Hangi ülkeye bakarsanız bakın; orada kadınların ezilmekte olduklarını, haklarını alamadıklarını kendilerine eşit davranılmadığını söylemekte olduklarını göreceksiniz. Bu da eşcinsellerde olduğu gibi otomatik olarak ortaya konulan bir reflekstir
Amerikan futbolunun büyük final maçı olan 'Super Bowl' günü televizyonlar yılın en büyük reklam gelirini elde eder.
Birçok şirket, büyük paralar yatırarak yaptırdıkları reklam kampanya filmlerini de ilk kez o gün, final maçının devre arasında televizyonda yayına sokarlar. Çünkü final maçında neredeyse Amerika'nın tamamı ekrana kilitlenmiş durumdadır.
Anlayacağınız en güzel reklamlar o gün yayınlanır, reklam eleştirmenleri de en iyi reklamı o gün seçerler.
Reklamların bir tanesi 'Snickers' adlı çikolatayı üreten şirkete aitmiş. Reklam filminde iki adet adam yan yana oturmuş Snickers çikolatası yiyorlarmış.
Sakin sakin yan yana otururlarken adamlar aniden birbirlerine dönüp ateşli bir şekilde dudak dudağa öpüşmeye başlıyorlarmış.
Gayet tabii ki; beklenilen olmuş. Bu reklam büyük tartışma çıkarmış ve belki de reklamı hazırlayanların planladıkları gerçekleşmiş. Reklamdan çok söz edildiği için markanın da reklamı iyi yapılmış.
Bütün olan biteni normal buluyorum. Ama her şey sadece buraya kadar normal. Bundan sonra işler tuhaflaşmaya başlıyor. Reklam hakkında büyük tartışma çıkmasını, eşcinsel hakları savunucuları kendilerine yönelik var olan baskıcı ortamın bir yansıması olarak görmüşler.
Ne oluyor anladınız değil mi? Amerika'daki tüm ayıların, maçoların ve kovboy bozuntularının en fazla seyrettiği programın ortasına dudak dudağa öpüşen iki adam koyuyorlar ve seyirciler kızdığında bunu homofobizm olarak değerlendiriyorlar. Bunu eşcinseller daima yapar. Çünkü ezilmişliği ideolojik silah haline getirmişlerdir. 'Bir fırsat daha olsa, bir daha bizim aleyhimize bir şey olsa da onu da kullansak' diye beklerler ve aradıklarını bulduklarında da büyük bir mekanizma harekete geçer, hayli gürültü çıkarırlar.
Ben homofobik olmadığıma inanırım. Ben de görseydim o reklamı, sadece kızmakla kalmaz, midem de bulanırdı mutlaka...
Çünkü ağzı çikolata ile dolu iki insanın dudak dudağa öpüşmeleri bana Pasolini'nin bir filmini hatırlattı. Adı da '120 Days of Sodom'du galiba. Filmde, bir şatoda tutsak tutulan köleler, asillerin dışkılarını yemek zorunda bırakılıyor ve asiller ağzı dolu olan kölelerini dudaktan öpüyorlardı. Bunu açıktan yazdığıma üzgünüm ama beni de düşünün lütfen... Ben bu filmi seyretmek zorunda kalmıştım. (O zamanlar sanat filmi takılma günlerimdeydim. Pasolini'yi hep severim zaten. O da eşcinseldi)
Sadece eşcinseller değil kadınlar da ezilmişlik ideolojisine tapar. Hangi ülkeye bakarsanız bakın; orada kadınların ezilmekte olduklarını, haklarını alamadıklarını kendilerine eşit davranılmadığını söylemekte olduklarını göreceksiniz. Bu da eşcinsellerde olduğu gibi otomatik olarak ortaya konulan bir reflekstir, gerçeklikle alakası yoktur.
Yıllar önce bir filme gitmiştim. Bunu da anlattıktan sonra benim film tercihlerim hakkında gerçek bir kuşku uyanacak içinizde biliyorum ama ne yapayım kişisel tarihim bu şekilde işte... Yani siz üzülmeyin diye tarihi çarpıtacak halde de değilim. O filmde kadınlar erkeklere inanılmaz derecede aşağılayıcı davranıyor ve işkence de dahil birçok şey yapıyorlardı. Sinema çıkışında bir grup kadın, sinema salonunun önünde kadınların porno filmlerinde ezilmesini, aşağılanmasını protesto ediyorlardı.
işte sözünü ettiğim otomatik refleks buydu. O kadınların bir kısmı biz sapıklarla birlikte o filmi izlemiş olsalardı eminim ki protesto fikrinden vazgeçerlerdi. Benim deneyimim de bu şekildedir. Kadınlar her ne kadar ezildikleri, aşağılandıkları konusunda durmadan şikayet etseler de asıl aşağılanan, ezilen erkeklerdir.
Kadınların erkekleri aşağılaması, ezmesi genel insanlık durumudur da bazı erkekleri diğer erkeklere göre farklı ve kaliteli kılan da onların kadınların elinde aşağılanmaktan, acı çekmekten zevk duymayı öğrenmiş olmalarıdır.