insanlar; susanı korkak. görmezden geleni aptal. affetmeyi bileni çantada keklik sanıyorlar. oysa ki; biz istediğimiz kadar hayatımızdalar. göz yumduğumuz kadar dürüstler ve sustuğumuz kadar insanlar... şems i tebrizi
zaman ve hareket ikisi de birbirine bağımlı zaman, hareketin sayısı; davranışın ritmidir. saatler, dakikalar ilerledikçe; büyüdükçe kendimi davranışın içinde biraz daha yavaşlamış buldum.
bazı gerçeklikler karşısında gözlerim yanıldı. hoş, matematik bile bazen yanlış çıkarımlar yapıyor ise benim aklım neden yapmasın. yaptığım bazı eylemlerin hesabını verebilecekken, çoğunda bunu yapamıyorum. benim hatam gerçek dünyayı değil, algıladığım dünyayı bilmemdi. bu benim hatam olabilir, ama bu insanın zaruri sonucu; dünyayı kendisi gibi görmesi
gelişen olaylar karşısında kayıtsız kalma zorunluluğu, olunmaması gereken dünyalarda olmak, karar verirken istemiyormuş gibi görünmek ve sonuç ne olursa olsun hep gülmek; en zoru da budur. hep gülelim ki insanlar bizim hakkımızda karar verirken muallakta kalsın. neden? hepsi küçücük 65 yıl; milyarlarca insanın olduğu milyon yıldır yaşayan insanların içinde; en az birinde etki bırakma çabasıydı belki
gün geçtikçe farklı açılardan baktığım penceremden sevdiklerimin, hoşlandıklarımın, mutlu olduklarımın unutulduğunu görüyorum. az insan tarafından hatırlanan etkisi küçük, hayalleri bol anılar demek ki zaman, hareketi kontrol ettiği gibi onu yok da edebiliyormuş.
belki yarım kalmış bir anı, eksik kalmış bir kişi, yaptığı tek bir davranışla tüm hayatınızı değiştirebilir. bu, sizin zayıflığınızdan değil. sevginizin büyüklüğünden kaynaklıdır. sevdiğimiz, hoşlandığımız veya aşık olduğumuz insanlara karşı belirli bir savunma mekanizması geliştirmeyiz. çünkü onlardan zarar görmeyeceğimizi düşünürüz. peşi sıra gelen aksi ve beklenmedik davranışlar bizi savunmasız bir çocuk gibi, annesinin kucağına almasını bekleyen bir bebek gibi yapar. kısacası yiyebileceğimiz en büyük darbeyi sevdiklerimizden yeriz. sevmediğimiz, kavgalı olduğumuz kişilere karşı oluşturduğumuz psikolojiyi ve davranış şeklini sevdiğimiz insanlara da uygulayabilsek daha güzel bir dünyada kontrollü bir biçimde yaşayabilirdik. ama olmadı.
küçük maceralarını büyütme çabasındadır insan. aklının erişebileceği en son noktaya gitmek ister; yaşadığı dünyaya nispet yaparmış gibi sonra başkaları tarafından yakılıp, yıkılır. yaşamak için bile devlet gibi faşist bir organa ihtiyaç duyduğumuz halde duygularımızı da sömürecek insanların olabileceğini düşünemiyoruz.
zorlama hislerin, yanlış hayatların, farkında olup sessiz kalanların nefes aldığı bir yerde bir tutam mutluluk aramak; onları içinize alıp saf duygularınızla tanıştırmak, bu dünya adına yapacağınız son şey olsun.
dünyanın neresine kaçarsam kaçayım, beni bırakmayacak; peşimden gelecek bir hayatım olduğunu; unutamadıklarımın olduğunu biliyorum. unutmak için, mutlu olmak için kaçmıyor ki insan. onlarla baş başa kalmak için gidiyor. onları daha iyi hatırlamak ve içinde daha iyi yaşamak için gidiyor. benimde bu hayatla ilgili son ereğim budur.
Cherokee kabilesinin yaşlılarından biri kabilenin gençleriyle hayat, aşk ve evlilik üzerine konuşurken şunları söylüyor:
- içimizde iki kurt var ve bunların arasında da korkunç bir savaş,
- Kurtlardan biri korkuyu, öfkeyi, kıskançlığı, pişmanlığı, açgözlülüğü, kibiri, kendine acımayı, küskünlüğü, aşağılık duygusunu, yalanları, üstünlük taslamayı ve benciliği temsil ediyor;
- Diğeri ise; zevki, huzuru, sevgiyi, umudu, paylaşmayı, cömertliği, dinginliği, alçak gönüllülüğü, nezaketi, yardımseverliliği, dostluğu, anlayışı, merhameti ve inancı.
hem onur akın'ın hemde jehan barbur ablanın mükemmel şarkılarıdır.
birinde "aslında yokum ben bu oyunda." derken diğerinde oyunda sırasının gelmediğinden* dem vurur.
hayko cepkin'in söke söke duyguları şarkıdan aldığı çaldığı dibine kadar söylediği şarkıdır. onur akın'ın yarım romantizminden sonra dinlenilesi hale gelmiştir.
Ey hayat;
Kalbim kül oldu
Eski bir kütüphane yangınında
Ben yandım.
Kimi cüret etsem sevmeye
Kendime küçük geîdim
Zayıf kaldım
He murathan esir düştüm
Sefil oldum.
Acılarım hep tavsiyedir
Çok sevdiğim bir şairden
Yok bira yok ne etsek olmuyor'un ranza arkadaşıyım
Bilinen en uzak yatılı bölge okulundan
Ben bıraktım siz konuşun,
Yoruldum ben siz koşun.
Iskartaya ayırın beni
Bütün ayrılıklardan.....
Küsmedim kardayım yediğim dayaktan
Şimdi yalnız, şan saman kağıt kokulu günlerde
Türkçeye çeviriyorum ayrılık acısını
Beni bırakın
Ben meçhul oldum
Gizli özneyim
Vatansız cümlelerde
Ben yandım.
Kalbim kül oldu
Eski bir kütüphane yangınında.