Bir yerlerde bu kelimenin ingilizcesi olan Universe sözcüğü hakkında şöyle okumuştum (doğu felsefesi araştırırkendi sanırım) uni ve verse kelimelerinden oluşmuştur yani "bir" ve "tersi". Hem birdir hem de bütündür. Her şey bir bütündür aslında; bir bütünün parçaları.
Tasavvuftaki herkes ve her şeydeki tanrısallık kavramı gibi aslında, parçalardan bütüne; bütünden parçalara ulaşmak gibi.
Fiziğin sınırları Planck sıcaklığı denilen 1032 derecedir. Evren elementer parçacıklardan oluşmuş homojen bir püre halinde. Şimdilik daha küçük parçacıklar elde etmek üzere bölünemediğini sandığımız bu parçacıklara, elektron, foton, quark, nötrino, graviton ve gluon gibi adlar veriyoruz.
Büyük Patlamadan 10 mikro saniye sonra evren, quark ve gluonlardan oluşan uçsuz bucaksız bir magma halinde. Yaklaşık 20 mikro saniye sonra sıcaklık 1012 derecenin altına düşünce, nükleer yani çekirdeksel güç devreye giriyor ve quarklar üçer üçer birleşip ilk proton ve nötronları oluşturuyorlar. Niye üçer üçer. Aslında rastgele birleşiyorlar fakat ikişer ikişer birleştiklerinde oluşan çift kararsız, hemen sönüyor, sadece üçlü bileşim dayanıklı çıkıyor.Yukarı tip iki quark ile aşağı tip bir quark bileşip Protonu,aşağı tip iki quark ile yukarı tip bir quark bileşip Nötronu oluşturuyor. Böylece maddenin özü meydana geliyor. Evrenin ısısı sonraki 10 dakika içinde, 10 milyar dereceye düşüyor. Bu sürede çekirdeksel kuvvetlerin etkisiyle iki Nötron ile iki Proton birleşip ilk atom çekirdeği olan Helyum çekirdeğini oluşturuyor.Bu ilk dakikalardan sonra evren artık bayağı soğumuştur. Bunun sonucu çekirdeksel kuvvetlerin etkinliği bitiyor. Evrenin o sıradaki bileşimi %75 Hidrojen, %25 Helyum çekirdeğinden oluşuyor. Artık 300.000 yıl boyunca hiçbir şey olmayacak.Bu süre sonunda sıcaklık 3.000 derecenin altına düşünce, elektromanyetik kuvvet sahneye çıkacaktır. Elektronları mevcut çekirdeklerin çevresinde yörüngeye sokarak ilk Hidrojen ve Helyum atomlarını yaratıyor. Böylece serbest elektronların ortadan çekilmeye başlaması evreni saydamlaştırıyor. Işık tanecikleri olan fotonlar artık kozmozdaki madde tarafından etkilenmez oluyor, uzayda serbestçe dolaşıp yavaş yavaş bozularak enerjiye dönüşüyorlar. Bu fotonlar bugün hala yaşlanıp bozulmuş olarak uzaydalar ve bunlara fosil ışınımı diyoruz. Halen uzayda her santimetre küpte 403 foton bulunuyor. Bundan sonra evrim ikinci kez mola veriyor. Yeniden harekete geçmesi için yüz milyon yıl beklemesi gerekecektir.
Bu süre sonunda kütlelerin çekim kuvvetleri etkisi devreye giriyor. O zamana kadar homojen olan maddede pıhtılar oluşmaya başlıyor. Elektronlar çekirdekler etrafında yakalanmış olduğundan ortam saydam ve büyük ölçekli yapıların kurulmasına serbesttir. Daha önceleri, maddenin her yoğunlaşma girişimi, fotonların elektronlara yaptığı etki yüzünden sonuçsuz kalıyordu. Şimdi artık madde galaksiler halinde yoğunlaşmayı başaracaktır.Bu döneme kozmolojinin karanlık çağları deniyor, çünkü neler olduğunu iyi bilemiyoruz. COBE uydusundan alınan gözlemler, o sırada maddenin her noktasının aynı yoğunluk ve sıcaklıkta olmadığını, ortalamanın hafifçe üstünde olan bölgelerin o zaman, galaksiler için tohum rolü oynadığını göstermektedir. Bunların uyguladığı çekim kuvveti çevredeki maddenin yavaş yavaş oralara yığılmasına neden oldu. Çığ etkisiyle kütlesi büyüyerek bugün gözlemlediğimiz uzaydaki galaksilerin oluşmasına kadar sürdü.
Bizim Güneş sistemimiz, Samanyolu diye bildiğimiz bir galakside yer alır. Galaksimiz, Andromeda ve Magellan bulutu dahil, yirmi kadar galaksiden oluşan küçük bir yerel kümenin üyesidir. Bir milyar ışık yılı ölçeğinin üzerinde evren son derece homojendir. Hemen her yeri aynı yoğunlukta madde ile doludur. Evrenin herhangi bir bölgesi, herhangi bir başka bölgesiyle tıpatıp aynıdır. Böylece Büyük Patlamadan 100 milyon yıl sonra evren bugün bildiğimiz yüzünü gösteriyor. Galaksilerin içinde, madde, çekim kuvvetinin etkisiyle yoğunlaşarak yıldızları oluşturuyor. Bu yoğunlaşma ve sıkışma süreci sıcaklığı yükseltiyor. Böylece yıldızlar, yani güneşler, çevrelerinde sürüp gitmekte olan soğumadan yakayı kurtarmış oluyorlar. Isınıyor ve enerji yaymaya başlıyorlar. Başka deyişle yıldızlar parlamaya başlıyor.Evren genleşmeye, galaksiler toplu olarak harekete devam ediyorlar. Bunların birbirlerinden uzaklaşmakta olduklarını gözlüyoruz. Bu hareketi oluşturan başlangıç kuvvetinin nedeni ise henüz bilinmiyor. Bu hareketin ne kadar süreceğinin kesin bir yanıtı yok. Ama ne olursa olsun, genleşmenin en az kırk milyar yıl daha süreceğini biliyoruz.
Dünyamızın oluşumuna geçmeden önce buraya kadar söylenen Büyük Patlama ve sonrası gelişmelerin nasıl olup ta bu kesinlikte ifade edilebildiğini merak edebiliriz. Bu arada, Büyük Patlama ( Big Bang) adının, durgun evren modelinin ateşli savunucusu, ingiliz astrofizikçi Fred Hoyle tarafından, bu kuramı öne sürenlere alay olsun diye verildiğini hatırlayalım. Fakat sonraları bu ad tuttu ve yerleşti. Büyük Patlama, her bilimsel kuram gibi bir dizi gözleme ve bunların sayısal değerlerini hesap yoluyla aynen verebilen Einstein ın genel rölativite matematiksel kuramına dayanıyor.
Aslında biz uzayın sıcaklığını ölçüyoruz. Özellikle uzay sondaları sayesinde bunu büyük bir hassasiyetle yapabiliyoruz. Mutlak ölçekte bu sıcaklık 2,7160 K , yani eksi 270,20 C çıkıyor. Mutlak sıfır ise bilindiği gibi eksi 2730 C . Sıcaklıkla foton sayısı arasında basit bir matematiksel ilişki var. Hesap bize, yukarda belirtilen, 403 ad/cm3 sonucunu veriyor. Hubble teleskopu 12 milyar ışık yılı uzaklıktaki bir galaksinin, içinde yüzdüğü ışınımın sıcaklığını ölçebildi ve 7,60 K bulundu. Bu sayı Büyük Patlama Kuramının öngördüğü değerle tam uyum içinde. Bu galaksinin ışığının bize gelinceye kadar yaptığı yolculukta sıcaklık yaklaşık 2,70 ne düşmüş oluyor. Helyum atomları birer uzay fosilidir.
Helyum atomu topluluklarının evrendeki rölatif değerleri, geçmişte en az 10 milyar derecelik bir sıcaklığa ulaştığını gösteriyor ve bu da kuram ile tam uyum içinde.Ayrıca geceleri gökyüzünün siyah olması da evrenin sürekli evrim halinde olduğuna dolaylı bir kanıt. Bu siyahlık, yıldızların sonsuz geçmişten beri var olmayışından ileri geliyor. 15 milyar yıllık süre, gittikçe açılan evreni ışıkla doldurmaya yeterli değil.Büyük Patlama senaryosunun da bazı zayıflıkları ve karanlık noktaları var. ileride herhalde bazı değişikliklere uğrayacak, fakat özünün korunacağı sanılıyor. Bu öz şöyle ifade edilebilir: Evren durgun ve durağan değil, gittikçe soğuyor ve seyrelip inceliyor. Madde aşamalı olarak yapılaşıyor ve gelişiyor. Kaostan düzene, yalından karmaşığa, az etkiliden çok etkiliye doğru yavaş yavaş bir gelişme, geçiş var..
Bilim dogmatik değildir. Büyük patlamadan önce ne vardı, niye patlama oldu. Bunların yanıtı henüz yok. Bilim, gerçeklerin her zaman bilinenden daha karmaşık olduğunun farkındadır. Bilim sadece görülebilen ve algılanabilen olgularla ilgilenir. Gerisi insan aklının sezgisine, inancına kalmıştır. Onu kendi aklında, gönlünde istediği yere oturtacaktır. Şimdiye kadar ki açıklamalardan ve bundan sonraki bilgilerden de göreceğimiz gibi Evrende her şeyin özü tektir ve aynıdır. Bütün güneş sistemleri, gezegenler ve üzerinde bizim yaşadığımız dünya, bütün canlılar ve bizler aynı bütünün birer parçacıklarıyız. Sadece her canlıda değişik kombinasyonlar var, fakat özümüzde hiç bir önemli farklılık yok..
Dünyanın Oluşumu
Galaksilerin içinde, çekim kuvvetlerinin etkisiyle maddenin yoğunlaşarak yıldızları oluşturduğunu söylemiştik. Böylece yıldızlar, maddenin oluştuğu potalar halindedir. Evren her yerde soğumasını sürdürürken, yıldızın kendi ağırlığı altında sıkışıp büzülmesiyle, onların sıcaklığı önemli ölçüde yükseliyor. Evrenin ilk saniyelerindeki parçacık bileşim süreçleri, yıldızların içinde yeniden işlemeye başlıyor. Yıldızlar sanki birer yerel küçük ;Big Bang gibi davranıyorlar.Sıcaklık yaklaşık 10 milyon dereceye yükselince, çekirdeksel güç yeniden uyanıyor, Hidrojen çekirdekleri birleşip helyum oluşturuyorlar. Bu nükleer reaksiyonlar uzaya ışık biçiminde çok büyük miktarda enerji yayarlar. Yıldız parıldamaya başlar. Sıcaklıkları evrende olduğu gibi gittikçe düşer. Bizim Güneşimizde 4.5 milyar yıldır işte böyle hidrojen yakarak parlayıp duruyor. Yıldızın kütlesi büyükse daha fazla parlar ve yakıtlarını daha erken, örneğin birkaç milyon yılda tüketir. O zaman yıldız tekrar büzülmeye başlar.Büzülme sonucu, sıcaklık artarak 100 milyon dereceyi geçer. Bu kez hidrojen yanmasının sonucu oluşan Helyum, yakıt olarak devreye girer. O zaman bir dizi nükleer reaksiyon, daha önce görülmeyen bazı bileşimlerin ortaya çıkmasını sağlar. Üç helyum atom çekirdeği birleşip karbon çekirdeğini, dört helyum birleşip oksijen çekirdeğini oluştururlar. Böylece, milyonlarca yıl boyunca yıldızın merkezi karbon ve oksijen çekirdekleriyle dolar.
Yıldızın göbeği kendi üzerine çökerken, atmosferi hızla genişleyip kızıla döner. Yıldız kızıl bir dev olur. Göbeğindeki sıcaklık bir milyar dereceyi geçince, daha ağır atom çekirdeklerini, yani demir, çinko, bakır, uranyum, kurşun ve altın gibi metalleri doğurmaya başlar. Doğada varlığını bildiğimiz, periyodik cetveldeki yaklaşık yüz adet element böylece yıldızların içinde üretilirler.Bu süreç çok uzun sürmez, çünkü yıldızın göbeği kendi üzerine çöküp yığılır. Atomların çekirdekleri birbirlerine çarpışıp sıçrarlar. Bu dev bir şok dalgası oluşturur ve sonuçta yıldız infilak eder. işte Süpernova denilen olay budur. Uzayı bizim güneşimizin ışığının bir milyar katı kadar aydınlatan bir şimşek. Bu sırada, yıldızın göbeğinde üretip taşıdığı o elementler, saniyede on binlerce kilometre hızla uzaya saçılırlar. Sanki bir güç bu değerli maddeleri fırından yanmadan önce, tam zamanında çıkarıyormuş gibi.Büyük kütleli yıldızların ölümü böyle olur ve arkalarında, iyice büzülüp sıkışmış, çok yoğun bir yıldızsı kalıntı bırakırlar. Bunlara nötron yıldızı veya kara delik diyoruz. Bizim Güneşimize benzer küçük yıldızların ölümü ise daha sakin ve gürültüsüz olur. içlerinde oluşan bu maddeleri fazla şiddet kullanmadan boşaltıp birer beyaz cüce olurlar.
Saçılan bu atom çekirdekleri uzayda özgürce dolaşır ve galaksiler boyunca dağılmış büyük bulutlara karışırlar.Elektromanyetik kuvvetin etkisiyle, elektronlar çekirdeklerin çevresinde yörüngeye girerek atomları oluştururlar. Atomlar da gittikçe daha ağır moleküller halinde birleşirler. Oksijenle hidrojenin birleşmesinden su meydana gelir. Azotla hidrojen birleşip amonyak oluşturur. Bütün bunlar, daha sonra Dünyamızda canlı organizmaları meydana getirmek üzere birleşecek olan moleküllerdir. Bu uzaya saçılmış madde bulutları, zamanla çekim kuvvetinin etkisiyle sıkışıp, tekrar yeni yıldızların doğmasına neden olur. Bizim galaksimiz Samanyolunda, yılda ortalama üç yeni yıldız oluşmaktadır.Yıldızların etrafında dolaşan bizim dünyamız gibi gezegenlerin nasıl oluştuğunu, şu anda kesin olarak bilemiyoruz. Fakat bu yıldızlar arası tozların bir nüve etrafında önce halka biçiminde bir disk haline gelip, sonrada toplaşıp birbirlerine yapışmasından oluştuğu sanılıyor. Bu toplaşma ile gittikçe büyüyen kaya niteliğinde yapılar kuruyorlar. Daha kütleli olanlar diğerlerini kendine çekiyor. Aralarındaki çarpışmalar büyük miktarda ısı enerjisi üretiyor. Buna radyoaktif atomlardan doğan enerji ekleniyor. Böylece akkor halinde bir ateş topu gibi gezegenler oluşuyor.
Gezegen küçük ise, asteroidler gibi, çabucak soğuyor. Ay ve Merkür, başlangıçta ürettikleri ısıyı birkaç yüz milyon yılda dağıtıp bitirmişlerdir. Dünyamız için daha uzun bir süre gerekmiştir. Bugün bile içinde bir ateş kütlesi var. Jeolojik hareketlere, depremlere ve iklim değişikliklerine neden oluyor.Dünyamızın, ayın ve çok sayıda göktaşının yaşları ölçüldüğünde, bulunan değerler aynı çıkıyor: 4.56 milyar yıl. Samanyolu galaksimiz yaklaşık 8 milyar yaşını doldurduğu sıralarda, Güneş sistemimizin hep birlikte ortaya çıktığı anlaşılıyor.
Aşağıda linkte simülasyon içinde evrenin bizim bildiğimiz kadarı ile mikrokozmostan makrokozmosa, atomaltı parçacıklardan dev galaksilere kadar daha birçok görseli barındıran yazımı özetleyen harika ölçek simülasyonu. Görüntünün altında yer alan kaydırma çubuğunu sağa sola ilerleterek farklı büyüklükleri görsel olarak seyredebilirsiniz. işte Evren.. En küçükten, en büyüğe...
bir insanın nasıl merak etmediğine aklımın ermediği oluşum.
insanın ilgisini çekmemesi çok acayip. dünyaya bu kadar gömülmüşlük, merak duygusunun olmayışı, uzaydaki güzellikleri, korkunçlukları, manzaraları merak etmeden; bir google bile etmeden yaşayıp gitmek. o engin mesafeleri, zamanın ve mesafelerin insan algısının ötesinde olduğu yerleri ve olayları görüp duymadan ölüp gitmek.
"renkler ve zevkle" klişesiyle bile aklanamıyor bu durum.
tasarlanamaz, belirlenemezdir. düzdür. kaotik yapıdadır, determinist değildir. düzensizlik, entropi hakimdir. neyse ki biz varız. bu da bizimkinden başka, düzensizliğe karşı düzenli bölgelerin olma ihtimalinin olduğunun kanıtıdır.
insanlar, hayvanlar, dünyalar, galaksiler, galaksi kümelerini, atomları, elektronları ve daha bilimum şeyi barındıran ancak genellikle uzay ile karıştırılan bütün.
büyük patlamayla ortaya çıkan radyasyon üzerinde, bizim genişleyen evrenimizle çarpışarak dalgalanma şeklinde imzavari kanıt ortaya çıkardığı varsayılan evrenlerdir. bizim fizik ve doğa kanunlarımızın değil, hayal edemeyeceğimiz her biri kendine özgü varlık türü ve kurallar içerdiği öngörülen evrenlerdir.
not: çoklu evrenler adıyla başlık açamadım. kusuruma bakmayın, çünkü çaylağım.
bir beyin fırtınası yapalım, bu olguya evren diye bilmemiz için bir süreç üzerinde olması gerekiyor, yani evren(uzay) neyin içinde büyüyor diye soralım kendimize. cevabı bana göre zaman olur çünkü bir süreç geçiyor ve bu bu süreç içinde olan her şey evrenin kesinlik durumu dedirtiyor bize.
ama bir açı ile bakarsak düşüncelerimizin de bu mantıkla hayat bulması gerekiyor, yani soyut bir tabaka var bu tabakanın adı zaman her şey bunun üzerinde gerçekleşiyor ve kesinlik bir olgu kazanıyor.
bu durum aslında birden fazla teorinin karışması gibi.
sicim
izafiyet zanımca hepsi var...
lan bilen kişi bile çok az burayı. ankara nın neresinde desen onu da bilmez pek çok kişi/ankaralı. ama ankara ilçesi.
kim yaşıyo la burda, kimler var, kaç saat ordan burası, orda yaşayanlar kızılay a ne sıklıkla geliyor, ulus onlar için ne ifade ediyor, behzat a hemşerimiz diyolar mı ...
Çok istediğiniz bir şeyi istemekten vazgeçtiğinizde ansızın önünüze atar. evren tuhaftır... anlamaya çalışmak zordur. evren çaba görmek ister... yaşam enerjisi ile ödüllendirilmek ister... pozitif enerjiyi yanıtsız bırakmaz. tamam belki biraz uzun sürüyor olabilir... tamam belki farklı bir çalışma prensibi var. yanıt er ya da geç gelir...
bilimsel bir açıklaması mutlaka olmalı. yaradılışçılar "o ol dedi oldu" mantığına inanıp ateistlere bok atmamalı. zira yaradan evreni en ince detayına kadar yaratıldığını bize anlatmıyosa zaten varlığını ispatlamamış sayılır.
din akla ve bilime dayalıdır.
az önce elemanın teki yazmış.. "ateistlere soruyoruz big bangten önce ne vardı sanki yeaa" falan diye bi soru sormuş. onlara niye soruyosun, kendin araştır. mutlaka bi açıklaması vardır. eğer ki bi açıklaması yoksa sen zaten hiç bi dine inanma.
her şeyin bi bilimsel açıklaması olmalı. tanrı parçacığının bile. çünkü "tesadüfen" kelimesi ateistleri haklı çıkartır. yaradılışçıları değil.
belirli bir başlangıç noktası olmayan, tabiri caizse şu anki konumuyla her yeri merkez sayılan ve artık bilinmez olmaktan çıkıp sırlarına vakıf olabildiğimiz boşluk-madde-enerji topluluğudur.
"Dünyanın Kainat'taki biricik meskun yer olduğunu farz etmek bile düpedüz cehalettir. Yetkili kişileri - uçan daireler yoktur iddiasına sürükleyen tabii bir korku veya beşeri bir kibir ve azamettir..."
+şu direk var ya, sana girsin!
-onun fabrikası da sana girsin!
+fabrikasının şehri de sana girsin!
-tüm türkiye de sana girsin!
+dünya da sana girsin!
-evren de sana girsin!*
otostopçunun galaksi rehberi'nde çok esprili bir şekilde tasvir edilendir.
"parası olanların evren'in doğuşunu izlediği restoran her daim evren'in yok olduğu anı izleyenlerin gittiği restorandan daha kalabalıktır. ve bunun nedeni çoğu otorite, garsonların ilk restoranda daha az bahşiş almasından kaynaklandığını belirtir". *