biz fakirler hastane kapısında saatlerce beklerken bizim korkumuzu almaya çalışan teyzeler vardır, bu teyzeler bilinçaltında yer edinmiştir. bizim psikologlarımız olmuştur onlar. bizi teselli ederler. ayrıca; o hastane kokusu, sıcak borulara dokunmak için birbiriyle mücadele eden hastalar, iki dakikada bir salondan geçen hemşirelerin ortamda yarattığı tarifi imkansız duygular, içeriye ağlayarak giren bebeklerin insanlarda yarattığı huzursuzluk, büyüklerden daha az korkan küçük bazı çocuklar...
zenginler ise, parayı verdiği gibi hasta odasına girerler ve işleri bitince çıkar arabasına biner giderler. onların evde oynayacağı uçan helikopterleri vardır, biz fakirlerin ise çamaşır sepetindeki mandalları...
fakirler ayda yılda bir lezzetli bir şeyler yer ve ondan öyle tat alır ki, zenginler yediklerinden çoğu zaman fakirlerin aldığı tadı alamaz.
yani fakirler tat alır, zenginler almaz.
biraz uçtum farkındayım. tamam gidiyorum.
fakir çocuk ile zengin çocuğun misket ya da taso oynadığını düşünün.
zenginin neredeyse tükenmek bilmiyen bilye ve taso su vardır. fakirin ki ise sayılıdır o yüzden fakir çocuk kazanmak zorundadır. çünkü tek oyuncağı o dur.
fakirlerin yapıpta zenginlerin yapamayağı şey yoktur. zengin istese fakirin yaptığı şeyi rahatlıkla yapar. ama niye istesin ki böyle bişeyi zengin olsam fakir olarak yaptığım şeylerin çok daha üzerinde ki mutluluğu yaşarım fakirlik mutluluk değil fakirlikten kaçış olmadığı için fakirlikten mutluymuş gibi yapılabilir ama. napalım abi başka çaremiz mi var?