faşizm, burjuvazi sınıfının var olduğu dönem içerisinde, bu sınıfın çıkarlarının, kendisinin krize girdiği ve çıkmazda olduğu zamanlarda ortaya çıkmıştır. dolayısıyla faşizm, öncelikle ve en basitinden, kapitalizmin ve burjuvazinin ürettiği bir ideolojidir. burjuva sınıfının olmadığı dönemin iktidarları, faşizmin bazı özelliklerini, en bilinen temelde şiddeti, taşıyor olması faşist iktidardan söz edilebileceğini işaret etmez. çünkü faşist rejimin en önemli özeliği bir burjuva sınıfının var olmasıdır. bu sınıfın var olmadığı dönemler için faşizmden söz edemeyiz. araştırmamızın konusu; faşist bir iktidardan bahsedebilmek için yalnızca şiddetin ölçüsüz ve sınırsız kullanımının yeterli olup olmamasıyla ilgili olduğundan, öncelikle şiddetin tanımını ve şiddeti kullanan iktidarların, tarih içinde, faşist bir sistem amacı içinde mi kullandığını açıklamamız konumuz itibarı ile yararlı olacaktır. ardından da faşizmin kelime anlamını tanımlayarak, bu sistemin özelliklerinden bahsedeceğiz.
liberal kurama göre, insanlar doğal yaşam gereği birbirlerine güvenmemekte ve her bir insan kendi çıkarını maksimize etmeye çalışmaktadır. insanlar bu güvensizlik ortamı içerisinde yaşayamazlar. tam da bu sebeple her biri kendi çıkarını maksimize edebilmek ve yaşayabilmek için devlete ihtiyaç duyarlar. devlet de içinde barındırdığı her bir insanın çıkarını çoklaştırmaya çalışır. ancak bu noktada kendi sınırları içerisinde şiddet tekeline sahip olması gerekir. insanların birbirine karşı güvensizliği ve kendi mülkiyetini koruma çabasını, kendisinin vekili olarak, devlet yerine getirir. diğer şekilde devlet, toplumdaki güvensizliği ve huzursuzluğu bitiremeyeceğinden, devlet olma vasıflarından birini kaybeder. dolayısıyla devlet, bu kurama göre, mülkiyet hakkını korumalı ve kendinden başka şiddet gücünü ortadan kaldırmalıdır. devletin şiddet kullanmaması, açık olarak bu yola başvurmaması, şiddeti kullanmadığı ve bunu terk ettiği anlamına gelmemektedir. çünkü devlet, bireylerin aykırı bir hareket etmesi durumunda şiddet kullanılacağını gösterebilir, ancak bunu yaparken açıktan şiddet kullanmak zorunda değildir. topluma bu korku verildiği ölçüde, şiddet kullanmaya gerek kalmayabilir, fakat şiddet tekeli elinden bırakmaz. ancak yalnızca modern devletlerde görülmez, şiddet tekeli tabiî ki. şiddet, yunan şehir devleti iktidarlarının, iskenderin ve romadaki neron iktidarının kullandığı bir araçtır aynı zamanda. toplumu bir düzen içinde bir arada tutabilmek için kullanmışlardır. kendi egemenliklerini hiçe sayan kişileri toplumun gözü önünde infaz etmişlerdir. bu şekilde kendi egemenliklerini topluma kabul ettirebilmişlerdir, hükmedebilmişlerdir. bu şiddeti bireye yöneltirken gizliden değil, fakat aynı zamanda toplumun gözü önünde yapmıştır. bu zulümlerin hiç biri seyircisi olmadan gerçekleşmemiştir. bu iktidarlar şiddet aracını kullanmakta sınırsız hakka sahiplerdir. onlar tanrının yeryüzündeki gölgesi veya kılıcı idi. toplumu yönetme gücüne kuşkusuz sahiptiler. bu yüzden kendi egemenliklerine karşı çıkan birine veya gruba karşı sınırsız veya ölçüsüz şiddet kullanabilirlerdi. modernite öncesi dönemlerde kullanılan şiddet ve zor gücü, modern devlet biçimlerinde olduğu gibi, üretim ilişkileri sistemini düzenlemek için kullanılmıştır. modernite öncesi iktidarların egemenliğine karşı çıkan gruplar temelde, o iktidarın ekonomik sistemine karşı çıkmaktadır. ancak iktidarlar, bu grupları din bağlamında topluma sapkın biri ya da egemenliklerini zedeleyici bir eylem olarak göstererek toplumda meşru bir zemine oturturlar. bu konuya ilişkin gösterilebilecek örneklerden biri osmanlı imparatorluğudur. osmanlı imparatorluğu 14. yüzyıllarda kurulmuş, asker-reaya ilişkisi olan bir düzendir. ilk kurulduğu yıllar içerisinde, beylerin yönetimi merkezi bir yapıyı barındırmıyordu. ancak yıllar geçtikçe, beyliğin toprakları genişledikçe halkı merkeze bağlı kılma gerekliliği ve toplumu yönetebilmek için onlardan ayrı bir kul sistemi yaratma gerekliliği doğdu. bu kul sistemi, modern devlet içinde bürokrasi olarak tanımlanabilir. merkezileştirmeye bağlı olarak, toplum içerisinde bazı gruplar bu sistemi ve bürokrasiyi reddetme eğilimi içerisine girdiler. osmanlı hanedanlığını asabiyasına karşı ihanet ile suçluyorlar ve bu hanedanın dayattığı ekonomik ve idari yapıyı kabul etmiyorlardı. osmanlı imparatorluğu kendisine tabi olmayan bu kitlelere karşı açıkça şiddet uygulamaktan kaçınmamıştır. bu kitle kimseye tabi olmak ve vergi vermek istemiyordu. çünkü daha önce böyle bir alışkanlıkları yoktu. fakat osmanlının en önemli koşul olarak gördüğü şey; onları merkeze tabii kılmaktı. ayrıca onlar, yerleşik düzeni simgeleyen sünni mezhebini de kabul etmiyorlardı. osmanlı merkezinde ise durum tam tersiydi. osmanlının tek amacı kendisine tabii olan yerlerdeki bireyleri merkeze bağlamanın yanı sıra, yerleşik düzeni temsil eden sünni mezhebini de kabul etmiştir. bu noktada bu gruplar ile osmanlı merkezinin çatışması kaçınılmaz olmaktadır. iktidar onları merkeze tabi kılmak ve vergisini alabilmek için ölçüsüz şiddet uygulamıştır. aynı zamanda bunu uygularken halk gözünde meşrulaştırmak osmanlı iktidarı için çok zor olmamıştır. yavuz sultan selim, alevilere ölçüsüz ve sınırsız güç kullanırken dini sembolleri hiç eksik etmemiştir. aynı şekilde diğer padişahlar da sisteme karşı gelen grupları, ya öldürmüşler ya da bulundukları bölgeden zor ile göç ettirilmişlerdir. görüldüğü gibi modern devlette de, modernite öncesi devlette de şiddet; sistemi devam ettiren bir araç olarak kullanılmaktan kaçınılmamıştır. şiddet tarih içerisinde bu yolların yanı sıra bir de, sistem bekasının tehlikesi durumunda kullanılmıştır. iktidarlar bulundukları sistemin devamını tehlike içinde görürlerse, durumu bastırabilmek için en acımasız şekilde şiddet e başvurabilir. bu durumda şiddet kullanılması iktidarın zayıflamaya ve meşruiyetini yitirmeye başladığını göstergesidir. bunun da en acımasız örneğini 1918 kasım-1919 ocak ayları arasında almanyada başlayan sosyalizm dalgasının bastırılmasında görebiliriz. örneğimizi biraz açmak gerekirse; kasım 1918de almanyada merkezin ateşkes çabalarına rağmen deniz kuvvetleri komutanlığı, ingiliz donanmasına son bir saldırı yapmak ve kahramanca ölmek istiyordu. ancak savaştan bıkmış olan erlerin bu kahramanca ölüşe hiçte niyeti yoktu. gemilerdeki erler, subay ve komutanlarına karşı ayaklandılar ve kiele geldiler. erler, buradaki işçilerle beraber dayanışma gösterisi yaptılar. bu noktada kielde subaylar işçilere ateş açınca, erlerle beraber karşı koydular. işçiler ve askerler konsey kurdular ve 4 kasıma gelindiğinde tüm şehrin yönetimi kiel işçi ve asker konseylerinin eline geçmişti. merkezi hükümet ise durumun tehlikeli noktalara ulaşabileceğini anladığı anda duruma şiddet ile müdahale etme ihtiyacında bulundu. bu tarihten sonra kielde başlayan bu ayaklanma diğer şehirlere de yayılmaya başladı. merkez bu durumu fark etmesiyle birlikte, elinde bulunan şiddet araçlarını bu ayaklanmayı bastırabilmek için kullanmıştır. sistemin devamını isteyen iktidarlar her zaman ve her durumda, eğer yönetimleri tehlike altına giriyorsa, şiddetin ölçüsünü ve derecesini düşünmezler. o an için onların amacı, o ayaklanma ve hareketlenmeyi bastırmaktır. bu noktaya kadar anlatmaya çalıştığımız, şiddetin tarih içinde faşizm dışında ne amaçlarla kullanıldığını göstermekti. bu noktadan sonra şiddet kullanımı faşizm için yeterli mi sorusuna cevap arayacağız. ancak bunu anlayabilmek için öncelikle faşizmi tanımlamaya çalışarak, faşist düzenlerin özelliklerini anlatacağız. burjuvazi, elverişli koşullar içinde gelişebildiği her yerde, demokratik düzenler kurmuştur. ancak çok elverişsiz koşullar içinde kaldığı ve şiddetli bunalımlara düştüğü dönemde, kendi olağan yönetim biçiminden vazgeçip bunun tamamen karşıtı olan başka bir yönetim biçimine başvurmuştur. burjuvazinin, demokratik düzenin bütün ilkelerini reddeden bu zor ve baskı düzeninin adı faşizmdir. faşizmin sınıfsal temeline bakılırsa, öncelikle iki nokta dikkati çekmektedir. ilk olarak faşizm burjuva sınıfının yönetimidir. dolayısıyla, her türlü şiddet ve baskı yönetimine faşizm demeye olanak yoktur. kapitalizm öncesi daha ilkel düzenlerin egemen olduğu toplumlarda, yönetim istediği ölçüde baskıcı olsun, faşist bir düzen yoktur. aynı biçimde, işçi sınıfı diktatörlükleri de faşizm olarak nitelenemez. ikincisi, faşizm gerileme çağına girmiş burjuvazinin yönetimidir. dolayısıyla burjuvazinin devrimci çağında kurduğu baskıcı ve şiddet içeren yönetimlere faşist denemez. buna örnek olarak; fransız devrimi sırasında robespierrein kurduğu yıldırı yönetimi, faşist bir düzen örneği oluşturmaz. feodalizme karşı savaşımında burjuvazinin uyguladığı zor yöntemleri, faşizm tanımına girmez. faşizm, dara düşmüş burjuvazinin artan emekçi sınıflar karşısında, kendi sınıf egemenliğini sürdürebilmek için, uğrunda uzun yüzyıllar boyunca savaşım verdiği en temel siyasal ilkelerini bir yana attığı, zor ve baskı düzenidir. işte faşizm bu biçimde anlaşılırsa, faşist düzenlerin tarihe çıktığı dönem ilk olarak, dünya kapitalist sistemini, büyük bir bunalım içine sokmuş olan birinci dünya savaşından, özellikle de bu savaş içinde patlayan sovyet devriminden sonra ortaya çıkış olması kolaylıkla açıklanabilir. faşist sistemler bu tarz açıklamalarla kavranabilir. ayrıca italyada başlayan, ispanya ve almanyada devam eden bu faşist hareketin her üçünde de ortak olan bazı özellikleri vardır. ilk olarak bu üç faşist ülkede de çok şiddetli bir toplumsal kriz görülmektedir. faşist akımlar büyük ölçekli geçimsel ve toplumsal sorunlarla boğuşan kapitalist toplumlarda, kendilerine uygun bir ortam bulmaktadırlar. toplum kargaşaya sürüklendiği ölçüde, sınırsız yetkisi olan bir yönetime duyulan özlem kamçılanmaktadır. ikincisi, bu üç ülkede de, yalnızca sözde kalmayan, eyleme dönüşen, çok ciddi bir sosyalist tehdit yaşanmıştır. böylece burjuvazi, büyük bir korkuya kapılmış, toplumsal egemenliğini koruyabilmek için siyasal üstünlükten vazgeçmeye hazır hale gelmiştir. üçüncüsü, yine bu ülkelerin hepsinde, sosyalistler ve komünistler yığınlarda yarattıkları umutlara karşılık verememişler, devrimci girişimde başarısız kalmışlardır. sosyalizmin başarısızlığı, bunalımdan kurtulmak için otoriteci bir çözüm arayan yığınları, faşistlerin arkasından gitmeye itmiştir. bu ortak özelliklerle beraber faşizmin toplumsal tabanı konusunda da bir takım sonuçlar çıkarılabilir. faşizmin büyük sermaye tarafından desteklendiği araştırmacıların genellikle üzerinde birleştiği ortak bir gözlemdir. ikinci dünya savaşından sonra özellikle almanyada ele geçirilen belgeler, bu görüşü tamamen kanıtlamıştır. almanyanın öndegelen kapitalistleri, 1930ların başından başlayarak, nazi partisine büyük paralar akıtmışlardır. ancak yine de bu sistemi bir avuç sermayedarın devimi olarak tanımlamaya yoktur. çünkü bir diğer tartışılmaz gerçek de, bu düzenin arkasından milyonlarca insanın gittiğidir. faşizmin böyle büyük bir yığın desteği kazanması çeşitli sebeplerdendir; ilk olarak yukarıda da belirtildiği gibi, faşizm kapitalizmin büyük bunalımlara sürüklendiği dönemlerin ürünüdür. bu bunalımların ortak özelliği toplum içindeki sınıf ayrımlarını uçurum haline getirmeleri dolayısıyla da topraklı köylü küçük esnaf küçük memur vb. olan küçük burjuvazinin en büyük korkusu, her şeyini yitirerek işçileşmektir. bu sınıflar, ekonomik yaşamın doğal görünen yasalarına dur diyebilecek güçlü kurtarıcılara özlem duyarlar. bu, yığınların faşizme sürüklenmesinin sebebi olmuştur. bunun yanı sıra başka nedenler de düşünülebilir ; faşizmin, demokratik düzenlerin uzun bir geçmişi bulunmadığı dolayısıyla da demokratik kurumların henüz kökleşemediği toplumlarda daha kolaylıkla yeşerdiği görülmüştür. dolayısıyla, feodal kurumların etkisi henüz canlıdır ve bunlar faşizmi destekleyici bir rol oynarlar. örnek olarak kilise, italya ve ispanyada böyle bir rol oynamıştır. öte yandan faşist düzenlerin belli bir işçi desteği bulabildikleri de göz önünden kaçmamalıdır. köylülükten kurtulamamış olan işçilerle köylülük bağlarını koruyan sonraki kuşak işçileri, işçi egemenliğini savunan sosyalist devrimden korkmakta ve küçük mülk sahibi yığınlarla birlikte faşistlerin düşüncelerini uygun bulmaktadır. faşist düzenin bu ortak özelliklerinden sonra konumuzla ilgili olan faşizmin şiddeti nasıl kullandığını açıklamamız gerekiyor faşist ideoloji, yalnızca karşı çıkışlarla tanımlanmaz. kendisinin benimsediği bir dizi değer de vardır. bunların başında, güce tapınma gelmektedir. güçlünün zayıfı ezeceği kuralı, doğanın ve toplumun en önemli kuralıdır. üstün insanlar güçlüdür. zayıfların bunlara boyun eğmesi hem doğaldır, hem de gereklidir. şiddet, en güçlünün, dolayısıyla da en değerlinin ortaya çıkmasını sağlayan bir yöntemdir. bunlar; faşizmin şiddeti kullandığını ancak, yalnızca şiddetin olması faşist iktidarı ortaya çıkaramayacağını gösterir niteliktedir. bu konuda da şu örneğimiz gayet yerinde olur ; ilk olarak stalinin şiddet aracını acımasızca kullanmasına rağmen faşist bir düzeni yönettiğini ya da faşist olduğunu iddia etmek yanlıştır. stalinin sovyetleri faşist bir sistem olarak nitelenemez. çünkü stalinin yönettiği sovyetler birliğinde, en azından teorik olarak bir burjuvazi ve onun yönetim şekli olan liberal demokrasi veya türevleri yoktu. bu sebeple sovyetler yönetimi ne kadar ölçüsüz şiddet kullanırsa kullansın, sovyet yöneticilerini ya da sovyet rejimini faşist olarak adlandıramayız. genel olarak baktığımızda, faşizm bir ideoloji olarak karşımıza modern dönem sonrası çıkmaktadır. ancak modern dönem sonrası kullanılan her ölçüsüz şiddeti faşizm olarak nitelendirmekte yanlış olur. faşizm, en nihayetinde burjuvazi devrimininin ürünüdür, ancak faşist rejimlerinde kendilerine has özellikleri bulunmaktadır. burjuvanın devrimci dönemlerindeki şiddet kullanımı faşizm olarak adlandıramayız. aynı şekilde burjuvazisi olmayan modern sonrası dönem devletleri, sovyetler birliği, de faşist olarak nitelenemez. bu konuda horkheimer şu şekilde görüş bildirmektedir, kapitalizmden söz etmek istemeyen kişi faşizm kelimesini de ağzına almamalıdır. bu ifadeden de anlaşılacağı gibi son tahlilde faşizm için öncelikle kapitalizmin çağı, daha sonrasında da buhrana girmiş bir burjuva sınıfı gerekmektedir.