son üretilen yapay kromozoma bakarsak da evrimin varlığı ispatlanmıştır.Evrim hakkındaki türkiyede ki tek yanlış düşünçe evrimin varlığı ile allahın yokluğunun bir tutulmasıdır.nedense hiçkimse evrimi de allahın yarattığına inanmaz.
onca ara geçiş formunu ve yüzlerce üst düzey bilim insanın söylediklerini yok sayarsak bile hiç olmazsa dağ başında yazılmış bir kitabın söyleyeceğinden daha tutarlı olduğu düşünülebilir. bu yüzden teoridir ve bilimsel araştırmalarda kaynak olarak kullanılır. yok çamurdan yok gübreden yaratıldık diyerek bilimsel bir dayanağa dayandırmadan " olm ben nasıl maymundan geldim lan balçıktan yaratılmak daha mantıklı" demek olmaz. zaten maymundan geldiğimizi söyleyen yok. *
binlerce değil sadece bir adet bile "ara geçiş formu" olmadığı halde bu kadar tutulmasının sebebi büyük oranda siyasîdir.
hitler'in de bu teoriyi siyasî amaçlar için desteklediği bilinmektedir. almanların üstün ırk olduğuna delil olarak bu teoriyi kullanan kişi hitler'dir. hitler'e göre diğer ırkların evrimlerini tamamlayarak almanlaşmaları(!) milyonlarca yıl sürecektir.
evrim teorisi, bu ve buna benzer siyasi gerekçelerle gündemde tutulmuştur.
dişlerinizi sayın. eğer 32 tane ise hala evrim geçirmemişsiniz demektir. ama yok 28 ya da 30 tane varsa o zaman düşünmek lazım.bi de klasik olacak ama neden kuyruk sokumu diye vücutta bir bölge vardır acaba??
harun yahya isimli düzenbaz ya da az bilir çok konuşur şahsın Archaeoptryx türü ara geçiş formu hakkındaki atıp tuttuğu açıklamaya cevaben;
Archaeopteryx ve Harun Yahya'nın Yanılgıları
--spoiler--
Harun Yahya'nın Evrimcilerin itirafları ve Evrim Aldatmacası kitaplarında sürüngenler ile kuşlar arasında geçiş formu olarak kabul edilen Archaeopteryx ile ilgili doğru olmayan birçok yazı bulunmakta. Bunların bazılarına değinmek ve doğrularını aktarmak istiyorum. Harun Yahya kitabında şöyle diyor (Harun Yahya, Evrimcilerin itirafları, s. 63):
Archaeopteryx'in sadece soyu tükenmiş bir kuş türü olduğunun ve yarı dinozor-yarı kuş bir ara-geçiş formu olmadığının delilleri kısaca şöyle sıralanabilir:
1. Bu canlının "sternum"unun yani göğüs kemiğinin uçan kuşlardaki yapıda olmaması canlının uçamayacağının en önemli kanıtı olarak gösterilmekteydi. Ancak 1992 yılında bulunan yedinci Archaeopteryx fosili evrimci çevreler arasında çok büyük bir şaşkınlık uyandırdı. Zira bu son bulunan Archaeopteryx fosilinde evrimcilerin çok uzun zamandır yok saydıkları göğüs kemiği vardı. Nature dergisinde "… göğüs kemiğinin varlığı güçlü uçuş kaslarının olduğunu gösteriyor" 189 deniliyordu.
Bu bulgu Archaeopteryx'in tam uçamayan bir yarı kuş olduğu yönündeki iddiaların en temel dayanağını geçersiz kıldı.
2. Öte yandan, Archaeopteryx'in gerçek anlamda uçabilen bir kuş olduğunun en önemli kanıtlarından bir tanesi de hayvanın tüylerinin yapısı oldu. Archaeopteryx'in günümüz kuşlarından farksız olan asimetrik tüy yapısı, canlının mükemmel olarak uçabildiğini gösteriyordu.
189. Nature, cilt 382, 1 Ağustos 1996, s. 401
Şimdi burdaki argümanları madde madde incelemek istiyorum:
* Archaeopteryx'in göğüs kemiği vardı veya tüyleri asimetrikti onun için "mükemmel olarak uçabiliyordu" demek mümkün değildir. Uçabilmek için gerekli bazı kriterler vardır: tüyler in asimetrikliği, kanatların esnekliği, omuz bağlantısı, kas kütlesi yüzdesi gibi.
* Speakman ve Thomson 1994'de yaptıkları araştırmada (1) Archaeopteryx'in kanatlarındaki tüylerin asimetrikliğinin günümüz modern kuşlarınınkilere göre çok düşük olduğunu ortaya koymuştur. Tüylerin asimetrikliği genel olarak uçarken tırmanma ve manevralarda çok etkilidir bu sebeple asimetrikliği düşük diye uçamaz diyemeyiz ama günümüzdeki uçabilen modern kuşlar gibi uçamadığı kesindir.
* Modern kuşlar uçarken temel olarak pectoralis kasını kullanırlar. Modern kuşlarda bu kasın ağırlığı vücut ağırlığının %35'ine kadar çıkar ve genel olarak %20-35 arasında değişir. Modern kuşlar oldukları yerden havalanabilmek ve düşük hızlarda uçmak için gerekli kanat çırpma hareketlerini yapmak için bu kası kullanırlar. Yapılan araştırmalara göre Archaeopteryx'deki pectoralis kasının vücut ağırlığına oranı %9'du (2). Bu da modern kuşlara göre oldukça düşük bir orandır. Ayrıca Speakman'ın araştırmasına göre bir kuşun modern kuşlar gibi oldukları yerden havalanabilmek, düşük hızlarda uçabilmek için gerekli manevraları yapabilmesi için pectoralis kasının ağırlığının vücut ağırlığına oranının en az %16 olması gerekir (3). Görüldüğü gibi Archaeopteryx bu sınırın altındadır.
* Yine modern kuşlardaki supracoracoideus kası kuşların durdukları yerden havalanmasında ve düşük hızlarda uçabilmesinde çok önemli bir yere sahiptir. Yapılan araştırmalara göre Archaeopteryx hem kütle oarak hem de düzenleme olarak modern kuşlardaki gibi bir supracoracoideus kasına sahip değildir (4).
Burdan çıkan bir sonuç şudur: Archaeopteryx olduğu yerden havalanabilmek için gerekli kas gücüne ve yapısına sahip değildi. Havalanabilmek için belli bir süre koşup yeterli hıza ulaşması gerekiyordu. 8-9 m/s hızlar civarında rahatça uçabildiği düşünülmektedir çünkü bu hızlarda çok fazla kas gücü gerekmemektedir. Olduğu yerden havalanmak, düşük hızlarda uçmak ve keskin manevralar yapabilmek için yüksek kas gücüne ve günümüzdeki modern kuşlardaki gibi düzgün bir kas yapısına sahip olmak gerekir.
Görüldüğü gibi elimizdeki veriler Archaeopteryx'in "mükemmel olarak uçabildiğini" göstermekten çok uzaktır.
Yine aynı kitapta geçen başka bir bölümde şöyle diyor (Harun Yahya, Evrimcilerin itirafları, s. 63-64 ve Harun Yahya, Evrim Aldatmacası, 2005, s. 80):
Archaeopteryx'in ağızındaki dişleri de yine canlıyı bir ara form kılmaz. Evrimciler bu dişlerin bir sürüngen özelliği olduğunu söyleyerek kasıtlı bir aldatmaca yapmaktadırlar. Oysa dişler sürüngenlerin tipik bir özelliği değildir. Günümüzde bazı sürüngenlerin dişleri varken bir kısmının yoktur. Daha da önemli olan nokta dişli kuşların da Archaeopteryx ile sınırlı olmamasıdır. Fosil kayıtlarına baktığımızda Archaeopteryx ile aynı dönemde veya Archaeopteryx'ten sonra ve hatta günümüze oldukça yakın tarihlere kadar "dişli kuşlar" olarak isimlendirilebilecek ayrı bir kuş grubunun yaşamını sürdürdüğünü görürüz.
Şimdi burdaki argümanların geçerliliğine bakalım:
* Tüm sürüngenler içinde sadece kaplumbağaların dişleri yoktur. Ayrıca zaten kuşların Theropod dinozorlarından evrimleştiği savunulmaktadır. Yani kaplumbağaların dişinin olmamasının kuşların Theropod dinozorlarından evrimleştiği teziyle hiçbir ilgisi yoktur.
* Archaeopteryx'in diş yapısının dinozorlarınkinden çok farklı olduğu da gerçek değil. Archaeopteryx'in dişleri tırtıksızdır ve bu şekilde dişlere sahip oldukları bilinen dinozorlar vardır: Ornithomimosaur'lar, therizinosaur'lar ve oviraptorosaur'lar.
* Yaşayan hiçbir kuş türünün dişi yoktur. Ama kuşların embriyoları incelendiğinde diş tomurcukları oluştuğu fakat bunların ileriki aşamalarda yok olduğu ve diş oluşmadığı görülmektedir. Bu bilgi bize kuşların atalarının dişleri olduğunu ama bu özelliğin modern kuşlarda yok olduğunu göstermektedir.
* Dişlerinin büyük bölümünü kaybettiği bilinen 4 kuş türü vardır: Hesperornis, Ichthyornis, Gansus, and Limenavis. Bu türler neredeyse modern kuşlar kadar gelişmiştir ve modern kuşlardan genel olarak tek farkları dişleri olmasıdır. Bu sebeple bu türler sürüngen-kuş evrimindeki birkaç farklı yoldan biri için artık son basamak olarak değerlendirilmektedir. Yani bunları göstererek kuşların dişi olmasının normal birşeymiş gibi anlatılması tamamen yanlıştır.
ingilizce biliyorsanız Archaeopteryx ile ilgili daha ayrıntılı bilgi edinmek için Talk Origins sitesindeki All About Archaeopteryx makalesini okumanızı öneririm. Bu makale oldukça ayrıntılı bir şekilde Archaeopteryx'in tüm özelliklerini incelemekte ve nasıl birçok sürüngen ve kuş özelliklerini birarada barındırdığını açıklamaktadır.
Referanslar:
1. Speakman, J.R. & Thomson, S.C., Flight capabilities of Achaeopteryx. Nature, 1994, 370:514.
2. Ruben, J., Reptilian physiology and the flight capacity of Archaeopteryx. Evolution, 1991, 45: 1-17.
3. Speakman, J. R., Flight capabilities in Archaeopteryx. Evolution, 1993, 47: 336-340.
4. Ostrom, J.H., Archaeopteryx and the Origin of Flight. The Quarterly Review of Biology, 1974, 49(1)
--spoiler--
okuyalım, araştıralım. öyle iki üç bilgiyle gelip bu yanlıştır demeyin.bakın adamlar araştırmışlar ve harun yahya'nın hiç değinmediği ya da değinemediği konularda fikir beyan etmişler.
bu yıl bir tez hazırladım konu genetik yiyeceklerdi..
genetik yiyeceklerde yiyeceklerin evrimleri hızlandırılıyor yada icindeki sistemler değistirebilliyordu.. hata bazı katolikler insanoglu tanrıyı oynuyor diye bu olaya karsı cıkıyordu.. bu olay bile evrimin ispatıdır.. billim adamları evrimle ve dna larla oynayıp istediği tarz yiyecekleri uretebilliyor..
ayrıca internete biraz arastırılırsa bu konu hakkında cok guzel tezler bulunabillinir..
not: ayrıca artık aptal insanlara birsey anlatmaktan gercekten cok sıkıldım.
onlarca yılını biyoloji için harcamış, ömrünü biyolojik tezler yazarak çürütmüş, profesör olmuş bünyeler tarafından saçma bulunan teoridir.
uludağ sözlüğün bu kadar çok biyoloji profesöründen oluşan bir yazar kadrosu olması ise takdire şayandır.
insanın ismini ancak copy paste ile yazabildiği gudik fosil isimleriyle evrimi çürütme çabasında olması, çok ama çok komik bir durumdur.
sen önce zenciyi, çinliyi açıkla; niçin orta asyalı kısa, neden kuzeyde ki ayılar beyaz, neden doğuda ki arılar daha iri, niye kuzeylilerin gözleri mavi gibi lokal durumlara mantıksal açıklama getir, akabinde git boyundan büyük işlere kalkış, ortan copyle burdan pastele; denebilir bunu yapan insanlara.
insanlar çevrelerindeki eşya ve olaylara belli kanaatlara sahip olarak yaklaşırlar. Bunların büyük bir çoğunluğu, başkaları tarafından belirlenmiş bir bakış açısını kabullenirler, benimserler ve dünyaya o zaviyeden bakarlar. Bakış açısını belirleme kudretine sahip olan insanlar ise oldukça azdır. Bunlar tarih sahnesine nadir çıkarlar. Düşünceleri ve ortaya attıkları fikirlerin çekim gücü o kadar güçlüdür ki bazen yüzyıllar boyu insanlar ondan kurtulamazlar. Asırlar sonra bir başkası, bir başka çekim alanı oluşturana kadar insanlar için mecburi istikamet onların kurguladığı modellerdir. Bu açıdan bakıldığında, pek çok faydalarının yanısıra bazen dahi kafaların insanlık için dezavantaj oluşturduğu görülür. Büyük bir patlamanın çevresindeki oksijeni emerek ortamda bulunan ateş kaynaklarını söndürüp yok etmesi gibi büyük kafalar, karşı konulmaz fikirleriyle uzun yıllar insan zihinlerini baskı altında tutabilirler. Baskı altındaki zihinler ise alternatifleri rahatlıkla farkedemezler.
insanlık tarihi boyunca fizikten iktisada kadar pek çok sahada pek çok paradigma zuhur etmiştir. Örnek ve numune anlamına gelen paradigma kelimesi, terim olarak insanın dünyaya bakış açısını belirleyen, ona olayları açıklama imkanı veren model, kavram çerçevesi ya da ideal teori diye tanımlanmıştır. Buna göre mesela Batlamyus'un dünya merkezli evren modeli bir paradigmadır. Uzun asırlar boyunca insanlar kainata bu model penceresinden bakmıştır. Aslında bu sistem insanların gözlemlediği olayları açıklamada başarısız da sayılmazdı. Bu modele göre de gök olayları hatasız hesaplanabiliyor, gök cisimlerinin hareketleri kendi içinde tutarlı değerlendirilebiliyordu. Yani bakış açısı belirlendikten sonra olaylar anlam kazanıyordu. Evet, güneşin ve bütün gök cisimlerinin dünya çevresinde döndüğünü kabul etmek bu modele göre anlamsız, çelişkili ve yanlış değildi. Fakat başka bir bakış açısı yani paradigma -mesela Kopernik'in güneş merkezli sistemi- kabul edildiğinde işte o zaman bu anlayışın yanlışlığı ortaya çıkıyordu. insanların bilgisi arttıkça paradigmalar geliştiriliyor ve çevrelerindeki olaylar devamlı farklı anlamlar kazanıyorlardı. Nitekim Kopernik'in sistemi de kendi zamanı için bir devrim sayılsa da insanlar için son durak olmamıştır.
Bu arada kurgulanan bazı modeller ideolojilerle beslenip kuvvetlenebilmiştir. Bunun için verebileceğimiz en iyi misal "Evrim Teorisi"dir. Bu anlayış, en nihayetinde bir teori olmasına rağmen çoğunlukla din karşıtı çevreler tarafından mutlak gerçek gibi sunulmuş ve tesir alanının sadece biyolojiden ibaret olmasıyla yetinilmeyerek çok farklı sahalara taşınmaya çalışılmıştır. Sonuçta tutarlılığı tartışılır bilimsel bir teori, adeta bir inanç, bir din görünümüne bürünmüştür. Yazının başında çoğunlukla insanların, ufuklarını kaplayan paradigmalardan bağımsız düşünce geliştiremediklerine değinmiş, bunun sebebi olarak ise entellektüel seviyelerinin buna yetmediğinden bahsetmiştik. Günümüzde evrim için aynı şeyleri söyleyemiyoruz. Bu fikir, sadece olaylara bir bakış açısı, bir model olmasına rağmen ideolojik sebeplerle insanlar onu kabul edilmeye zorlanmış, farklı düşünenler dışlanmış hatta bazı ülkelerde (!) idari kovuşturmaya tabi tutulabilmiştir.
Evrim, kainatta gözlemlenen sürekli değişim ve gelişimden yola çıkılarak her şeyin basit formlardan daha karışığa geçiş sürecini kendisine temel edinen bir bakış tarzı. Biyolojide "Canlı varlıkların bütünü çok uzun bir zaman içinde, yavaş yavaş, en basit bir şekilden karışık olana dönüşmek suretiyle birbirlerinden türemişlerdir." şeklinde ifadesini bulan evrim düşüncesi, aslında ilkçağ felsefesine kadar gider. Evrimci filozofların hepsi aynı fikirlere sahip değildir. Bunlardan kimisi tam materyalist ve ateist iken kimisi agnostik, kimisi teist, kimisi mistik hatta panteisttir. Dine düşman olsun veya ona sempati ile yaklaşsın, bunların hepsi de evrimi bir model olarak benimsemişlerdir. Bunlardan dine sıcak olanlar, evrimi kendilerine ait din anlayışları ile uyuşabilir bulabilseler de bu "modern hurafenin" islamiyet'le bağdaşabilecek hiçbir yanının bulunmadığı âşikardır. Ama gariptir, geçtiğimiz yüzyılda bu teori o kadar dayatılmıştır ki pek çok müslümanda hatta ulemamızın bazılarında tereddütlere sebebiyet vermiştir.
Bundan önceki bir-iki yazıda kâinattaki müşahede edilen umumi bir âhenkten bahsetmiştik. Evrim kavramının da düzen, değişme ve ilerlemeyi içerdiği öngörülür. Bu açıdan evrimin, dinî bir zemini de bulunan "düzenli bir şekilde gelişme ve mükemmele doğru gitme" anlamındaki tekamül esasıyla birebir örtüştüğü zehabına kapılanlar olagelmiştir. Kavram kargaşasına son vermek gibi kocaman bir iddiayla değil de haddimizin bilincinde olarak, gerek dinin âhenk ve düzeni vurgulaması, gerekse bizzat tecrübelerimizin bunlara işaret etmesinden hareketle "basitten karmaşığa gitme" gerçeği üzerinde biraz durmak istiyoruz. Ancak "tekamül" başlığı altında değil, anlam derinliği ve zenginliği daha fazla olan başka bir ıstılâhı nazara vererek. Evet, böylece bir sonraki buluşmamızın konusu ortaya çıkıyor: inkişaf...
itiraz edenlerin kuran-ı kerim'deki adem ve havva hikayesini delil gösterdiği teori. oysaki aynı kitapta bilimin açıklayamayacağı birçok hikaye var. aşın kardeşim şu takıntılarınızı komik oluyorsunuz. allah'ın gücü her şeye yeter deyin, mucize deyin, gülün geçin.
sözlüğün recep ivedik'lerinin hakkında zırvaladığı kuram.
"benim dedem de benim gibi insandı, ebem de öyle, biz asla maymun olmadık"
"ben kesinlikle maymundan gelmedim, ancak gelenler maymunluğu kabul edebilir"
ulen su kabağı, önce git bir evrim teorisinin ne olduğunu bir öğren, bilgilen, ki doğru düzgün bir fikir beyan edebilesin.
nihayetinde sözlüklerde toshack oğlanı konumuna düşmekten koru kendini. alemlere cahil bir maymun olarak gönderildiğini belli etmekten kurtar kendini.
Gerçekliği hemen herkes tarafından 1-2 dk kafa yormayla tahmin edilebilecek olan bir teoridir. Bilimsel dayanağı yoktur, bu bilinmesine rağmen hala bu teori üzerinden çıkar sağlanmaktadır. Öyle ki; bunu bile bile, hala doğrudur denilmesinin başka açıklaması olamaz.
Charles Darwin'in,insanlığın oluşumuna dair teorisidir,din baskıları nedeniyle kanunlaştırılamamaktadır zannımca.
Evrim teorisi ile Darwin'e bok atanların,kısaca evrim yoktur herşey olduğu gibidir,hepimiz Adem ile Havva'dan geldik diyenlerin,neden insanların bir kısmının siyah doğduğunu açıklayamadığı bir durum vardır ayrıca.
ben maymundan gelmedim diyen arkadaşlar gökten zembille inmiştir yamulmuyorsam.