mutlu bir evlilik.. aşk evliliği benimkisi. birçok zorluğa birlikte göğüs gererek, yıllarca sabrettik. sonsuza kadar birlikte olmaya ant içtik biz. onun derdi benim derdimdi. iki çocuğumuz olacaktı. ilki kız olmalıydı ikincisi erkek. abi sıkıntısı çekmesini istemezdik kızımızın. biz bu yüzden çok çekmiştik.
işten çıkıp yorgun argın evimize gelip birbirimizi gördğümüzde tüm sıkıntımızı yorgunluğumuzu bir kenera atar birlikte yemek hazırlar, yerdik. sonra tv karşısına geçip küfür ede ede maç izlerdik birlikte. onun sevdiği herşeyi ben de severdim. bir kere olsun çiçek alıp eve gelmezdi ben de hiç yakınmazdım bundan bilirdim beni çok sever ama böyle şeylere ihtiyaç duymazdı..
alırdık şarabımızı güzel bir film koyup izlerdik. her yudumda aşk vardı. şarap içmeyi çok severdik ikimizde..günlerimiz böyle geçerdi çok mutluyduk çocuk yapmak istiyorduk artık.hayallerimizi gerçekleştirmek..
derken bir gün işten işten çıkarken bir telefon geldi. eşim arıyordu. eve gelirken alınacak birşey var mı diye soracak yine deyip açtım telefonu. telefondaki ses iş yerinden en yakın arkadaşı muratın sesiydi. sesi titriyor ve ambulans silen sesi duyuluyordu. 'O' nerde neler oluyor dedim. konuşamıyordum. duymak bilmek düşünmek istemiyordum. kalbim sıkışıyordu. iş yerinden çıkıp arabasına doğru ilerlerken kontrolünü kaybeden bir araba ona hızla çarpıp kaldırıma fırlatmış.. yere yığıldım bir anda. patronum beni o halde görünce koşup telefonu elimden aldı. ve beni hastaneye götürdü. arabada giderken ağzımdan bir kelime çıkmadı. hastaneye gittim acile koşturdum. murat yerde oturmuş ağlıyordu hıçkıra hıçkıra. beni görünce bana sarıldı. hala susuyordum. ağzımdan çıkan ilk kelime 'nerde' oldu. ameliyata aldıklarını söyledi. saatler geçtikçe onun beni bırakma ihtimali beynimde dönmeye başladı. hayır beni bırakmaz, bırakamaz söz verdi diyordum.
ameliyattan çıkan doktora koştum. karşısında dimdik duruyordum. oysa susup boynunu büktü. ve o kelimeyi söyledi...kaybettik... hayır olamazdı şakaydı, kabustu bu.. koşarak ameliyat odasına girdim. üstünü kapamışlardı tamamen.. yüzünü açtım.. sevdiğim adam, erkeğim, canımın yarısı orda öylece yatıyordu. ' aşkım ben geldim aç gözlerini bak burdayım. beni bırakmazsın sen. hadi ama aşkım kalk evimize gidiyoruz sana çok güzel bir şarap aldım, beşiktaş maçı da var bu akşam söz veriyorum seninle ben de küfür edeceğim.. aşkımmm aşkımmmmm aşkımmmm...'
hayatım o andan itibaren durdu. artık o yoktu. bana o muhteşem gülüşüyle gülmeyecekti artık. artık birlikte hafta sonu tatiline çıkma kavgası yapmayacaktık..artık o yoktu..hayallerimiz yoktu..ben yoktum artık..
başlığı görünce ilk aklıma bugün okuduğum kaan sezyum'un şu yazısı geldi.hani ağlatan yazılar olur ya, tam kalbinize dokunur işte öyle bir yazı bu da.
"Geçen haftadan beri hayatımın pek bir anlamı yok gibi geliyor. Ne yazılarımı okutacağım birisi, ne sabah güldüğümüz birisi, ne de balkonda kuşları yemlediğimiz birisi var yanımda. Yok yani. işin en fenası da bu yok oluşun, tam anlamıyla bi yok oluş halinde gerçekleşmesi oldu. Gayet güzel kahvaltı ederken, birlikte Türk kahvesi için tek bir sigarayı ortaklaşa tüttürürken birden akşam oluyor, evde kimseler yok. Çat! Şimdi evde iki kişi kaldık. Kedimiz Tortor da bu vesileyle üzerime kaldı. Yokluk kendisini zamanla hissettiren bir şey. Varken olanı hissetmiyorsunuz, yokken de olmayanı hissediyorsunuz, garip. Kısa sürede çok üzüldüm.
Üzülmemin sebeplerini düşündüm biraz. insan çok sevdiği birisini kaybedince (bence) birkaç şeyden dolayı üzülüyor. Ben artık onunla bi şeyler paylaşamayacak olmama üzüldüm. Kumda kendisini temizleyen bir serçe, suyun dibinden giden bi balık sürüsü gördüğümde artık gösterecek kimsem yok. Çok yalnızım. Ama arkadaşlar iyidir, beni yalnız bırakmıyorlar. Yalnız kaldığınız her an bi takım anılar çıt çıt ya da güm güm şeklinde kafanızın içinde patlayıveriyor. Geceleri uyumak çok zor. içki de içmediğimden, uyumak için alternatif tıbbın tüm bileşenlerini devreye sokuyorum.
Gözlerimi bilinçli olarak kapatmak istemediğimden yapılabilecek en sıradan şeyi yapıp TV’ye bakarken ekran karşısında sızıyorum. Sabah kalkış kısmı daha fena. Uyandıktan sonra yatak keyfi diye bir şey yok. Zaten yatakta keyif yapacak bi şey de yok. Sabahın köründe kargalarla birlikte oturup bok yemeye başlıyorum ben de. Ne yapalım, hiçbir şeyi değiştiremiyoruz ne de olsa. ‘Hayat devam ediyor’ filan diyorlar ama benim için aslında hayat pek devam etmiyor şu sıralar. Neyi devam etsin? Benim için hayat yeniden başlıyor şu anda sanırım. Hem de sıfırdan.
Sevindiğim şeyler de var. Son bir yılı reklam ajansındaki işimden ayrılıp evde Nursel’le birlikte geçirmiş olmamız beni en çok rahatlatan şeylerden biri. Ortalama insanlardan çok daha fazla birlikte ve mutluyduk son bir yıl içinde. Evde sabahtan akşama oturup, ağaçlara bulutlara, Tortor’a bakıp gülüyorduk. Çok mutluyduk gerçekten. Çoğu insanın yaşayamayacağı kadar mutluluk yaşadım son bir senede. Ne yazık ki mutluluk da elektrik gibi bir yere istiflenmesi zor bi duygu. Şimdi o mutluluk anları anı olarak suratıma kapanıyor. Yalnızlığın bir başka karanlık tarafı da ortaya çıkıyor böylece; karşılaşmalar.
Sabahtan akşama çevremdeki birçok şeyde birlikte yaşadığım, eğlendiğim ve mutlu olduğum insanı görüyorum ister istemez. Neyse ki şimdi kendisini Heybeli’ye bıraktık. Bir süre sonra o da adanın bir parçası olacak, Heybeli’ye her gittiğimde belki de enseme konan bir sinek, topraktan çıkan bir çiçek, ağacın tekinde ekşi bi erik ya da peşimden gelen yavru bi kedi olacak. Şimdilik beklemekte yarar var. Hiçbir şey kaybolmuyor, bu da bir gerçek.
Hep çok şanslı olduğumu düşünürdüm. Hâlâ da düşünüyorum galiba. Hep istediğim işi yaptım, beni sıkan protokollere, ıvıra zıvıra bulaşmadım, zora gelmedim, her işim iyi gitti... Ama geçen haftaki bomba biraz fena patladı bende. Şu anda evrensel şans skalasında eksilere düştüm sanırım. Bundan sonrası yukarı çıkış olabilir sadece.
‘Küçük şeylerle mutlu olmayı bilmek lazım’ gibi zırvalar vardır ya, işte biz aynen o laflardaki gibiydik. Küçük ama mutlu bi hayatımız vardı. Dolaptan kestiğim bi parça kaşar peynirine sevinirdi. Susadığı zaman götürdüğüm bi bardak suyun yüzünde yarattığı mutluluğu görmeniz gerekirdi beni anlamanız için. Sabahları sağlıklı olalım diye tek bi aspirini içip “Şimdi mükemmel olduk” diye salak salak sevinirdik. Bahar geldiğinde balkonu çevreleyen ağaçların yaprakları yeşerip her yer yemyeşil olduğunda dünyanın en mutlu ikilisi olurduk. insan burnuna Çin yağı sürüp uyuyacak diye sevinir mi? Bazısı seviniyormuş, o da bana denk gelmiş. Şans işi işte.
Bir yandan da birbirimize hiç benzemezdik. Zevklerimiz çok farklıydı ama bana her zaman yeni bir şeyler gösterirdi. insan olmayı, çevremi sevmeyi Nursel’den öğreniyordum, daha da alacak çok dersim vardı. Krediler tamamlanmadan kaçtı gitti, bizim krediler de yandı badem oldu. Daha öğrenecek çok şeyim vardı.
Beni hayata bağlayan şeydi kendisi. O gidince iyice saçma sapan bir insan olacağım gibi hissediyorum. Bana kızacak, yaptıklarıma laf edecek ya da beni çekip çevirecek birisi yok şimdi. Dımdızlak kaldım evde, bir de kucağımda Tortor var, mal gibi salonda kanepede oturuyoruz, ağaçların gölgelerine bakıyoruz işte.
Durum böyle olunca hayatın da anlamını görmeye başlıyorum ağırdan. Hayatımızın anlamı anılarımızmış, onu fark ediyorum bi kez daha. Güneş doğuyor, güneş batıyor, haberlerde saçma sapan şeyler, iş yerindeki sıkıntılar, kişisel çekişmeler filan acayip fasa fisoymuş,
Bi kere daha ayılıyorsunuz. Ama narkozdan hızlı çıkmak da bi kafa yapıyor. Anlamsızlık içinde buluyorum kendimi sık sık. Evinde oturan ve yaşadığı hayatın bomboş olduğunu gören bir emekli gibiyim. Tek farkım çok güzel yaşadım, geçen haftaya kadar da kazasız belasız geldiydik. Naapalım, piyango bu sefer bana çıktı, yarın başkasına çıkacak, sonraki gün de bir başkasına. Çekiliş hep devam edecek.
Bi fotoğraf filan koymak istiyordum ama hiçbir şeye bakamıyorum. Zaten tüm fotoğraflar benim aklımda. Zamanla çıt çıt açılıyorlar. Şimdi onlara bakmak için çok erken.
Karşılaşmalar, eşyalar ve yerler en fenası. Ama her şey ilk seferinde çok acıtıyor insanın içini. Aynı yerden ikinci geçişinizde sadece içinizde bi sıcaklık kalıyor. Bakalım ne olacak? Hayatımın en büyük darbesinden sonra ne kadar sıcak beni kurtaracak bilemiyorum. Yalnızlık sıcak bi şey değil, onu çok iyi biliyorum.
Geçen hafta tam da şu satırları yazdığım sırada yanımdan gitti, artık yok. Yani var ama, yok. Üzücü ama gerçek, ne yapalım?
Şimdi arkadaşlarla daha fazla zaman geçirilecek, onlarla da güzel anlar paylaşılacak, mutlu yaşamaya devam edilecek. Mutlu olmaktan başka yapacak bir şey yok. Yani var ama, yok."