avrupa konseyi parlamentosunun girişinde yeni bir sergi açıldı. 21inci yüzyılın en önemli kişilikleri arasında leonardo da vinci ve gandinin yanı sıra bir de türk büyüğü var. haberde geçen türk büyüğü evliya çelebi. http://galeri.haberturk.com/galeri/index/402672/1/12#galeri
Artık Dışişleri, Kültür Bakanlıkları, türk tanıtma fonları biraraya gelip harekete geçmek zorunda.. yerel yönetimler, üniversite ve kültür insanları da katkı sağlamalı.
Dünya gezgini, insanoğlunun dostu, riyâsız Evliya.* Medrese öğrenimini istanbul´da tamamlayan Evliya Çelebi, müzik ve yazı dersleri almış, hafız olmuş, şairliğe özenmiş ve birçok el sanatlarında hüner kazanmıştı. Arapça, Farsça ve Rumca bilirdi.
Sesi de güzel olan Evliya Çelebi, 1630´da, bir Kadir Gecesi, Ayasofya Camii´nde mukabele okurken, Sultan IV. Murat´ın, dikkatini çekmişti. Maiyetiyle camiye gelen Sultan, sesine hayran kaldığı bu genci sormuş, hakkında bilgi almıştı. Silâhtar Melek Ahmet Paşa´nın da aracılığıyla musahip olarak sarayda hizmete alınmasına irade buyrulmuştur.O günden sonra dört yıl süreyle sarayda padişah musahibi olarak kalmış, sonunda sipahiler zümresine katılarak, 1640 yılında meşhur seyahatlerine başlamıştı.
Evliya Çelebi, kendi anlattığına göre, daha 19 yaşındayken, istanbul civarında, yürüyerek dolaşmadık yer bırakmamıştır. Gezip gördüklerini, o tatlı sohbetinde anlatırken, oturup bunları yazmak aklına gelmiş ve o günden sonra bütün hâtıralarını kaleme almaya başlamıştır. işte, ünlü Seyahatname'si böylece doğmuştur.
Artık, Evliya Çelebi için bütün kapılar açılmıştır. Askerî seferler, resmî görevler, elçilikler onun için tam bir fırsattır.
Evliya Çelebi 70 yılı aşkın bir hayat yaşamış ve bu ömrünün 50 yılını seyahatlerde geçirmiştir. Üç yüz yıl önceki Osmanlı imparatorluğunun hemen bütün şehirlerini ve kasabalarını gezen Çelebi´nin, yabancı ülkelere de bol bol seyahat ettiği, ünlü Seyahatname'sinden öğrenilmektedir.
Gittiği başlıca yerler şunlardır: Anadolu, Rumeli, Suriye, Irak, Mısır, Girit, Hicaz, Macaristan, Transilvanya, Moldavya Potonya, Avusturya-Almanya, Hollanda, Bosna-Hersek, Dalmaçya, Güney Rusya, Kırım, Kafkasya ve iran.
Dolaştığı yerlerin âdetlerini, yaşayışlarını, çarışı pazar bütün binalarını, ünlü kişilerini, tarihçelerini ve lisanlarını kendine has, samimî üslubuyla ve pek meraklı bir biçimde incelemiş olan Evliya Çelebi´nin zaman zaman hurafe, efsane ve mübalâğalara da geniş bir şekilde yer verdiği görülür. Zaten bunlar, onun eşsiz eserine bambaşka bir renk katmıştır.
Evliya Çelebi Seyahatnâmesi, bu üslûp üzerine köy, kasaba, şehir devam eder, bazen at üstünde, bazen gemiyle, ülkeler aşılır. Bir macera romanı gibi, okuyucuyu sürükler. XVII. yüzyıl tüm yaşantısıyla Evliya Çelebi´nin ekranında görünür.
Bu büyük eser, başka milletlerin de dikkatini çekmiş, üzerinde birçok incelemeler yapılmış, 10 dan fazla yabancı dile çevrilmiştir.
onunla aynı günde doğmaktan mutlu olduğum türk seyyah. evvelden beri soranlara "evliya çelebi ile aynı günde doğmuşuz." derdim. çelebi kadar olmasa da gezmeye çalışıyorum. adam 400 yaşında, dört kere açıp okuduk mu yazdıklarını, yoo.
bir rivayete göre rüyasında hz. muhammed'i görmüş ve "şefaat ya resulullah" diyeceğine "seyahat ya resulullah" demiş ve bu rüyadan sonra gezmeye başlamıştır.
ha rivayettir. ne kadar doğrudur bilinmez ancak hoş bir anlatı kanımca.
dünyanın gelmiş geçmiş en büyük seyyah ı gezgini kabul edilir. ayrıntı manyağıdır gittği yerlerin yemeğini küfürünün bitkilerini hayvanlarını mimarısı tarih o bu şu herşeyle ilgili bilgi verir. 51 yıl gezmiştir. latince rumca arapça farsça türkçe iyi derecede bilir. 10 bin sayfalık eser yapmıiştır. 10 ciltlik seyahatname. sakallı fln değildir köseymiş kendi yazar. sikinden bi kaza sonucu sorunu olmuş evlenmemiş mısırda tedavi olmuş sonra sikinde ama yine evlenmemiş. artık günümüzde eskisi gibi evliya ya atar lafı çürütülmüştür. son belgelerle. viyana ya diplomat olarak gitmiştir. savaş muhabirliğinin ilk örneğidir. yabancılar bile artık evliya ya hayrandırlar. müthiş bir filologtur ilk filologtur.
unesco tarafından 2011 yılı evliya çelebi yılı ilan edilmiştir. rüyasında peygamberimiz (s. a. v. ) i görüp şefaat ya resulallah diyecekken yanlışlıkla seyahat ya resulallah demiştir. bu yüzden hayatı boyunca gezmiştir. bir rivayete göre.
mısır'da öldükten sonra eserleri istanbul'a getirilen ve bir kaç kütüphanenin tozlu raflarında unutulduktan ikiyüz yıl sonra varlığından haberdar olunan büyük osmanlı gezginidir. evliya çelebi'nin seyahatname adlı eserinin ilk farkına varan tarihçi hammer oldu. daha sonra yayıncı ahmet cevdet bey tarafından 6 cilt eksik de olsa, 1898 yılında yayınlandı. diğer iki cilt ise, cumhuriyet döneminde, kilisli rıfat bilge'nin çabalarıyla yayınlandı.
evliya çelebi'nin 40 yıl süren gezilerindeki son derece ilginç tahminlerinden birisi, bugün "paratetis" adı verilen ortadan kalkmış eski bir denizin, hazar denizi'nden kırım'a ve macaristan'a kadar bir alanı kapladığını ve karadeniz'in akdeniz ile bağlantısı olmadığını ileri sürmesidir. evliya çelebi, bu konuda özgün çıkarımlar yapmıştr. şöyle der : "hey'et ilmini (astronomiyi) bilen tarihçilerin doğru sözlerine göre, karadeniz büyük nuh tufanı karanlık suyundan kalmış bir denizdir ki, derinliği 80 kulaç büyük çukur bir kara denizdir ki, tufandan önce akdeniz'e karışmaz ! istanbul yakınında hala karadeniz boğazı olan yerde son bulmuş idi. o sırda macaristan'da salanta, dobraçin, keçkement, kinkos ve peşte sahraları ve sirem semendire vadileri, baştan başa karadeniz olup venedik körfezine karıştığı yerler hala bellidir. hatta silistre eyaletinde pravadi kalesi göklere başkaldırmış yüksek bir kaledir. o asırda bu kale deniz kıyısında imiş. hala gemileri bağlamak için demir halkalar vardır, durur ve eski zamanda gemi küpeşteleri ve bodostomaları kayalara dokunmaktan yaraladıkları yerler açık seçiktir. karadeniz'in bir alameti de, kırım'da bahçesaray'a bir merhale yakın bahçesaray menkub kalesi derler mavi bulutlara baş çekmiş yüksek bir kaledir, onda da gemiler için yatacak limanlar ve kayalar üzere gemi bağlamak için büyük sütunlar vardır. kırım adası, heyhat sahrası, kıpçak bozkırı ve bütün sakalibe(slavlar) diyarı, baştan başa karadeniz imiş ki, bir parçası da hazar denizi'ni, yani gilan ve demirkapı denizine katılır imiş. hatta bu hakir islam giray han asrında..tarihinde moskof seferine giderken düşman avlayan tatar askeri ile heyhat sahrasında kertmeli ve biyi ve eşim adlı yurtlarda koşun virip konakladıkta, on kere yüzbin rüzgar hızındaki atlara su vermek için eşmeler kazarken, toprak içinde deniz mahluklarının alametlerini çıkardı. mesela yengeç, kerevit, midye ve istiridye gibi haşeratın kabuklarını çıkardı. ondan anlaşılır ki, heyhat sahrası da karadeniz imiş."
evliya çelebi istanbul ve cebelitarık boğazlarının açılmasını ve eskiden deniz olan sözü edilmiş yerlerin karaya, kara olan bazı yerlerin denize dönüşmesini efsanevi bir açıdan izah eder. seyahatname'sinde, istanbul Boğazı'nı ve Cebelitarık Boğazı'nı iskender-i Zülkarneyn ve onun ordusunda bulunan Hızır Aleyhisselam'ın açtırdıkları anlatılmaktadır. Ayrıca, Üsküdar ile Sarayburnu arasında çok mamur bir şehrin olduğu ve bu şehrin istanbul Boğazı'nın patlamasıyla sular altında kaldığı da aktarılır bilimsel düşüncenin hiçbir zaman kök salamadığı, jeolojinin, kıta tektoniğinin, paleoklimatolojinin bilinmediği bir çağda, bu doğaüstü izah tarzı çağına uygundur.
bir gece rüyasında hz muhammed ( sav) , gördüğü ve şefaat ya resulullah diyeceği yerde, seyahat ya resulullah dediği ve ogünden snra sürekli seyahat ettiği rivayet edilen şakacı şahsiyet.
ünlü seyahatnamesi aslında jumanji'dir. okudukça, içinden filler, aslanlar, böcekler, timsah parçalayan gelincikler, yavuz selim'i anlatan hikayeler fışkırır.
istanbulun fethinide içinde bulunduran eserin sahibi eşine çok az rastlanan bir gezgin.
evliya çelebinin seyahatnamesinde istanbulun fethi ile ilgili şöyle bir bölümde mevcut,
Sarayburnu tarafından baştan aşağı silâh ve savaş aletleri ile donatılmış on parça patrona ve kalyonun haçlı yelkenlerini
açarak geldikleri görüldü. Meğer istanbul Kralı Kostantin, Fransa Kralının kızı ile nişanlı imiş. Fransa Kralı da kızının
geleceği için bir donanma hazırlamış. Altü yüz parça gemi ile Arabistan kıyılarını yağma ettirmiş. O yıl Akka, Sayda, Beyrut, Şairi, Trablus, Gazze ve Remle'ye varıncaya kadar, bütün bu yerleri zapt etmişti. Sonra bütün bu mal ve esirlere karşılık, Kostantin'e bağlılığını göstermek için, kızını ve çeşitli mallarla doldurduğu on parça kalyon ve on parça kadırgayı istanbul'a göndermişti. Bu gemiler Akdeniz boğazına geldiklerinde, buralara Türklerin kaleler yapmış olduğunu gördüler.
Kâfirler hemen hile yapıp, tüylü giysilerini değiştirdiler. Sert bir lodos rüzgârı eserken, beş parça boş gemiyi ileri sürdüler. Boğazın iM yarandaki kalelerden yapılan top atişlarıyla, bu boş gemiler batirıldı. Bunların ardından yirmi parça silâhlı gemi hemen boğazdan içeri girdi. Kalelerden tekrar top doldurulup ateşe hazır duruma
getirilinceye kadar iki saat geçmişti. Bu süre içinde de gemiler yirmi mil kadar yol almışlardı. Bu gemiler Sarayburnu
önlerinde demirlediler. Gemilerden gelen davul ve çalgı sesleri göklere yükseliyordu. Beri taraftan hemen, Okmeydanı'ndan iki yüz parça irili ufaklı Osmanlı gemisi harekete geçip bu gemileri sardı. Kâfirler "Bunlar bizi karşılamaya geldiler, yardıma kavuştuk!" diyerek durumlarını hiç bozmadılar. Ama bir de gördüler gelenler "Allah Allah" diye bağırarak gemilerindeki kâfirleri yakalayıp bağlamaya başlıyorlar, mal ve eşyaları yağma ediyorlar. O zaman durumu anlayıp,"Ne yaparsınız, ne söylersiniz?" dediler. Müslümanlar da "Paralamazız, bütün alırız." diye cevap verdiler. Kâfirler, gelenlerin Türk askeri olduğunu anladılar. Osmanlı askerleri yabancıların gemilerine bir taun hastalığı gibi girmişlerdi. Kâfirlerin silâha el atacak halleri kalmamıştı. Limana girdiklerinde şenlik yapmak için bütün top ve tüfeklerini atmışlardı. Çaresiz kaldıklarında "Zançe Türko" diyerek hepsi yakalandılar.
Kaledeki kâfirler bu durumu gördüklerinde, "Yardıma gelenler
de bu yüzden öldü." deyip saç ve sakallarınıı yolarak Sarayburnu'nda, Kurşunlu Mahzende ve Kız Kulesindeki toplarını
ateşlediler. Ama karadan Umanın iç tarafına inmiş olan gemilere
ne fayda! Kâfirler ise boğazlardan gelen gemiler için bu boğazlan toplarla donatmışlardı. Kâfirlerin gözleri önünde on kalyonu ve direklerindeki haçlı bayraklarını alaşağı eden Müslümanlar, bu gemileri yedeklerine alarak, "Allah Allah" sesleri ile gene onların gözleri önünde Galata ve Haliç üzerinden geçirerek Tersane bahçesi önünde demirlediler. Bu arada birkaç kez top ve tüfek atışı ile kâfirlerin ödlerini patlattılar. Müslümanlar ise taze kuvvet bulmuş oldular.
Serdengeçtiler hemen gemilerden çıkıp, Tersane bahçesinde bulunan Fatih ve Ak Şemseddin'e müjdeye koştular. O an Ak
Şemseddin hazretleri şöyle söyledi:
- Sultanım, Beyim! Siz Manisa'da şehzade iken, Mısır Handelerinden Akka, Sayda ve Beyrut kalelerini düşmanların ele geçirdiklerini haber aldığınızda, "Bu kadar Müslüman, çocuk ve kadın esir oldu." diye ağlamıştinız. Ben de "Beyim! istanbul'u fethedeceğiniz gün, yağma edilen Akka'dan gelmiş akide ve pişmiş helva yersiniz." diyerek sizi teselli etmiş ve istanbul'un fethim müjdelemiştim. Yine o günlerde "Savaş yap, Müslüman gazilere kadı ol, her şeye kanaat edip razı ol." demiştim. işte o pişmiş helvanın meyvesi geldi göründü. inşallah ellinci günde kalenin de fethi gerçekleşecektir.
Müslüman gaziler gemilerde ganimet mallan olan, üç bin kese Takyanus florisini, bin külçe halis altını, bin kese beyaz gümüşü, yirmi gemideki sekiz bin esiri, yirmi kaptan ve bol miktarda savaş aletini bir deftere kayıt ettiler. Daha sonra ise Allah emaneti olarak Sultan Mehmet'e verdiler ve sonra yine savaşa başladılar. Fatih Sultan Mehmet de, bu ganimet mallarını Ak Şemseddin'e teslim ederek, şehrin teslim alınması için çalışmalara koyuldu.
Nihayet ellinci gün oldu. Kale içinden kıyamet kopuyormuşçasına feryat figan sesleri geliyordu. Bütün herkes kıymetli eşyalanyla burç ve surlar üzerine çıkıp beyaz bayraklar dikti ve
şöyle dedi: "El aman ey Osmanoğulları'nın en seçkini!"
Bu biçimde kaleyi şartlı olarak teslim etmeyi kabul ettiler. Şehir halkı bir gün müddet istedi, her biri deniz ve kara yolu ile
bir tarafa gitti. Kaleyi aman ile verdiler. Deniz gibi islâm askeri "Allah Allah" diyerek istanbul şehrinin üç tarafından yürüyüşe geçip ganimet malı almaya başlayınca, Koca Ebu'l Feth, kavuğu
ve ayağında mavi çizmeleri ile kısrağara binip elindeki Muhammed kılıcını kaldırarak şöyle dedi:
- Gaziler, Allah'a şükür Kostantiniyye'nin fatihi oldunuz.
Sonra silâhlı yetmiş-seksen bin askerle Kostantin sarayına vardı. Burayı ele geçireceği sırada, sarayda binlerce askerin toplanmış olduğunu gördü. Büyük bir çarpışma oldu. Sonra saray ele geçirildi. Çarpışma sırasında kral öldürülmüştü. Cesedini diğer Rumlar Sulu Manasür'da lahde koydular. Krahlın sarayında o kadar mal ve hazine ele geçirildi ki, hesabını Allah bilir. Dokuzuncu defa olarak istanbul'u geliştiren Kral Kostantin idi. Sonunda Osmanoğullarına veren de yine tekfur Kostantin oldu. Fatih, iki rekât şükür namazı kılmak için Ayasofya kilisesine girmek istedi. Ama Ayasofya'nın dört tarafinda oturan rahipler kiliseye kapanmış; damlardan, pencerelerden ve kulelerden islâm askerlerinin üzerine kızgın yağ ve katran yağdırmaktaydılar.
Fatih, hemen, Ayasofya'nın çevresini sardırdı. Üç gün üç gece çarpışıldıktan sonra, elli üçüncü günde Ayasofya, Müslüman Türkler tarafından ele geçirildi. Önce Sultan Mehmet, Ayasofya'nın içine girdi. En önde Hazreti Peygamber'in sancağı vardı, mihraba dikti. Ezan okundu. Fatih hazretleri, bir ok çekerek,
"Alametim olsun" diyerek Ayasofya'nın kubbesinin tam ortasına attı. Bu okun yeri halen görülmektedir.
Gezi yazısı seyahatname'nin yazarı. Sade dil kullanır. Eserlerinde abartı ve mizahi dil de kullanmıştır. Eserleri edebiyat, tarih, coğrafya ve sosyoloji kaynağı niteliğinde.
IV. Murat'ın nedimliği yapmış sarayda. Başından geçen bir olayı anlatıyor, diyor ki :
Bir gün harem hamamından dışarı Hasoda'ya terleyip çıktığında herkese selam verip :
"Şimdi bir hamam faslı eyledim" dedikte herkes,
"Sıhhat ve afiyet" dediler. Hakir, "Hünkarım pal olup nur olmuşsunuz. bu gün artık yağlanıp güreş etmeyin, zira içeri haremde salavatsız güreşip damarınız kırılıp kuvvetiniz kalmamıştır. Hattat gibi, Melek gibi hasmın vardır" dedim.
"Ya kuvvetim kalmamış mıdır, gör imdi" deyip bu Hakiri hemen kemerimden bir kartal gibi kapıp, doğancılar pefteresi ve bebe fırlağı gibi bu zayıfı başı üzerinde fır fır çevirip döndürürken Hakir " Bre Hünkar'ım bu duacın sakın yenme ve koyuverip düşürme" dediğimden hemen, "Kendini pek tut" dedi
"Be-medet hünkar, hemen Allah tuta yoksa iş işten geçti" diye feryat ede gördüm. Yine Hakiri gürz gibi çevirip, "Bre Hünkar'ım dönmeden gönlüm bulandı, kusacağım geldi, edepte sinime sıçarsın, bre padişahım başın için o da geldi" deyince gülmekten güçsüz kaldı ve bu şakadan hoşlanıp Hakir'e kırk sekiz altın verdi.