Seni yürüyeceğiz bugün; adım adım... kaldırım kaldırım...
Taşlarında büyüdüğümüz, serpilirken diz kanatıp taban çürüttüğümüz o kaldırımların kabir şimdi bize...
Beynimiz bir kin tuzağında nar gibi dağılıyor; cesedimize serilen gazetelerin başlıklarında kardeşlik çağrılarımız kanıyor. Ağrı dağı sallanıyor, yürek ağrımızın şiddetinden...
Yürüyeceğiz bugün, mayınlı bir güzergâh boyunca: Uğur Mumcu caddesinden geçip "Musa Anter" meydanına yöneleceğiz. Ahmet Taner Kışlalı merkezinin oradan Hiram Abas parkına döneceğiz. Metin Göktepe'yi öldürdükleri köşeden Bahriye Üçok'u bombaladıkları eve doğru çıkacağız. Abdi ipekçi heykelini geçip Hablemitoğlu çıkmazına gireceğiz.
"Gün Sazak" sokaktan, Muammer Aksoy bulvarına, oradan Nihat Erim sapağına, Doğan Öz mahallesine...
Derken kendimizi Hrant Dink mezarlığında bulacağız.
işte budur bize miras, kanlı atlas...
"Güvercinleri sever" sanıyorlar seni; şahinliği konduramadıklarından sana...
Oysa sen, en çok sana zulmedenleri başına taç yapan bir bivefasın; elinde al kanlar, yüzünde pençe pençe darbe izleriyle umarsızsın.
Gurur duyarsın, sahte sevdalılarınla...
Katillerin gezinir yollarında elini kolunu sallayarak; dokunmazsın.
Ayırırsın çocuklarını; kayırırsın.
Çatışırlar soyları kırılasıya, göz yumarsın.
Sanki en çok, seni sevenlere düşmansın.
Nasıl da kıyarsın, zulmedersin onlara; yargılar, hapseder, gömersin en işlek caddelerine, güpegündüz, uluorta...
Aldırmazsın.
Seni sevdik diye bütün bunlar; şu halinle bile sevdiğimiz sen, şu halde olmayasın diye...
"Selameti eli kanlı cellat sürülerinde" aramayasın diye...
Eskisi gibi yüzünde güller açsın, dilinde her dilde türkü çalsın diye...
insanlık ailesi sana gıpta etsin; senden övgüyle bahsetsin; evlatların dünyanın her köşesini alnı açık gezsin diye...
Zar zor, yana yakıla, can pahasına dokuduğumuz bir güzelim halısın; lakin öyle narinsin ki bir kibritlik canın var.
Işıklı bir beyne sıkılan üç hain kurşun, o hayali cennetten ebedi bir cehennem yapar.
Kararır yine ümidimizin ufukları...
Düşeriz yollara, kan kırmızı atlaslar boyunca, kayıplarımızın peşi sıra...
Yaslı bir duduk çalar Ermeni mezarlığında...
istanbullu Bedros Turyan'ın dizeleri vasiyetimiz olur:
Solgun benizli ölüm meleği
sınırsız bir gülüşle karşıma dikilse de,
acılarımla ruhum buhar olup uçsa da,
bilin ki hâlâ yaşıyorum.
Terli alnımla
taş kesilmiş vücudumu,
kefene sarıp kara tabuta koysalar da,
bilin ki hâlâ yaşıyorum.
Acımasız ölüm meleğinin titrek gülüşü
dokunaklı çanın çalmasıyla,
tabutum ağır ağır ilerlese de,
bilin ki hâlâ yaşıyorum.
Yas şarkıları söyleyen insanlar,
siyah giysileri ve asık suratlarıyla
tütsü ve dualar yaysalar da,
bilin ki hâlâ yaşıyorum.
Çukurumu kazıp beni gömseler de
yasa bürünmüş sevdiklerim
Ağlaşıp ayrılsalar da
bilin ki hâlâ yaşıyorum.
Ama eğer bir köşede
unutulup giderse mezarım,
ve hatıram da solarsa,
Ah işte ben o zaman ölürüm...
benim yalnız ve güzel ülkem;
kim bilir bu kaçıncı haykırışım sana. koyu bir asker, koyu bir laik, koyu bir inançlı, koyu bir insan olarak, keşke bütün bu kişiliksiz trajedilerden koruyabilsem, kalbimde saklayabilseydim seni. keşke başarsak, lakin galibiyet bize o denli uzak ki. özlemişiz... sevinmeyi, mutlu olmayı, başarmak kadar...hepimiz kadar suçluyum ben de... ellerim yıkanmak, günahlarım bağışlanmak istemiyor bugün...