Ruh çağırma işine hayatımda bir kez karıştım ama onda da gayriciddi davranışlarım yüzünden gruptan aforoz edildim. Çok zaman geçti üzerinden. Bir ruh, çağrılınca geliyor mu hiç bilemedim ama birçok insandan da geldiğini duydum. Fakat bana sorarsanız; ben ruh olsam, ters çevrilmiş bir kahve fincanı, kâğıttan kesilmiş harfler ve ne idüğü belirsiz birtakım şahısların işaret parmaklarına kanıp da rahatımı bozmazdım.
Anlatılanlara göre, bazı ruhlar iyi huylu oluyorlar ve her çağrıldığında geliyorlarmış. Bunlar, sağlıklarında 'mühim olan ruh güzelliğidir' saptamasını doğrulayan ve yaşamlarını bu ilkeyle taçlandırarak sürdürmüş merhum veya merhumelermiş. Yine bu ruhlar, kendilerine sorulan en abuk sorulara bile sabırla cevap veriyorlarmış. Ancak aksi ve huysuz tabiatlı ikinci bir grup ruh ise, hem çok zor geliyorlar, geldiler mi de kendisini çağıranların burunlarından getiriyorlarmış. Yalancısı olduğum bu anlatılanlardan bir sonuç çıkarmak gerekirse, ister iyi ister kötü huylu olsun, hiçbir ruh arkadaş çağrıldı mı gelmemezlik etmiyor...
Geçtiğimiz hafta vizyona giren 'Öldüren Oyun' (Long Time Dead) adlı film de kötü huylu bir ruhun gençlere ettiklerini anlatıyor. Tabii ki onlar gelişmiş bir ülkenin vatandaşları oldukları için bizim gibi kahve fincanı değil, özel ruh çağırma tahtası gibi ekipmanlar kullanarak daha derinlerden daha nalet ruhlar çağırabiliyorlar. Öldüren Oyun filminin bize bıraktığı mesajı, 'Siz siz olun tanımadığınız ruhları çağırmayın, ille de çağıracağım diyorsanız tanıdık, bildik, ensesine vur lokmasını al denilen yumuşak başlı ruhları çağırın' şeklinde özetleyebiliriz.
Aslında yüzlerce kez çekilen ve klasik korku gerilim teması içeren bu tür bir film Türkiye'de yapılsa, öykünün baştan aşağı tersyüz edilmesi gerekebilir. Durduk yerde heyecan arayan birkaç Türk genci, yanlışlıkla lanetli bir ruhu çağırırlar. Cehennemden gelen bu iblis, şeytani güçleriyle başıboş kalır ve Ali Kırca'nın deyimiyle bu topraklarda bizlerle hayatı paylaşmaya başlar. Masum insanlara dehşet salıp, onların yaşamını kaydırmak için kendisine av ararken bir kasetçi dükkânından Petek Dinçöz'ün 'Seni Allah'ın Belası' şarkısına maruz kalır ve ilk şoku yaşar. Oradan uzaklaşayım derken Olimpiyat Stadyumu'nda mahsur kalır ve beleş stada konmanın sevinciyle yürekleri kabaran bir futbol kulübü ve taraftarlarının giderek
hayatlarının nasıl karardığına tanık olur. Kaçar. Fakat bu kez de bir başka futbol stadyumunda kafasına polis copları iner. Her şeye rağmen, hiç değilse birkaç masum insanı lanetli güçleriyle derbeder etmeye kararlıdır. Gelmişken. Tam birini gözüne kestirmiştir ki sele kapılıp sürüklenmeye başlar. Hem de başbakan yardımcısının seçim bölgesinde. Sular onu Şile denizine sürükler ve 300 promil alkolle denize giren bir vatandaşın kendisine tutunmasıyla boğulmaktan zor kurtulur. Üstelik hayatında ilk kez bir insanı ölümden kurtarır. Suçluluk duygusuyla perişan bir halde dolaşırken, içinde lanetli güçleri bulunan çantası bir kapkaççı tarafından kapılarak götürülür. Artık o lanetli ruh değil, bir zavallıdır. Kendisini çağıran gençlere sayıp söverek bir mülteci teknesi bulur, Irak ve Afganistan uyruklu insanlarla beraber sınır dışına çıkmak üzereyken sahil güvenlik güçleri tarafından yakalanır.