Hepimiz aynı okullarda aynı dersleri okumadık mı?
Geçenlerde bizim kuşaktan arkadaşlarla oturduk, ilk ve ortaokul günlerimizi konuştuk. Örneğin tarih dersinde kara tahtanın üzerine büyük bir harita asılırdı. Bu haritada Orta Asya'dan çıkan kalın kırmızı oklar, bölünüp çoğalarak dünya coğrafyasının bütün köşelerine uzanırdı.
Bu şekilde bizler, dünyadaki bütün uygarlıkların Türk ırkından gelen insanlar tarafından kurulduğunu öğrenmiştik. Bu doğru değildi. Ama bizler tarihi böyle öğrenmiş, bunu ezberlemiştik.
Demek bir toplumun "Eğitimli" olması yetmiyor. Doğruların öğretildiği ve "Ezberler" in yerini "Kuşkular" ın aldığı bir eğitimin varlığı, demek ki daha önemli. Zaten gelişmiş dünya da Ortaçağ karanlığından
"Aydınlanma" ya bu gerçeğin bilincine vararak geçmedi mi?
Ancak bir başka gerçek var ortada. Toplumsal beynimizin bilgi hücrelerinin alt katmanlarında "Ezberler" bulunuyor. Ne kadar yeni bilgileri alsak da, özgür düşüncenin gereği olan kuşkuyu ne kadar devreye soksak da, yurt ve dünya gerçeklerini ne kadar izlesek de, ezberler Wolfowitz'in yırtık çorabından çıkan parmaklar gibi, zaman zaman aklımızı zorluyor.
TURGUT ÖZAL ÖRNEĞi
Oysa ezberleri bozmadan, çağa yetişip, onu geçmek mümkün değil. Yeni sorunların üzerine eski bilgilerle gidemezsiniz. "ideolojik tarih", dünü de bugünü de çarpıtır. Yarım yamalak ve genellikle yanlış öğretilen geçmiş dönemleri "Nerede o eski güzel günler" diye geleceğe de model olarak sunduğunuz takdirde, çözümsüz sorunlarınızı yüzyıldan yüzyıla aynı çözümsüzlüklerle ve üstelik daha büyütülmüş olarak aktarırsınız.
Yakın tarihte ezberleri bozan siyasetçi Turgut Özal'dı. Örneğin ticaret serbestleşirse, konvertibiliteye geçilirse, devletçilik bırakılırsa, korumacı duvarlar yıkılırsa, ülke ekonomisinin iflas edeceği üzerinde kurulu 1930'lardan beri gelen ezberi bozdu Özal. Daha sonra Gümrük Birliği'ne girilmesinin ardından bu ezber iyice bozuldu.
işte son dış ticaret rakamları ortada. ihracat 2006'da, önceki yıla göre yüzde 15.9 artarak, 85 milyar 142 milyon dolar olmuş. ithalat da yüzde 17.3 oranında yükselmiş ve 137 milyar 32 milyon dolar olarak gerçekleşmiş.
BAŞARACAĞIZ
Şimdi bütün mesele bu artış oranlarının yer değiştirmesine bağlı. ihracat yüzde 17.3, ithalat da 15.9 oranında arttığı zaman "Dış ticaret açığı" denilen sorun ortadan kalkacak. Hiç düşmez sanılan enflasyon nasıl tek rakamlı düzeye indiyse, ihracat artış hızı da, ithalat artış hızını geçecektir. Nitekim 2006'nın son ayında ihracat yükselirken ithalatın da yavaşlaması, açığın hızını kesti.
Bütün mesele kendine güvenmeye ve gerçeklerle birlikte yaşamayı başarmaya bağlı. Gümrük Birliği'nin getirdiği yeni düzeni en iyi anlayan Vestel'ciler bu şekilde dünya pazarına açıldılar. Yeni ekonomiye uyum gösteren Koçların Arçelik'i, 2006'daki 3.9 milyar Euroluk cirosunun yüzde 40'ını ihracattan sağladı.
işte görüyorsunuz. "Türkiye ihracatçı olamaz" ezberi de, "Türkiye turizmci olamaz" ezberi de bozuldu.
SiYASi EZBERLER
Aynı şekilde siyaset ve düşünce hayatımızdaki ezberleri de bozmamız gerekiyor. ille de dış konjonktürün baskısını beklemek zorunda mıyız siyasetimizdeki ezberlerin bozulması için?
Heybeliada Ruhban Okulu'nu açmamak, ekümeniklik konusuna takılmak, Lozan'ın bir gereği değil ki. Ermenistan'la ilişkileri normalleştirmek, Kuzey Irak Kürtleri ile diyalog kurmak, Gümrük Birliği'ni AB üyesi tüm ülkeler için var saymak, Türkiye'nin önündeki ufukları açmaz mı?
Açık ve seçik söyleyelim. Bundan 14 yıl önce vefat etmiş olan Turgut Özal'ın, hala yaşayan politikacılardan daha ileride, daha cesur ve halkının potansiyelinden daha emin olduğunu görmek yorucu bir süreç. Anayasayı değiştirecek çoğunluğa sahip tek parti iktidarı olan ve Türkiye'yi AB üyelik müzakerelerine taşımayı başaran AK Parti'nin, nehri geçip, ezberlerin ırmağında bocalaması, gerçekten acıklı oluyor. Bu bocalama sırasında " 301 sakızı " çiğnenmesi ise komik kaçıyor.
Türkiye Çin, Hindistan veya ABD kadar hem coğrafi açıdan hem de nüfus bakımından "büyük" bir ülke değil.
Ama yine de büyük bir ülke.
Bu büyüklüğün doğal, ekonomik ve siyasi sonuçları ortada.
Kızılırmak'ın batısı ile Fırat'ın doğusu her açıdan birbirlerinden çok farklı göstergelere sahip.
Cumhuriyet'i kuran CHP'nin son seçimde Güneydoğu'dan hiç milletvekili çıkartamaması bile, Türkiye'nin sosyo-politik yapısındaki çok boyutluluğun kanıtı değil mi?
Bir siyasi söylem Batı'da farklı, Doğu'da farklı algılanıyor. Yani siyasi partiler için de "merkeziyetçilik" artık mümkün değil.
Veya kar Doğu'da yolları kapatırken, Batı'da ve Güney sahillerinde denize girilebiliyor.
Dar çevre oyunu
Biz gazeteciler için de buna benzer göstergeler var.
Örneğin gazete satışlarının neredeyse yüzde 80'i 4-5 büyük kentte gerçekleşiyor.
Demek ki Ankaralı siyasetçilerin ve bürokratların aralarındaki çeşitli ideolojik farklılıklara dayalı iktidar kavgalarını manşetlerde ve köşelerimizde işlediğimiz zaman, bu bir "dar çevre oyunu" olmaktan öteye gitmiyor.
"Türkiye'nin büyük gerçeği" daha derinlerdeki "beklentiler"in içeriğinde bulunmakta.
Örneğin "türban" konusunda siyasi partiler, yargı ve YÖK üçgenindeki gerginlik, ne gençliğin, ne de üniversitelerin gerçek sorunları ile örtüşmekte.
Bu gerginlik, ne diplomalı işsizlerin, ne meslek yüksek okullarına ilişkin sorunların, ne genel olarak kadınların törelere ve eve kapatılmışlığının, ne de bilimsel alandaki evrensel yarışa katılamamamızın çözümüne ışık tutmakta.
Ama bu gerginliği kullanan belirli kesimler, ya sloganlarla, ya da üniversitelerdeki öğrenci kavgaları ile, bunun rantını bir şeylere dönüştürmeye çalışıyorlar.
Ekonomik dalgalanma
Gerek büyük şirketlerimiz, gerekse artık tüm Anadolu'ya yayılan KOBi'lerimiz, hem globalleşmeye uyum göstermeye, hem de global ekonomik dalgalanmaya direnmeye çalışırken, Ankara-istanbul ekseni dışındaki bizler, bu olayı sadece "dalgalanma acaba iktidarı nasıl etkiler" diye gözlemliyoruz.
2001 krizini unuttuk. Bankalar sisteminin sağlam olması, bütçe disiplinine uyulması, kamu borçlanmasının sağlıklı oranlara düşmesi sanki önemli değil.
Veya sosyal güvenlik reformu (eksikli ve aksaklı olsa da) yapılmadığı takdirde, Türk ekonomisinin saatli bombası olmaya devam edecektir. Ama bu konu da, sanki önemli değil...
Unutmayalım ki iktidardaki AK Parti seçimleri kaybedip, yeni bir iktidar geldiğinde de, Türkiye'nin büyüklüğünden ve gecikmişliğinden kaynaklanan sorunlar yine var olacaktır.
Kronik sorunlar
Irak'taki Kürt oluşumu, Güneydoğu sorunu içindeki bölücü terör olgusu, muhafazakâr (veya mukaddesatçı) akımlar, laikliğin farklı kesimler tarafından farklı algılanması, hızlı kentleşmenin yarattığı dar boğazlar, Türk-Amerikan ilişkilerindeki karmaşıklık, devlet-birey münasebetlerindeki çağ dışılık sadece bu dönem iktidarının gündemini oluşturmuyor ki.
Veya Türkiye'nin AB'ye üyelik hedefi, hep vardı, bundan sonra da var olacak.
Burada olay AB ile "pazarlık" etmek üzerinde yürümüyor. Burada "pazarlık" değil , "uyum" meselesi var. Kıbrıs kalıcı bir çözüme bağlanmazsa, alt ve üst yapı reformları yapılmazsa, istediğiniz kadar pazarlık edin.
Demokratikleştiğinizi iddia ederken mesela Güneydoğu Sorunu'nda demokratik bir açılımın aracı olabilecek DTP'yi kapatır ve PKK'yı tek başına bırakırsanız, bunu nasıl anlatabilirsiniz dünyaya?
Kendimize gelelim
- Türkiye'nin bütün ulusal sorunları, aynı zamanda uluslararası sorunlardır!
Tarihimiz ve coğrafyamız bizim büyüklüğümüze böyle bir boyut da katmakta.
Otoriter rejimlerde diktatörün akıllı ve bilinçli olması rejimin sağlığına yeterlidir.
Demokrasilerde ise bütün seçmenler, iktidarı ve muhalefeti ile tüm siyasi partiler, tüm kurumlar, sivil toplum örgütleri ve tabii medya da akıllı, bilinçli ve en önemlisi "sorumlu" olmak zorundadır.
Kendilerini "tepedekiler" veya "seçkinler" olarak gören bir gürültücü azınlık aralarında hiçbir konuda uzlaşma bulamayıp, birbirleri ile sürekli kavga ettikleri zaman, bu tabana güvensizlik, istikrarsızlık ve hatta anarşi biçiminde yansıyor.
Beklentimiz bu büyük ülkede herkesin titreyip kendine gelmesidir.
ezberleri bozmak elbette zor değil. kendin teori üret boz ezberi. ben böyle yapıyorum. sonuç doğru çıkıyor. ama nedense tevafuk oluyor. hocanın lügatince benim lügatimde ezberleri bozdum. velhasıl ezberleri bozmak zor değil zor olan bozduğumuz ezberleri eskisi gibi inşa edememek. kendi fikrimizi yaşayalım derken bizden öncekilerin fikirlerini silemeyiz. onların fikirleri ve kendi fikrimizi birleştirip geleceğe yansıtmak gerek. malum felsefecilerin çöküş noktası belki de buydu. sürekli kendinden öncekini inkar etti. insan isterse yanlışlar içinde doğruyu görür. ve hedefine ulaşır. ha yok benim dediğim olacak derse ve bunu sürekli derse kaybeder. *
formlül: önceki fikirler + kendi fikri + rehber = doğru.