anlatacak hiçbir şeyi olmayan, sıkıcı, köle hayatı süren bir insacığın günlerini üzerinde geçirdiği doğrusal çizgi. bu insancığın hayatı ya evde ya işte ya da bu ikisi arasında bir yerde son bulacak muhtemelen. en mutlu olduğu yer belki evi olacak, eve varmak için saatleri sayacak, acele edecek yolda belki, kimselere takılmadan evine ulaştıracak ayakları. belki de evde mutlu olmayacak, mutsuz bir duraktan başka mutsuz bir durağa geçecek her gün. geçtiği yollarda kendisine bir arabanın çarptığını hayal edecek ya da mutsuz iki nokta arasında bir sarkaç olmaktan kurtulmanın ruhunu nasıl hafifleteceğini düşünecek, kimbilir belki de evi ile işi arasındaki hiçkimsenin kendisini özlemeyeceğini hatırlayacak.
ev ile iş arasında geçen bir hayat... hiç ölmeyecek bir insanın trajedisini yaşamak, üstelik basit çok basit bir insan olarak.
istanbul'da yaşamanın hiçbir artısı da yok değil bence. Bence istanbul'da ve istanbul dışı bir yerde yaşamanın ayrı özellikleri var. istanbul'da trafik çok oluyor ama daha modern daha imkanlar bol oluyor ve ulaşım elverişli oluyor ve ünlüler de istanbulda yaşıyor. istanbul dışı iller çok sessiz olabiliyor, imkanlar pek gelişmiş ve modern bir yer olmayabiliyor ama insanı dinlendirebiliyor, iyi gelebiliyor ve insan daha rahat olabiliyor.
edit: korona oluyor kısmını çıkardım. :)
üç kuruş para için çalışmak ve sonucunda işverenin seni köle gibi kullanması ve en sonunda da entry girmeye bile fırsatın kalmaması durumu. güzel tarafı ise,felsefik konuları düşünecek zaman kalmıyor....
bir başka versiyonu için : evden okula, okuldan işe, işten eve şeklinde olanı da vardır. artık ne üçgenidir bilinmez ama mekik dokunduğu kesindir. sosyal yaşam sıfırın altında yerlerde sürünür. rutin bir hayattır. arada ulaşımınızı sağladığınız toplu taşıma araçlarında yaşadığınız "action"lar dışında pek bir şey yaşanmaz.