bu anımı sizlere bu liriklerimle tasvir etmek istedim.
merhaba,
ben pembe tolga
huzura bulaşmış dingiliğimin en köhne halveti, ilanihaye ömürlerin en ketum sıcaklığı...
ne de güzel şeydir şu yaz mevsimi. dayin sonbaharların arifesinde bize sunulmuş en kutsal lütuftur belki de.
ve nihayet, geç de olsa sıcak bir yaz gününe "merhaba" diyebilmiştim. yazın habercisi olan, bedenimden süzülen her ter damlacığının fotoğrafını çekmekten kendimi alamıyordum. her şey yazın geldiğini işaret ediyordu. fakir düğünlerinde duyulan tahribatı düşük silah sesleri, zavallı sivrisinekleri soykırımı aratmaz bir şekilde bertaraf eden sinek ilaçlarının vicdansızlık kokusu, sıcakların artışıyla nihayet kendini gösteren yaşlı kadın ölümleri...
her şeyiyle yaz mevsimi artık kendisini göstermeye başlamıştı.
her yaz olduğu gibi, robotum gri tlg ile yazlığımıza hicret ediyorduk.
yazlığımıza doğru yolculuğumuzu gerçekleştirirken, pembeye çalan kırmızı renkli spor arabamla da otoyol gişelerine bahşişler bırakıp kahkahalar saçıyordum. yolculuğum da beklediğim gibi pembe geçiyordu. hadi yaşamalarına izin verildi; hangi akla hizmet trafiğe çıkmalarına göz yumulan, son derece kadınsı dişiler tarafından kontrol edilen otomobilleri öfkeyle sıkıştırıp bariyerlere dokunduruyordum. yolun karşısına geçmeye çalışan yardıma muhtaç kaplumbağaları korumak maksatıyla; derhal mühendislerime talimatlar verip portatif üst geçitler tasarlatıyordum. yolda ne kadar radar görürsem, aceleyle karşı şeritte ilerleyen hemcinslerimi eşsiz selektör manevralarımla uyararak vicdani sirkülasyonlarımı tam olarak giderebiliyordum. kavşaklarda bekleyen cam silici çocuklara 500'er tl vererek, yaya geçidinde yayalara yol veren duyarlı sürücüleri taş yağmuruna tutturuyordum.
tanrım, bu ne harika bir yolculuk böyle...
uğruna saatlerdir yollarda iştirak ettiğim yazlığıma yaklaşık 150 kilometre kaldığında artık yorulduğumu hissetmeye başlamıştım.
tam da bu sırada, arka koltukta playstation oynayan robotum gri tlg'ye yorgun bir sesle seslendim:
- gri ben çok yoruldum bebeleytom. biraz sen sürsen olur mu? söz, yazlıkta dilediğini yapmakta özgürsün.
+ elbette tolga bey. bu arada hatırlatmakta fayda var: hava sıcaklığı 43°c, otomobilin yol tutuşundaki esnekliği ve saatte katettiğimiz kilometreyi göz önüne bulundurarak hesaplamamız gerekirse; tahmini varış süremiz, 1 saat ve 14 dakikadır. çevre yolunda yol çalışması olduğunu da göz önünde bulundurmamız gerekirse ve de çeşitli yol olumsuzluklarına karş..
- lütfen gri... çok yoruldum gerçekten.
+ pekala tolga bey, sizden yalnızca beş dakika izin isteyeceğim. izin verirseniz şu bölümü de bitireyim.
- keyfine bak mekanik dostum... ben kestiriyorum biraz, anahtar kontağın üzerinde.
bu nuktedan sohbetimizin ardından çoktan uyuyakalmıştım bile...
tahminimce kırk dakika civarı da uyumaya devam etmiştim. ta ki uykumun en tatlı evresinde duyulan kahkaha seslerine dek.
gözlerimi araladığımda hala otomobilin içinde olduğumu fark etmiştim. irkilerek, çok uzaktan gelmediğine emin olduğum kahkahaların sahibini aramaya koyuldum. hava neredeyse kararmıştı.
desibelini gittikçe yükselten kahkahalar git gide endişelenmeme sebep oluyordu. başımı doğrulttuğumda otomobilin hala çalışır vaziyette beklediğini gördüm. artık endişelerim yerini korkuya bırakmıştı. gri tlg de ortalıklarda görünmüyordu.
tanrım yoksa birisi onu çaldı mı... bu acıyı kaldıramazdım.
göz yaşlarıyla, endişe dolu naralarla otomobilden fırlayıp koşuşturmaya başladım. nereye baksam gri tlg'yi bulamıyordum.
yavrusunu kaybetmiş bir köpekbalığı gibi çılgına dönmüştüm.
tam da bu sırada, hemen ilerideki ekip otosunu görmüştüm. biliyorum; bana güleceklerdi. ama başka çarem yoktu...
gidip memur beylere robotumu görüp görmediklerini soracaktım. belki deli olduğumu düşüneceklerdi, belki beni tutuklamak isteyeceklerdi ama;
soracaktım işte...
ekip otosuna vardığımda, az önce uyanmama vesile olan kahkahaların sahiplerini de öğrenmiş olmuştum.
tahminen 3-4 polis kendi aralarında muhteris espriler neticesinde eğleniyorlardı. sohbetlerini bölerek, ama daha çok utanarak seslendim:
- merhaba, ben pembe tolga. biliyorum inanmayacaksınız ama; ben robotumu kayb...
ekip otosunun sağ ön kapısı açıldı ve:
+ günaydın tolga bey. sıcaktan rahatsız olmamanız için klimayı açık bırakmıştım. umarım ki dinlenebilmişsinizdir. hava sıcaklığ..
tanrım...
bu robotum gri tlg'nin ta kendisiydi. neden ekip otosunda olduğunu sorgulamaya bile fırsatım olmadan krom gövdesine bir hışımla sarılıp ağlamaya başladım. bir an onu yitirdiğimi düşünmek bile ruhumda faheka misali yaralar açmıştı.
ona bir yandan sarılıyor, diğer yandan da kızıyordum. ne işi vardı ekip otosunda, neden polis kıyafetleri giymişti, bu polisler neden gülüyordu böyle?..
sahi, gri tlg'nin üzerinde bir polis üniforması vardı. burada neler oluyordu böyle. aklım karmakarışık olmuştu.
şaşkın bakışlarımı sezen bir polis memuru arabadan inip, bana elini uzatarak seslendi:
- tolga bey hoşgeldiniz. gri tlg sizden bahsetmişti. az önce aracınız radarımıza yakalandı. şoför koltuğunda bir robot oturduğunu görünce, önce bunun bir kamera şakası olduğunu sandık. ama gri tlg bize her şeyi özenle anlattı. sizi tebrik ediyorum tolga bey; filinta gibi bir robot yetiştirmişsiniz. bizi gülmekten öldürdü kerata. polis üniformasıyla robot dansı yapışı bir harika. merak etmeyin radar cezanızı da yazmıyorum. allah iyiliğinizi versin gerçekten. akşam akşam iyi güldürdü bizi. endişelenmenize gerek yok tolga bey, kimse bilmeyecek bu sırrı. ama izin verirseniz gri'le bir hatıra fotoğrafımızı çekseniz?..
onlarca yıllık mekanik dostum ilk kez ifşa olmuştu.
şaşkınlıktan konuşamamıştım bile. diledikleri gibi fotoğraflarını çektim. gri tlg'nin, polislere arkadan elleriyle kulak yapması bir kez daha kahkaha atmalarına yetmişti. koşar adımlarla polislerden uzaklaşırken, arkamızdan da haykırıyorlardı: " yine gel grii, bekleriz her zaman ahaha..."
otomobilimize atladığımızda gri tlg'yi azarladım. neden böyle bir şey yapmıştı. oysaki tanımadığı adamlarla sohbet etmesini onlarca kez yasaklamıştım. akabinde yanıtladı: şoför koltuğunda bir robotun oturduğunu görünce terör saldırısı girişimi olduğunu düşünüp tüm ekiplere anons geçeceklerini, gri tlg'nin bunu sezerek olası bir rezaleti engellemek amacıyla polislerle zoraki bir iletişime girdiğini ve de o'nları eğlendirerek gönüllerini fethettiğini söyledi.
aslında çok iyi düşünmüştü... derhal yüzüne 1.000 tl çarpıp metal alaşımlı yanaklarına bir öpücük kondurdum.
ve nihayet yazlığımıza da ulaşmıştık.
aylardır görmediğim aşk tüccarlarım da yazlığın kapısında bizi bekliyordu. geç kalışımızı eleştirir bakışlarla tavır yapıyorlardı.
bu fahir tavırları beni tahrik etmişti. her ne kadar tahrik olsam da, ceza olarak o'nları becermeme kararı almıştım. ama yine de yüzlerine 1.500'er tl çarpmayı da ihmal etmedim. o'nları önemsemiyormuş gibi yaparak, evin anahtarını üzerilerine fırlattım. yazlığın kapısından ilk olarak en genç yaşta olan aşk tüccarım giriş yaptı. o içeriye girerken, ben de götüne bakıyordum:
poposunun sağ ve sol lobları bizzat kendisi tarafından ayrılmaya müsait, omurlarından aşağıya sarkan zebra pipisi motifli dövmesiyle tenine görsel bir renk katan, ensesindeki gam yüklü güneş yanıkları tarih kitaplarından fırlarmışçasına padişahların hayalarına bedel, poposunun hemen ortasındaki sevgi yolu adeta yarım kalmış bir ağıdın en hüzünlü dizlerini andıran duru bir hüzne sahip, oldukça toy bir tüccardı.
içeriye adımını atmasıyla geri çıkması bir oldu.
yüzündeki o tarifsiz korkuyu bir nebze olsun dindirebilmek adına, içimden kulak memesini kerpetenle koparıp atmak geçmişti.
kısa süreli şokunun ardından nihayet konuşabilmişti:
- içe... içeride birisi var!
şaşırmıştım...
kapıdan içeriye başımı uzattığımda aşk tüccarımın haklı olduğuna vakıf olmuştum. derin bir kahkaha atıp içeriye girdim.
salonun hemen ortasında, götünden kancayla yakalanmış kar maskeli bir adam sallanıyordu. muhtemelen üç gündür ağzına bir damla su girmemişti. aşk tüccarlarım ve robotum gri tlg de benim ardımdan endişeyle içeriye girdiler. poposundan tavana asılmış bu adamın kim olduğunu herkes merak ediyordu. meraklarını derhal giderebilmek için söze girdim:
- bu bir hırsız bebikocanlarım. geçen ay mühendislerime tasarlattığım "hırsız siker" adlı güvenlik mekanizmasına yakalanmış. hırsız siker; izinsiz girişlerde kendiliğinden devreye giren bir imha ve ibret mekanizması. gördüğünüz gibi (elimle asılı adamın poposunu işaret ederek) önce adamın loblarını ayırmış, daha sonra da kancaya geçirerek ölüme terk etmiş.
aşk tüccarlarım beni ayakta alkışlamaya başladılar. susuzluktan ölmek üzere olan bitkin adama bir tokat atıp kendine getirdim.
ve ardından kahkahalar eşliğinde o adama haykırdım:
- merhaba, ben pembe tolga. evime girerek çok utanç verici bir hataya düşmüşsünüz. korkarım ki size taltif gösteremeyeceğim. fakat Nacizane bir sorum olacaktı; lütfen sorumu mazur görünüz: acemi bir hırsız olduğunuza aşikar efendim. neden bu mesleği edindiniz?
+ eşim... eşim hasta beyim. ameliyat olması lazım. çamaşırhanem vardı, geçen yıl iflas ettim.
derhal adamın kulak arkasındaki kirlere baktım. gerçekten de haklı görünüyordu. çenesinin altındaki özensiz kesilmiş sakallara göre de kesinlikle iki çocuk babasıydı.
samimiyetine karşılık olarak ağzına kaynar su dökerek susuzluğunu gidermesine göz yumdum.
bu yufka yürekliliğimin akabinde biraz kendisine gelmiş olacak ki; merhamet istekleriyle yeniden kahkahalar atmama vesile oldu.
hemen ardından kulağına fısıldadım:
- korkarım ki sizi becermekten başka seçeneğim yok. tahakkum edilmeye müsamaha göstereceğinizden hiç şüphem yok.
adam yarım kalan son gücüyle ağlamaya başlamıştı.
yanımda getirdiğim alet çantasından bir adet döner bıçağı çıkarıp adamın kancaya geçmiş olan poposunu kesmeye başladım.
içimden ızgara yapmak gelse de üşeniyordum. hemen ardından poposunun sağlam kalan lobuna kırmızı bir kurdele bağlayıp fotoğrafını çektim. yine alet çantamdan çıkardığım kabloları derisinin altında kalacak şekilde göğüs uçlarına paralel bir açıyla poposuna kadar çektim. gövdesindeki boşta kalan kablo uçlarına iki adet rezistans yerleştirip kürek kemiğine sabitledim. bu sırada aşk tüccarlarımın meraklı bakışları da gözlerimden kaçmıyordu. derisinin altından kablolar geçen hırsız adam feryat etmeye devam ediyordu. rezistansların doğru şekilde yerleştirildiğine emin olduktan sonra, mpt'nin (minik pembe tolga'nın) etrafını bakır tellerle bir güzel doladım. yedek bir kablo daha çıkarıp, faz ucunu bakır tellerle doladığım pipime ekleyip, diğer ucunu da prizdeki toprak ucuna sabitleyip ayağıma plastik terlikler giydim.
meraklı bakışlar yerini endişeye bırakmıştı.
hırsız adamın kürek kemiğindeki rezistansa bağlı olan kablonun, poposundaki boşta kalan uçlarını da özenle götüne soktum.
artık her şey hazır görünüyordu. robotum gri tlg'ye şalteri kaldırması talimatını verdim. endişeyle de olsa isteğimi yerine getirdi.
acıdan kıvranan adam ise başına gelecekleri haykırışlar içinde bekliyordu. kontrol kalemiyle pipimdeki bakır tellerin üzerinde elektrik olup olmadığını aşk tüccarlarım tarafından kontrol edilmesini istedim. zira ayağımdaki plastik terliklerle ölçebilmem mümkün değildi. (plastik terlikler neticesinde devreyi tamamlamıyordum).
elektriğin açık olduğu teyidini alır almaz, bakır tellerle kaplı pembe rüyamı adamın içine empoze ettim. o'nu bir yandan beceriyor, diğer yandan da götünün içindeki ucu açık kabloya pembe rüyamla temas ederek, pipime dolanmış bakır teller vasıtasıyla götündeki kabloya elektriği iletiyor, götünden göğsündeki rezistansa giden kablolarla da rezistansın ısınmasına vesile oluyordum. adamın içine her giriş çıkışımda benden elektrik alıyordu.
göğsünde kızaran rezistans ise, kalbi adavetle dolu bu adamın mahşeri hak eden günahkar kalbini temsil ediyordu.
dakikalar geçtikçe adamın derisinin kokusu odayı kaplamıştı.
kalbinin üzerindeki tüm kasları neredeyse yanmaktan simsiyah olmuştu. tanrım bu ne teatral bir sondu böyle...
bu nasıl bir gafletin cezaya mütemayil hazin şöleni, hangi mahsus şerlerin yadsınamaz emsali?..
beklediğimden de uzun sürmüştü. acıya gebe titreyişleri göz yaşları eriyen bir çiçeğin özünden farksızdı.
ve nihayet ölmüştü bu ölümcül günahın kutsal sahibi,
nihayet sirayet etmişti doyumsuz safreler gecemize.
ölü bedeninin yanık teninde ağlıyordum cennetime.
tanrım, yine oluyordu işte.
durduramıyordum günahı satılmış inci tanelerimi...
hani köpek adamı ısırınca haber değeri yoktur ama adam köpeği ısırırsa haber değeri olur ya, burada da benzer durum geçerli. atasözü tersine dönüyor. yavuz ev sahibi hırsızı bastırıyor. bastırmakla da kalmıyor, bir de hırsıza basıyor.
* söyle paradan başka ne çaldın?
- ahhhh bi de bilezikleri çaldım.
* başka ne çaldın?
- ohşşşş tablo çaldım
* başka?
- ohşşşş gümüşlük
* bu kadar mı?
- ağığğğ kürdan da çaldım
* onu napcan ?
- şşttt durma devam et. sinek öldürücüsü de arakladım.
* asdfkjhg.
- hadi bebeğim, çay kaşığı ve tuzluk da çaldım.
sonuna kadar büyük zevkle okuduğum hikayedir. nasıl bir fantezi anlayışın var bilmiyorum ama, içimden keşke ibne olmak yerine hetroseksüel olsaydın diye geçirmeden edemedim.
türkiyedeki muhteşem adalet yerine hırsıza güzel bir ders vermektir. o anı videoya çekip adamın adını ve facebook profil şifresini öğrenip kendi profilinde yayınlamak ve herkes izleyene kadar kaldırmamak güzel bir intikam yoludur. adam hayatında unutamayacağı bir ders almış olur böylece...
+napıyon sülüman abi
-yatak odasına giren hırsıza vur diyor kanunlar
+yok abi hırsıza vur değil, hırsızı vur olacak
-.... hmm...anlamadım gari çekil önümden
hırsız günün sonunda yorgun argın evine dönünce daha önceden gelip evine saklanmış olan ve hırsız girince tecavüz eden adamdır. hem hırsıza hem haneye tecavüz etmiştir. haydi hırsızın hırsızlık yaptığına kanıt yok ama evine giren hırsıza tecavüz eden adamın suçu sabit hapislerde çürür valla.
yıllar evvel kafa siken kola değdiren bir berberim vardı. ne zaman gitsem bi şeyler anlatırdı.
birgün bi adam bekar evine girmiş, kaçmak üzereyken yakalanmış, bunlar da 6-7 kişi adamı bi güzel sikip videoya çekmişler.
hikayeye bak amk, bi daha gitmedim o berbere, neme lazım...