hüzün ayı. Yaprakların sararmaya, düşmeye yüz tuttuğu... Eylül, gündüzün üstüne gecenin perdelerini çekmeye başladığı, hep gitmeleri ve bir bitişin başlangıcını hatırlatıyor nedense...
--spoiler--
Romanın kahramanlarından Suad ve Süreyya evliliklerinin üzerinden beş yıl geçmesine rağmen Süreyya'nın ailesiyle birlikte oturmaktadırlar. Fakat evin havası, artık Süreyya'ya ya da Suad'a da sıkıcı gelmektedir. Babasından da; ona böyle bir hayat sürdürdüğü için nefret etmektedir. Süreyya, bir an önce bu evden ayrılıp, denize bakan sakin bir evde yaşamanın, en azından yazı orada geçirmenin hayalini kurmaktadır. Suad da iyice sıradanlaşan evliliklerini tekrar canlandırmak için bir değişikliğe ihtiyaçları olduğuna inanmakla birlikte, yine de halinden pek yakınmaz. Fakat, kısa bir süre sonra Süreyya'nın hayali gerçekleşir ve Suad'ın babasından aldığı para sayesinde Boğaziçi'nde bir yalı kiralarlar. Çok mutlu yaşamaya başlarlar. Bu arada onların dostu olan Necib Süreyya'nın yeğenidir. Necip yalnız bir adamdır. Bir süre önce Süreyya'nın kız kardeşiyle aralarında bir aşk yaşanmıştır. Yalnızlığını paylaşacak bir eş aramaktadır. Bir gün sahilde Süreyya ile karşılaşır. Süreyya onu evine davet eder, Necip bu isteği geri çevirir. Ayrıldıklarında fikrini değiştrip ilk vapura atlayıp Süreyya'nın yanına gider. Suad ve Süreyya onu karşılarında görünce çok mutlu olur. Evini gösterirler, sohbet ederler. Daha sonra dışarı çıkarlar gezerler, dolarşırlar. Daha sonra Necip, Suad ile yakınlaşır ve bu Süreyya'nın dikkatini çeker. Necip Suad'a aşık olmuştur. Bu durumdan rahatsız olan Necip, kendiyle iç hesaplaşmalar yaşar ve Suad'ın bir eldivenini hatıra olarak çalar ve onlarda uzaklaşır. Yazın sonunda Süreyya babasının yanına döner ve bu arada Necip hastalanır. Ziyarete gelen Suad ve Süreyya onun yatakta görünce üzülürler. Suad mutfaktan birşeyler getirirken Necib'in yastığının altında eldiveninin tekini görür ve durumu anlar. Sonunda o da Necib'e aşık olur. Bir gün Süreyya'nın evi yanar ve Suad da içerididedir. Süreyya "Suad!" diye içeriye doğru yangınların arasından bağırır fakat içeriye girmeye cesaret edemez. Necip "Suat!" diye bağırır ve alevlerin arasında eve girer. Tavanın çökmesi ile ikiside hayatını kaybeder.
--spoiler--
özetinin bu kadar saçma göründüğüne bakmayın, okuyun, hissedin.
sonbaharın başlangıcı olan ay. yazın bitmesinden midir yoksa doğanın sarıya bürünmesinden midir bilinmez koyu bir hüzün barındırır içinde. ama bu eylül farklı olacak sanki; heyecanlı, mutlu, umutlu...
insanı derinden düşündüren bazen bunalıma bazen de insanı depresyona sokabilen ya da insana en güzel zamanlarını yaşatan veya en kötü acıları yaşatan psikolojik bir kelimedir.diğer ayalra göre daha farklı geçen mutlulukla üzüntünün hemen aralıklı yaşanabileceği bir aydır.
Sonbahar yaprakları gibi hafif sararmış olan hüzünlerin ayıdır. genelde bu biçimde tabir edilen bu ay, aynı zamanda gelecek olan büyük değişimin habercisidir.
mehmet rauf'un, dünya klasikleriyle yarışabilecek düzeyde kaliteli olan eserinin adıdır. tek kusuru anlatımın biraz bayıyor olması. ama konusu ve psikolojik tahlilleri müthiş.
mehmet rauf un en başarılı romanıdır.genç kız kalbi,böğürtlen,kan damlası,son yıldız,ceriha yazarın diğer romanları arasında yer alır.eylül döneminin önemli eseridir.ruhsal ve mekansal betimlemeler zaman zaman okuru sıksa da anlaşılabilir üsluba sahiptir.
bugunden kendini hissettirmis olan ay.yagmurun sesini,havanin griligini,yapraklarin sararmasini,yerdeki toz ortusunun camurlasmasini,camlarin diger agaclarin yaninda daha bir anlamlilasmasini getirecek yine.toplum acisindan ise domuz gribi dolayisi ile daha zor gunlerin kapisinin aralanacagi ay.
--spoiler--
mutlu bir evlilik sürdüren suad ın, kendisine ilgi gösteren necip e olan aşkı ve bu aşkın felaketle bitişi
--spoiler--
anlatılmıştır.
--spoiler--
suad, eylül ayı ile kendi hayatını çürümüşlük, bitmişlik, karamsarlık yönleriyle karşılaştırır ve benzetmeler yapar.
--spoiler--
ilk psikolojik romanımız olan ama psikolojinin abartılıp sıkıntıya çevrilmiş olduğu bu romanda aşktan başka kaygıları olmayan, çalışmayı ayıp sayan, hazır yiyici kişilerin yaşamları ele alınmıştır.
ve gelecek eylül. yaz, senenin son sıcak nefeslerini üflerken yüzümüze, tazeliğini yitirecek yapraklar, yaz aşklarıyla birlikte. bronzlaşmış tenlerimiz mevsimlik giysiler altına saklanacak, suya susamış toprak eylül yağmurlarıyla geçecek kendinden. sarı, kırmızı, turuncu yaprakların çatırtılarının tatlı huzuru, denizin davetkar sesini yavaş yavaş unutturacak, bir sonraki yaza dek. naif bir tepe olacak mudanya taraflarında, yıldıztepe. rüzgarın hafif dokunuşlarıyla nazlanan denizden esecek olan rüzgar dağıtacak saçlarımızı, doğanın değişimini seyreceğiz, yeşilin ölümünü, sarının doğumunu. bir mevsim daha geride kalacak, ıskaladığımız, kaçırdığımız, yakaladığımız her ayrıntıyla birlikte geride kalacak. bir tek çillerim yadigar kalacak yazdan, muzipçe gülümsediğimde kırışacak olan burnumun üstünde.
Eylül: Süryanice'de 'aylul' (üzüm), yani 'üzüm ayı'... Mezopotamya dillerinde hep ortak isim olarak bu kullanılır (Şubat, nisan ve haziran'da olduğu gibi).
eylül yine peşinde koştuğumuz, yorulduğumuz ve kimi zaman soluksuz kaldığımız, eylül. düşen yaprakların yarında bıraktığı naif ağırlık eylül. iki kedi kozlarını paylaşıyor sokakta, bir çiçek yağmur bekliyor. özgürlük sandığı ormanlar için kafesinden uçuyor ayrılığa bir kuş. her şey ne kadar da şekilli tanrım! oysa her şey beyazdı başlarken...
oysa başlarken her şey beyazdı,
meme kıvamında yumuşak.
gerisi teferruat.
dramelodi ve cevap ortak yapımı rap parçası. hüzünlüyken çok iyi giden parça.
sözleri;
sorgu verse
bu gece benim için yanarmı gözü onun?
bakarmı başka gözlere?
düşünmeden ve bensiz üşümeden
dudakta iki kelamla yıktı gitti
önce şoktayım ve sonra yüzünü görene kadar umutla kaplıyım
döner diye.
hayır! dönmedi.
baktı fakat görmedi ya ben orda öldüm işte
onu hatırladım bugün
düşündüm adına kurulu hayallerimi
yaktım üzüldüm
ne çare şimdi dönse, unufak olmuşum biçareyim.
mazi gözümün önüne gelir
bazen ağlatır ve bazı güldürür
hasarı büyük olur, süründürür
bi kaç sözümüz varmış birbirimize
günlüklerime baktım gördüm
içimde bir çöküş, yanaklarımda aktı sevgin
nereye baksam ordasın
heba olur zaman, akar gider beraberinde
gözümün yaşına bakmadan, akıl kaçar peşindeyim
ben hergün aynı haldeyim, yıkık dökük harabeyim
hayal peşindeyim.
nakarat:
sonumuz bu gece, eylülde yağmur
aşkı göçebe, yüreği billur
fırtınan yıkar bu adamı, hissedermisin sen?
yıllar aldı beni benden, keşke görsen.
kodes verse
güneş veda eder, selam olur karanlığa
ve anılar eski bir kasetle can bulur dudaklarımda
garip bir merhabalaşma neleri sundu önüme
neydi devamı? acısı varmı acaba?
sonucu neleri getirir hiç düşünmedin
maske takmadım ki yüzüme yüzüne karşı
ilk kez teslim ettim kendimi.
ilk kez hissedildi kalpte saf bi sevgi
sanırım öyle başlamıştı ömrümün bu en güzel hayat hikayesi
tamam sorunda oldu hep krizle son bulan
tamam hata da vardı öfkelerle başlayan
fakat zordu sende bilirsin, sende silemedin
ve bende yenemedim
ruh çöküntülerde, gün gecemde yargılandı
her gecemde sardı alev alev bu bedeni
kelime kelime deşti, yetti sus
ve tek bir kelime etme
bak ne kaldı geriye? hayallerin yok oldu
ben çökük, yüzüm güler, hayallerim yerindeler.
nakarat:
sonumuz bu gece, eylülde yağmur
aşkı göçebe, yüreği billur
fırtınan yıkar bu adamı, hissedermisin sen?
yıllar aldı beni benden, keşke görsen.
cevap verse
tüm hayalleri bir fırtına alıp götürür
vakit tamam, biter yaşam, kalan zaman yalan olur
flulaşır tüm renkler, bilincimide yitirdim
karardı beynim, hatırlamıyorum. nerdeyim!?
zaman çabuk geçer, dün çocuktuk
yarın olur yaşlanır ve ölürüz
ölümlü insan oğlu çok hata yapar hayatı boyunca
kimse bulutlar kadar mavi değil
kalp kırmak çok basittir
havaya bakıyorum ve yağmur, ıslanırdı çaresiz bedenim
odamın camında yağmur sesleri,
hüzün dolar içim, garip bi sessizlik.
aylardan eylül. karıştı birbirine geceyle gündüz
çok doluyum bugün, "birisi çeksin tetiği" dediğim anda
güneş doğar ve ben bitik bir haldeyim
silinen anıları, psikanalizde sorgularsa rahatlar bu beynim
sandığın gibi değil, çok derindeyim!
nakarat:
sonumuz bu gece, eylülde yağmur
aşkı göçebe, yüreği billur
fırtınan yıkar bu adamı, hissedermisin sen?
yıllar aldı beni benden, keşke görsen.
Hüznü kasveti anlatan tüm hikayeler sonbaharda geçer. Romanların "l" deyip başladığı yerden sonra, dökülen yapraklar, göçen kuşlar vardır hep. Burukluğun tasvirlerinde hep eylül vardır.
Güneşimiz karartıldığında, bedenimiz dipçiklerle, topraklarımız postallarla ezildiğinde, gri renkteki sokaklarımız sessizleştiğinde, aylardan eylül dü, hapishaneler eylül de bizimkilerle dolduruldu. Bizimkiler dövüldü, öldürüldü...
Eylül kanunlarıyla pençesine atıldık yokluğun, yoksulluğun, açlığın... Eylül kanunlarıyla dayatıldığında tek tip elbiseler... Bizimkiler direndi, bizimkiler öldü ve yine bizimkiler kazandı.
Buca nın duvarları kan rengine boyandığında aylardan eylül dü. Yine yapraklar dökülüyor, yine kuşlar göçüyordu. Bir yerlerde bir kağıda eylül ün hüznü dökülüyordu. Bizimkiler kanlarıyla direnişi yazıyordu koğuş duvarlarına. Buca da bizimkiler marşlar söylüyorlardı, türkülerle, halaylarla ölüyorlardı. Umutsuzluğu dağıtan ateş parçlarıydı onlar.
Ulucanlar da bir meydana topladılar bizimkileri. Hep bir ağızdan içtiler ab ı hayat suyunu, hep birlikte direndiler, öldüler. Resimlere yansıyan yüzlerini öptük, yüreğimizin en sıcak yerine bastık.
Döne döne, hep bize geliyordu ölüm, eylül le birlikte. Öfkemiz eylül e değil onun kanunlarına...Üç duvar, bir kapıya sığmayan umutlardı onlar, bizimkilerdi. Ne tabuta, ne tabutluğa sığarlardı, sığmadılar! Yılgın yüreklere umut oldular, soğumuş yüreklere ateş saldılar. Soyu tükenmez şahinler, yattılar açlığa. Bir yanda eylül kanunları, eylül cellatları, satırları, alev makinaları, yağlı urganlarıyla bekliyorlardı.
Seslendi bizimkiler! Bize, size herkese!.. Eylül dediğiniz nedir ki? Döker en çok yaprakları, kurutmaz ki dalları. Yaprağını döken her dal, zemherilerin ardından çiçek açar, güneşe döner yüzünü. Eylül artık hüznün, kasvetin değil, öfkenin isyanın adı olsun. Bizimkiler seslendi, canlarını verirken. "Halkımız, Sizin için Öleceğiz, Asla Teslim Olmayacağız." Bizimkiler seslendi, bizimkiler öldü.
Bizimkiler... Halktılar... Sapsarı güneş tüm heybetiyle üstümüze doğsun diye, eylül ler bizim olsun diye öldüler.
Elbet, eylül bir gün bizim olur.