okul dönemine kadar;
Sokakta arkadaşların dondurma almaya giderken senin canım sıkıldı yalanını söyleyip eve çıkmandır.
ana sınıfı dönemi;
anasınıfına gidemeyip evde büyük anne yada büyük babadan alfabeyi öğrenmeye çalışarak vakit geçirmektir.
ilkokul döneminde;
sınıf ortamında herkesin kırk çeşit ayakkabısı varken senin sadece bir okul sezonunu geçireceğin ayakkabının olmasıdır.
Sınıfta gezilere gidilirken senin katılamayıp, gezi sonrası yapılan ilk derslerde görülen yerlerin muhabbetini çekmektir.
beden eğitimi derslerine 4 sene boyunca aynı eşoftmanla katılmandır.
bir haftasonu 19 mayıs çalışmaları için okula çağırılırken, o 4 sene boyunca giydiğin eşoftmanla sabah 7 de seçmelere gidip, beden hocasının seni seçmeyip geri yollamasıdır.
beslenme tenefüslerinde dürüm almak yerine haftalık sana verilen 2 lira ile onu 4 e bölüp hergün simit alarak,onu kuru boğazda yuvarlayıp, cuma günü beslenme için birşey alamamaktır.
lise döneminde;
okul dışındaki aktivitelere yeni yeni katılmaya başlayıp,ortamdan bi haber olarak pot kırmamaya çalışmaktır.
hobilerimin neler olduğunu düşünürken şu zamana kadar o alanda hiçbirşey yapmadığını fark etmektir. Böylece hayatta bir şeyler için geç kalındığının anlaşıldığı ilk dönemlerdir.
convers in kanser gibi yayıldığı ve giymeyenin hor görüldüğü vakalara sebebiyet vermek.
manita ayağına kız kaldırırken senin elizabeth e devam etmen.
üniversite döneminde;
sanayinin ortasında bir yurda yerleşip 6 gün sabah akşam damperci sesi dinlemek.
ders aralarında para yokluğundan kızlarla kantine kadar gidememek.
öğrenim hayatın boyunca ders çalışmayı öğrenemediğin evde, üniversite hayatında sabah akşam ders çalışmayı öğrenmek.
notlarla sosyal hayatın ters orantılı olduğunu öğrenmek.
arabayla gezmek yerine, mideye konacak yakıtı ay sonuna kadar hesap etmeye çabalamak.
parti ortamlarına akmak yerine,zaten sosyal hayatı yakalayamamış biri olarak sabah akşam çalışmaya azimle devam etmek.
arkadaşların bisikletleriyle fırıl fırıl dönerken onları oturduğun duvarın üstünden içli içli seyretmek, "bi tur biniyim mi amcoğlu" nu çokca telafuz etmektir.
eti kurbandan kurbana yemek, ayakkabıyı parçalanana kadar giymek, sobanın yandığı tek odada ailece koyun koyuna uyumaktır.
mc donalds'ı burger kıng'i bilmemek, komşunun yada bir akrabanın küçülmüş kıyafeti ile gitmektir ilk buluşmana. sevdiceğine üç kuruşluk bir gümüş kolye alabilmek için hafatalarca para biriktirmektir.
bilgisayarı internet kafede tanımaktır.
çocuklarının her istediğini alamamaktır, "paramız yok yavrum'u" sıkılmadan söyleyebilmektir evladına.
gururlu olmak, paylaşmayı fedakarlığı bilmek ufak tefek şeylerle mutlu olabilmektir.
zenginler için ceza gibi görünsede fakir için bir sanattır fakir gibi yaşamak. zengin olursun, 120 liralık bir ayakkabı alırsın giyersin sonra 1 ay sonra aynı fiyata yenisini alırsın bu böyle devam eder ama mutlu olamazsın " ahyyy yeni ayakkabı aldım ne kadar mutluyum " diyemezsin, çünkü her zaman yaptıgın ve yapabilecegin bi'şeydir bu. oysa fakirken asla böyle düşünmezsin, "ayakkabım yırtılırda yenisini nasıl alırım " diye düşünürsün, ama yenisini aldıgın gün dünyalar senin olur, çünkü ulaşılmazı başarmışsındır, bir daha ne zaman alırsın kim bilir o ayakkabıyı.
fakir oldugunda paylaşırsın, bilirsin her paylaşmanın degerini. kendinden daha kötü durumda olanları düşünürsün, milyarlık arabalar, lüks evler hayal etmezsin. hayal ettigin küçük şeylerle mutlu olursun.
vesselam güzel şeydir fakir olmak, öyle fazla keşkeler çekmezsin " keşke param olsaydı " diye, tabi eger şükredebiliyorsan.
kimi zaman tribünde kendini farkettirendir.
Üçlü için "eller eller havaya" tekmili geldiğinde kolları havaya diktiğinizde soyulmaktan artık soyulacak yeri kalmayan montunuzun kollarını görünce çıkarıp -1 derecede kısa kollu formayla sevdanızı haykırırsınız.
Güzeldir bazen.
Ama şu kışın en soğuk günlerini yaşadığımız dönemde cami kapılarında yatanları, yakacak odunu kömürü olmayanları gördükçe "fakirlik nedir?, derecesi nediR?, kime göre kim fakirdir?" diye soruyor insan.
Halinize şükredin abiler, ablalar.