fakirliğin sebebi zenginler değildir

entry21 galeri5
    1.
  1. Rte nin bir sözü vardır.

    "Fakir çalmayı bilmediği için fakirdir"

    Günümüz yandaş zenginlerini açıklayan sözdür.
    14 ...
  2. 2.
  3. fakirliğin sebebi paylaşmayı bilmeyen insanlardır.
    3 ...
  4. 3.
  5. bok değildir. seni sömürüp senin değerlerini ve emeğini yiyen dünya nüfusunun %10 luk bir kesimi senin gibi kapital sisteme baştan boğun eğmiş %90ı giderek ve giderek fakirleştiriyor. zenginlik daha dar bir kesimde daha da çoğalıyor.
    1 ...
  6. 4.
  7. fakat zenginliğin sebebi fakirlerdir. diye tamamlanacak önerme. bir de kim ne derse desin bir insan bu dünyada başka bir insana hizmet etmek zorundaysa ben o düzenin de o düzeni savunanın da ta amına koyayım çok afedersin. ayrıca fakirliğin sebebi de bal gibi zenginlerdir ve zenginleri yok ederseniz fakirler daha da fakirleşmez. bütün üretim kanallarını kamulaştırırsınız olur biter. insanlar emeklerini yalnızca kendileri için harcar.
    0 ...
  8. 5.
  9. Elbette fakirliğin sebebi zenginler değildir.

    Ancak unutulmaması gereken birşey var ki; zenginliğin sebebi fakirlerdir.

    Örnek vermek gerekirse; çalıştırdığın insana saatte 4₺ veriyorsan, elbette beraberinde zenginlik gelir, kurduğun düzen saat gibi işlemeye devam eder.

    Ütopyama göre hiç bir fakirin olmadığı bir toplum, batmaya yüz tutar, bu yüzdendir ki insan statüleri ortaya çıkmıştır efenim.

    Umarım açıklayıcı olmuştur.
    1 ...
  10. 6.
  11. Zenginler olmasa fakirler fakir olmaya devam ederler miydi ? Hayir. O halde tek sebebi olmasa da kesinlikle sebeplerden en az biridir zenginler.
    0 ...
  12. 7.
  13. zengin zengin olurken adil ücret uygularsa zaten çalışanı fakir kalmaz. kimse zengin olmasın demiyoruz. ama bir işçi emeğiyle 100 birimlik mal üretiyorken aylık 10 birim alıyorsa sıkıntı vardır. sen binlerce asgari ücretlinin sırtından zengin oluyorsan sorun sende. çalışanına adil davranıp uygun oranlı herkese kazandırıyorsan sen zengin ol zaten onda sıkıntı yok.

    fakat zenginler genel olarak bencil oldukları için zengindir. öyle olmayan da vardır illa.
    kalite dediğiniz şey her insanda bulunmuyor ne yazık.
    1 ...
  14. 8.
  15. https://galeri.uludagsozluk.com/r/1336289/+

    Evet, fakirliğin asıl sebebi zenginler değil, "açgözlüler"dir.
    7 ...
  16. 9.
  17. iktisat fukarası bir bireyin hezeyanıdır.

    bakınız türkiye'de GSYiH'dan kişi başına düşen milli gelir 10.565 Amerikan dolarıdır.

    bu kişi başına düşen milli gelirin toplamının %54'ünü bu ülkenin %1 lik bir sermayedar sınıfı elinde bulundurmaktadır. Geri kalan %46'yı paylaşan ise bizleriz.

    Yani bu ülkede piyasada dönen paranın yarısı %1'lik bir kesimin geri kalan %99 diğer yarısına sahiptir.

    başka da bişey söylemiyorum.
    0 ...
  18. 10.
  19. asıl sebebi farklı kelimelerle açıklıyorum: mukadderat, kısmet, hayırlısı...
    edit: zegin parasının hesabını verebiliyorsa dokunmamak lazım.
    3 ...
  20. 11.
  21. haklı beyandır.

    fakir doğa bilirsin ama zengin olmak senin elinde.
    1 ...
  22. 12.
  23. işçiye +1 kalırsa iyi. Birde Diğer üreticiler ve mülk sahibi demiş. *
    1 ...
  24. 13.
  25. fakirliğin sebebi gelir dağılımıdır. mesela memurun emeklinin maaşını işcinin maaşıla eşitle bakalım nasıl zanginleşiyor işçi.
    0 ...
  26. 14.
  27. neresinden bakarsam bakayım elde tutulacak bir şey bulamadığım argümandır. gerçi yazan kişi güzel bir 'organik aydın' örneği sunarak; en son eş-dost ve vahşi kapitalizm istisna olmak üzere filan demiş ama olmamış bence.

    şimdi arkadaşın argümanı (kendisinin de belirttiği gibi) aslında liberal iktisata içkin çok temel bir düşünce etrafında temelleniyor.

    piyasa ekonomisinin 'zero-sum' değil 'positive-sum' game olduğu. yani özetle piyasa ilişkileri bünyesinde her ne kadar eşit olmasa da herkesin kazandığı ve çıkarlarını maksimize ettiği yani 'mutlu' olduğu argümanı.

    buradaki mantık ise aslında oldukça basit. kapitalist dolaşımın p m p' döngüsünden geçmesi gerekir. yani elinizde bir miktar para (sermaye) olması, bu paranın üretken sermayeyi gerçekleştirebilecek araçları satın alması (yani üretim araçları ve iş gücü) ve son olarak da ürettiğiniz malın ya da hizmetin satılması, yani tekrar para haline dönüştürülmesi gerekmektedir. burada önemli nokta; döngü tamamlandığında sahip olduğunuz paranın (p') döngü başlangıcındaki paradan (p) fazla olması gerektiğidir. yani kar yapmalısınız ki, genişletilmiş üretim sürecine yani yeni yatırımlara başlayabilesiniz. bu kar yapma sürecinin en temel noktası ise elbette çalıştırdığınız iş gücünden artı değer üretmenizdir. yani işçinizin aldığı ücretin, kendisinin ürettiği değerden daha az olması gerekmektedir.

    şimdi arkadaşın büyüme ve dolayısı ile zenginleşme tanımı aslında bu döngü üzerinden tanımlanıyor. dediğine göre devlet müdahalesinin minimuma indirildiği bir ekonomik düzende, daha çok bireysel yatırımcı bu sürecin bir parçası olacak, ellerindeki parayı üretim sürecine sokacak ve elde ettikleri karlarla yeni yatırımlar ve dolayısı ile de iş alanları açacaklar. bu sayede de daha fazla kişi tüketecek. daha fazla kişi tükettikçe de, daha fazla yatırım yapılmaya devam edilecek. sonuçta ise ekonomik büyüme ve zenginleşme gerçekleşecek. öz cümle ise herkes mutlu olacak.

    kabul ediyorum hayal dünyasında çok güzel duruyor ama işin aslı astarı pek öyle değil.

    arkadaşın 'kazara' unuttuğu şey ise, bütün bu sürecin aslında sayısız miktarda yatırımcı tarafından aynı anda yapıldığı gerçeği. yani sistemin 'düzenleyicisi' olan kapitalist rekabetin varlığı. piyasa rekabetinin en temel yönü bir malın ya da hizmetin aynı anda yüzlerce, belki de binlerce başka sermayedar tarafından da üretiliyor olması. bu rekabet koşullarında, bir üretici için batmaması, yani yukarıda bahsettiğimiz döngünün başarılı bir şekilde tamamlanması, bir şekilde üretim maliyetlerinin değerinin düşürülmesini gerektiriyor. çünkü bütün rakipleri rekabet koşullarında daha avantajlı bir konum kapabilmek için bunu deniyor. aslında ilk etapta bunu teknolojik gelişmeler vasıtası ile yapabilir. ancak bu kısa dönemde çok daha maliyetlidir, hem de her zaman piyasadaki diğer rakipler tarafından taklit edilmeye -yani karlılık oranlarının tekrar olduğu seviyeye gelmesine- oldukça müsaittir.

    bu durumda en kesin çözüm işçi ücretlerinin yapılabildiği kadar bastırılmasıdır. ama elbette bu da kendi içsel sorununu yaratmadan gelmez. yarattığı sosyal huzursuzluğun yanı sıra, asıl olarak üretim-tüketim-üretim döngüsünün bozulmasına neden olur. yani genel gelir seviyesinin düşmesine bağlı olarak, insanların 'aşırı üretim' ya da 'eksik tüketim' adını verdiği kriz koşulu baş gösterir. peki 'fakirliğin sebebi olmayan zenginlerimiz' bundan nasıl kurtulabilir?

    tam da bu noktada -yine liberal iktisattan etkilenerek görüş bildirmiş arkadaşımızın belirttiğinin aksine- devlet ve piyasanın birbirine karşıt, çatışan kurumlar olmadığı, aksine ilkinin ikincisinin pembe götünü milyonlarca masum insanın aleyhine olacak şekilde sürekli olarak kurtardığı görülür. sizin de tahmin edeceğiniz gibi, bu kurtarma yöntemlerinden ilki; iç piyasayı çeşitli şekillerde canlandırarak devletin 'aşırı üretim' veya 'eksik tüketim' sorununu çözmesidir. bunun için devletler onlarca çeşit politika uygulayabilir aslında. mesela kendisi kamu-özel sektör işbirliği içerisinde değeri milyar dolarları bulan devlet harcamaları yapabilir veya 'devlet garantisi' altında özel sektör yatırımlarını teşvik edebilir.

    ama elbette bu değirmenin suyu havadan gelmez. özel sektördeki milyon dolarlık değerlere sahip şirketlerin karlılık oranları korunsun ya da artsın diye devlet sermayedar sınıflar için vergileri düşürürken, gariban milyonlarca insandan alınan vergi oranları yükseltilir ve özel fonlar kapsamında ya özel sektörü kurtaracak harcamalar için kullanılır ya da direk özel sektöre peşkeş edilir.

    elbette bu da tek başına yetmez. işçi maaşlarının iyice düşürüldüğü, taşeron, kayıtsız ve çocuk işçiliğinin rekor kırdığı, iş süreçlerinin iyice esnekleştirildiği bir neoliberal düzen içerisinde, devlet tarafından düşük faizli banka kredileri beşinci günün şafağında doğudan yükselen umut ışığı gibi halka sunulur. bu sayede reel ücretleri 'arttırılamayan' ama vergi yükümlülükleri yükseltilen insanların, 'borçlanarak' harcaması ve bu sayede de döngünün bir nebze tamamlanması sağlanır. gerisi ise allah'a kalmıştır artık. en küçük bir kriz durumunda milyonlarca insan tazminat hakları bile ellerinden alınarak, işlerinden çıkarılır ve ana para borçlarının faizlerini bile bankalara ödeyemez hale gelirler. ondan sonra gelsin icralar, gitsin davalar.

    bir diğer yöntem ise elbette iç piyasada değerlenemeyen artık sermayenin, yurt dışında değere sokulma çabasıdır. yani kısacası kapitalizmin genişlemesi gerekir. eğer bunun için devlet himayesi altında dışarıdaki ülkelerle avantajlı koşullar altında ticaret anlaşmaları yapabiliyor ve şirketlerinizin uluslararası rekabete girebilecek potansiyeli bulunuyorsa, ülkeniz içerisindeki ekonomik sorunu belli bir noktaya kadar hafifletebilirsiniz.

    ama bu da tek başına yeterli değildir. var olan rekabet koşulları sermayedarları sürekli banka kredileri almak ve yeni yatırımlar yapmak zorunda bırakır. bu yatırımlar ülke içerisinde (özellikle küresel kriz koşullarında) değerlendirilemedikleri için, başka ülkelerde 'doğrudan yabancı yatırımlar' olarak işleme sokulmaları gerekir. bunun için en iyi istikamet (özellikle avrupa-amerika piyasasına entegre olabilecek kadar güçlü olmayan küçük ve orta boy sermayedarlar için) ise üçüncü sınıf ülkeler olarak adlandırılan kapitalist ilişkilerin henüz tam olarak gelişmediği bölgelerdir. buralarda hem iş gücü daha ucuzdur, hem de rekabet koşulları henüz tam olarak oluşmamıştır. ayrıca bu bölgenin insanlarına önce krediler vererek, sonra da mal ve hizmet satarak eksik tüketim sorununu hafifletmek mümkündür.

    elbette uluslararası sistem içerisinde bunu tekbir ülke yapmaz. bütün kapitalist ülkeler kendi sermayedarlarının karlılık oranlarını korumak için bu bölgelerin ülkeleri üzerinde daha etkili olmaya çalışırlar ve birbirleri ile siyasi ve ekonomik olarak yarışırlar. ondan sonra da bu bölgeler üzerinde ya 'proxy' savaşları meydana gelir, ya da bir süper güç istediği gibi istediği ülkeye 'demokrasi' getirir. sonuç olarak ise senin tvlerde gördüğün ölümler, açlıklar ve mülteci akınları başlar.

    ama her ne olursa olsun sonuç aynıdır. yüzde 10 bile etmeyen bir kısım milyonları götürürken, diğer herkes hangi ülkelerden olurlarsa olsunlar bunun bir şekilde bedelini öderler.

    haklısın kardeşim. gerçekten fakirliğin, sefilliğin sebebi zenginler değil. devam et böyle sen inanan çıkar elbet.

    edit: uzunluk bakımından herkesten özür dilerim.
    6 ...
  28. 15.
  29. 16.
  30. katılıyorum. ancak bukadar iyi anlatılabilirdi.
    1 ...
  31. 17.
  32. zenginler olmasaydı daha çok fakir olacaktı, doğru bir önerme. insan kendini işe yarar hale getiriyorsa ve doğru yerde doğru işi yapıyorsa fakir kalması için pek bir sebep görünmüyor. ama her şey gülistanlık değil. işçiler ile işverenleri işverenlerin hırsı ve işçileri aşağılamaları karşı karşıya getirmiştir. senden dışarıda çok var, üç kuruş maaşına razı ol daha ucuza çalışanı bulurum düşüncesi sağlıksız bir düşüncedir.
    0 ...
  33. 18.
  34. Liberalizmde sosyalizm de teoride guzel durur ama pratikte ikisi de sicar. Bu is boyle.
    1 ...
  35. 19.
  36. ama zenginleri zengin yapan fakirlerdir.
    2 ...
  37. 19.
  38. fakirlik sisteme köle olmadan kendi nazarında hayat sürmeye çalışan hak helal bilenlerdir.
    zenginlikse iş birlikçilik kölelik biat etmektir.

    Koç Holding hariç :d hehehe
    0 ...
  39. 20.
  40. fakirliğin ana kaynağı ;

    kendi elinle oy verip başa geçirttiğin,

    yandaşları ile beraber memleketi soyup soğana çeviren

    hırsız siyasetçilerdir.
    3 ...
© 2025 uludağ sözlük