yavuz turgul un yazıp yönettiği, şener şen ve uğur yücel in başrol oynadığı, erkan oğurun müziğini bestelediği klasikleşerek hafızalara yer edinmiş 1996 yapımı türk filmidir. eşkiya (baran) zamanında en yakın arkadaşının eşkiyayı onun sevdiceğini elde edebilmek için polise ihbar ettiği ve bunun üzerine 30 yıl hapis yatan bir adamdır. hapisten çıktıktan sonra ilk işi hem kendini hapse attıran eski dostunu hem de sevdicegini bulmak olan eşkiya istanbula gelir. burada yolları kesişen cumali ile başlarından türlü olaylar geçer. filmin geri kalanını izlemeniz burada okumanızdan emin olun daha iyi olacaktır. peki filmi bu kadar güzel yapan nedir? burada siralamamiz gereken çok şey çıkıyor. öncelikle tiplemeler çok orjinal. cumali klâsik bir sokak delikanlısı. sert duruşlu ama sevmesini biliyor, paylaşmasını biliyor, arkadaşlığı biliyor. ayrı bir samimiyeti var. tatlı sert bir adam. eşkiya ya baktigimizda ilkeleri olan, bu ilkelere sıkı sıkıya bağlı, sözünün eri, sevdiğine sonuna kadar bağlı, insanlara değer veren, saf ve babayiğit bir adamı görüyoruz. ikinci şey ise oyunculuklar. öyle bir oynuyorlar ki şener şenin hafızalarimizda yer edindiği o komedi oyunculuklarına, uğur yücel in aslında o sıralar bir stand up yaptığına aklınız ermiyor. üçüncü şey ise hikayesi. evet tema olarak bir aşk söz konusu fakat hikayeyi işleyiş yönüyle özgün bir yeri var. cumali babasının yolundan gidip hayatın ayakları altında ezilmeye karşı çıkmaya çalışsa da kader onu babasının kaderine mahkûm ediyor. eskiya tövbe etmesine rağmen kader onun da yakasını bırakmıyor ve onu tekrar kendi geçmişini yaşamaya sürüklüyor. bu sefer dağlara değil evlerin çatısına kaçıyor ve bir yıldız daha kayıyor en sonunda gökyüzünden.
bunu da yazmadan geçemeyeceğim ki maalesef filmde göze çarpar bir eksiklik var. aslında bu eksiklik sadece bu filme ait değil. neredeyse o zamanlara ait olan tüm türk filmlerinde mevcut olan ve benim de hayli canımı sıkan bir eksiklik : yabancı sinemanin 1960 lardaki teknolojisi ile filmin çekilmis olmasi. biraz film izlemiş herkes anlar ki gerek kamera hareketleri gerek kurgu zamanına göre acemice yapılmış. görüntü kalitesi de aynı şekilde vasat.***spoiler**** örnek vermek gerekirse cumalinin ölüm sahnesinin oradaki atmosferi iyi yansıtmadığını düşünüyorum. ayni zamanda filmin son sahnesindeki havai fiseklerin sonradan montajla eklendigi çok belli oluyor. kurşun yaralarının 1970 yapmımi türk filmlerinden hiçbir farkı yok****. eğer gereken uğraş verilip böyle sahneler daha doğal ve etkileyici bir şekilde tasarlansaydi emin olun dört dörtlük bir film olmuş olurdu. ve emin olun ki o zaman eski türk sinemasına daha da fazla değer veren bir genç nesile sahip olurduk. tabi bu özellik dahi böyle bir filmi kötü yapamayacaktir, bu filmin türk sinemasindaki yerini böyle sebeplerle görmezden gelmek ahmaklık olur.
(biliyor muydunuz? eskiyanin ve keje(eşkiyanın sevdicegi) yi canlandiran şener şen ve sermin hürmeric o film çekildiği sıra evliydiler.)
***spoiler***yazımı eşkiyanın cumalinin ölürken söylediği o efsane repliği ile bitirmek isitiyorum: " korkma sadece toprağa gideceksin, sonra toprak olacaksın, sonra sularla birlikte bir çiçeğin bedenine yürüyeceksin. oradan özüne ulaşacaksın. çiçek özüne bir arı konacak, belki belki o arı ben olacağım."
"Korkma, sadece toprağa gideceksin, sonra toprak olacaksın, sonra sularla birlikte bir çiçeğin bedenine yürüyeceksin, oradan özüne ulaşacaksın, çiçeğin özüne bir arı konacak, belki... belki o arı ben olacağım…"
biz hapisteyken iki tane kemal tanırdık. biri mustafa kemal öteki dodo kemal. dodo kemal çocuk yaşta bir mahkumdu. katildi. her sabah erkenden kalkar, gasteleri önce o alır deli gibi çevirirdi. af haberi arardı. yıllarca af haberi aradı. sonunda bir aftan yararlanarak dışarı çıktı, bir hafta sonra birini öldürüp tekrar hapise düştü dodo kemal. sana bakınca hep o çocuk aklıma geliyor. eğer benim oğlum olsaydı senin yaşında olacaktı.
Eşkıya kelimesi normalde çoğul anlamı taşıyan bir kelimeymiş. Tekil hali şaki imiş. Filmin adının eşkıya olması bahsedilen herkesin suça bulaşmasına bir göndermeymiş.
bir sosyolojik bir olgudur. bir dönem sol çevrelerde tartışma kaynağı olmuştu. noble savage diye idealleştirenler olmuştu çünkü. yaşar kemal gibi bazı yazarlar ya da yılmaz güney gibi sinemacılar bunu hep ağanın düzenine baş kaldıran proto-sosyalist, ideal, kahraman kişilikler olarak yansıttılar. hikayeler üç aşağı beş yukarı benzerdi. ya bir toprak meselesi vardır, eşkiya ağanın düzenine isyan eder. belki ağanın elde etmek istediği genç bir kız vardır, ona gönül koymuş genç silahını yüklenir dağlara vurur kendini. yani kısacası bir vesileyle sisteme baş kaldıran ve özgür dağlarda kendini sistemin dışında ve karşısında konumlayan bir kahraman söz konusudur. bu bir anlatıdır. öte yandan bu çeşit analizlere taban tabana bir karşı çıkış mesela kemal tahir'den gelir. tahir'e göre bu idealleştirilmiş eşkiyanın gerçekle bağlatısı yoktur, yazarının özlemlerini yansıtan bir kurmacadır. zira eşkiyalık aslında devlet otoritesinin bozulmasına müvazi ortaya çıkmış başıbozukluktır. romantiklerin düşündüğü gibi değildir dağlar. dağların kendi kanunları vardır.
90’lı yıllarda can çekişmekte olan Türk sinemasına nefes aldırmış ve 2 milyondan fazla izleyiciyi sinema çekmiştir.
Şener şen’in filmin sonlarına doğru bir terminatör havasına bürünüp adalet dağıtma sahneleri harikadır. Rahmetli kamran Usluer de enfes bir performans ortaya koymuştur.
Bugün yine denk geldi biraz izleyeyim derken filmi bitirdim.
Yavuz turgul Şener şen birlikteliğinin en nirvana filmidir. Uğur yücelin gençliğini görürsünüz . Son derece samimi ve içten oyunculuklarla doludur film bir külttür.
Haydut sürüsü. Şaki’nin çoğulu olup üçü beşi bir araya gelerek toplum güvenliğini bozan, silahlı baskınlarda bulunan, yol kesen, adam öldüren zorbalara denirdi. ikinci Mahmud’un caydırıcı temizliğinden sonra Anadolu'daki şakavet olayları bir ölçüde azalmıştı. Ancak 19. yy sonlarına doğru yeniden arttı. Örneğin Ege havalisinde Çakırcalı eşkıyası uzunca bir zaman devlet güçlerini zor durumda bıraktı.