
    n
    r
    a

    a
    ş
    k:
    sonra!
    ve ben gittim yüreğimde kan gülleri
    siz de o aşkın teninde dinamit sayın beni!
    2 ...
  34. 18.
  35. çok güzel, eğlenceli ama aslında mahsun bir emel sayın şarkısı.
    0 ...
  36. 19.
  37. reşat nuri güntekin' in unutulmaz klasiği çalıkuşu ' nun baş kişisi. trt uyarlaması dizi de feride' yi aydan şener başarıyla canlandırmıştı.
    0 ...
  38. 20.
  39. Alev Alev Yaniyorum
    Yaniyorum Inan
    Bu Hasret Biliyorum
    Dinmeyecek Azlan
    Her Gece Yeri Gögü Yirtan
    O Kursunlar
    Senide Vuruyorlar
    Beni De Vuruyorlar
    Feride, Feride

    Oy Deli Daglar Gibi
    Çiçekleri Koklar Gibi
    Çoluk Çocuk Koklar Gibi
    Seni Beni Bekler Gibi
    Vay Habersiz Kuslar Gibi
    Geçip Giden Su Ömrümüz

    Nerede Aşk Nerede
    Nerede Köşk Nerede
    Nerede Aşk Nerede
    Nerede Köşk Nerede
    Nerede Üç Gün Önce
    Gördügümüz Düs Nerede
    Feride Oy Feride

    efkan şeşen
    2 ...
  40. 21.
  41. --spoiler--
    şimdi sokaklardayım
    sokaklarda, içimin sokaklarına adın yürüdü
    adın satırbaşlarında ayrılıkların
    oysa ben bu geceyi bilmiyorum,
    yolları bilmiyorum, unutmayı hiç;

    şimdi sokaklar bile esniyor uyumayı bilmiyorum...
    --spoiler--
    1 ...
  42. 22.
  43. şairin telif haklarından vazgeçtiği şiirden oluşan kitaptır. *
    1 ...
  44. 23.
  45. " bunları yazmadılar hayat bilgisi kitaplarında!

    yazmadılar! "
    2 ...
  46. 24.
  47. esra elönü'nün yazılarının kahramanıdır. feride zaman ve mekan kavramını aşarak oraya buraya gider ve orada olmadık bir edebi işe imza atar her seferinde.
    0 ...
  48. 25.
  49. (herkesin bir feride'si vardır ben bilmez miyim
    herkesin bir ayakkabısı gibi bir de şarkısı
    herkesin bir kimsesi vardır ben bilmez miyim
    bir de kimsesizliği...)

    ...yılmaz odabaşı

    ben bir şey demedim.
    5 ...
© 2025 uludağ sözlük