"sosyalist feminizm, belki de çok iyi ifade edilmemiş olan belirli bir düzlemde, uzun zamandır aramızda. kapitalist toplumda bir kadınsınız. canınızdan bezmişsiniz: işten, faturalardan, kocanızdan (ya da eski kocanızdan), çocukların okulundan, ev işlerinden, güzel olmaktan, güzel olmamaktan, bakılmaktan, bakılmamaktan (ve her iki durumda da, kulak verilmemekten) vs. bütün bunlar hakkında ve bunların birbirlerine nasıl uydukları hakkında ve neyin değişmesi gerektiği hakkında düşünecek olursanız ve sonra da tüm bu düşünceleri kısaltma halinde bir arada tutacak bir kelime bulmak üzere etrafınıza bakarsanız, neredeyse "sosyalist feminizm"e vardınız demektir.
...sosyalist feministler "mekanik marksistler" olarak adlandırdıklarımdan çok farklı bir kamptır. bizler, (feminist olmayan birçok, birçok marksist'le birlikte) kapitalizmi toplumsal ve kültürel bir bütünlük olarak görürüz. anlarız ki, kapitalizm, piyasa arayışı içinde, toplumsal varoluşun tüm köşe ve bucaklarına nüfuz etmek zorundadır. özellikle tekelci kapitalizm evresinde, sadece ekonomik bir bakış açısından bile, tüketim alanının her parçası, üretim alanı kadar önemlidir. yani sınıf mücadelesini sadece ücretlerle saatler konusuyla sınırlı ya da sadece işyeri sorunlarıyla sınırlı bir şey olarak anlayamayız. sınıf mücadelesi sınıf çıkarlarının çatıştığı her alanda gerçekleşir ve buna da eğitim, sağlık, sanat, müzik vs. dahildir. bizler sadece üretim araçlarının mülkiyetini dönüştürmek istemiyoruz, toplumsal varoluşun bütününü değiştirmek istiyoruz.
marksistler olarak, feminizme mekanik marksistlerden tamamen farklı bir yerden varıyoruz. tekelci kapitalizmi politik/ekonomik/kültürel bir toplam olarak gördüğümüz için, marksist çerçevemiz içinde üretim ya da politika; ile görünürde hiç alakası olmayan konular, aile, sağlık bakımı ve özel hayatla alakası olan konular için yer var.
üstelik, bizim marksizm türümüzde, bir "kadın sorunu" yok, çünkü biz kadınları asla öncelikle "üstyapıya" ya da başka bir yere kompartımanlaştırmadık. mekanik türden marksistler sürekli olarak ücretsiz kadın (ev kadını) konusu üzerine düşünüyorlar: o gerçekten de işçi sınıfının bir üyesi mi? yani, gerçekten de artı değer üretiyor mu? bizler, ev kadınları elbette işçi sınıfının üyeleridir, diyoruz; sadece gerçekten de artı değer ürettiklerine dair özenle hazırlanmış bazı kanıtlarımız olduğu için değil, sınıfı insanlardan oluşan, ve kapitalist-egemenlikli üretim alanından oldukça ayrıksı bir sosyal varoluş olarak anladığımız için. sınıfı bu biçimde düşündüğümüz zaman, o zaman aslında en çevrede görülen kadınların, ev kadınlarının, sınıflarının tam kalbinde olduklarını görürüz; çocuk bakarken, aileleri bir arada tutarken, topluluğun kültürel ve toplumsal ağlarını devam ettirirken."
--spoiler--
Evde ama bir başka evde bir oda hayal edin...
Her taraf kot pantolon, kot etek, kot çanta, kot bluz, kot ceket. Yine boncuklar, taşlar, iplikler.
Hayal gücümüzü zorlayacak düzeyde, ancak su gibi, ekmek gibi gerçek evlerin gerçek odaları bunlar... Ve kadınlar özellikle büyük şehirler de hiçbir istatistikte yer almayan, varlıkları bilinmeden, tam bir arı kolonisi gibi çalışıyorlar.Kot pantolonların paçalarına taş işlemekten, mandal parçalarını birleştirip mandal yapmaya; tezgahlarda ya da büyük giyim mağazalarının vitrinlerin de ki aksesuarlara kadar bir çok farklı ürünü elleriyle işliyorlar.
Türkiye gibi işsizliğin çok büyük rakamlara ulaştığı, çalışma yaşamının evli ve çocuklu kadınlara göre düzenlenmediği , özellikle büyük şehirler de kadınların neredeyse ev hapsi yaşadığı koşullarda; bazen evde çalışmak bir çok sıkıntıyı ortadan kaldırıyor. Ortadan kalkan en büyük sıkıntı çocukların bakımı ve ulaşım problemleridir.Yoksul bir aile de annenin asgari ücretle işe girmesi, ancak çocukların bakımını üslenecek bir yakının ve iş yerinin eve yürüme mesafesinde olmasıyla mümkündür. Bu nedenler dışında ki nedenler; örneğin kadının eğitimsizliği, kadın cinsiyetine yönelik baskılar nedeniyle evde aile bütçesine katkı sağlayabileceği bir işi yapmak, kadınlar açısından evde çalışmayı daha da uygun hale getirmektedir.
Kadının ev içinde ki görünmeyen emeği, son derece bunaltıcı, sürekli tekrar eden ve kadını tüm gelişmelere dışarı da ki hayata kapatan bir özelliktedir. Üstelik evde yaptığınız işin süresi, molası, tatili yoktur. Bu zeminin üzerine bir de evde yapmak üzere aldığınız bir işi düşünün: iş haftalık bir iş. 500 tane kot çantanın üzerine çiçek işleyeceksiniz renk renk taşlarla. Yanınıza en az beş kişi bulacaksınız, çantanın tanesi 500.000 liradan işi hiç hatasız ve süresinde teslim edeceksiniz. Günde en az 12-13 saat çanta işleyip, çocukları okula gönderip, yemek, alış veriş ve temizlik yapacaksınız. Evde bakıma ihtiyacı olan bebeğinize ya da kayınvalidenize bakacaksınız, her türlü hizmeti artık aile bireyleri dışında, çantaları birlikte işlediğiniz komşulara akrabalara vermeye devam edeceksiniz. Çünkü, işi organize eden sizsiniz!
Sürekli oturarak çanta işleyip, bulduğunuz ilk fırsatta evin içindeki işleri yetiştirmeniz gerektiği için sürekli ayakta ve çok hızlı olacaksınız. Bir süre geçtikten sonra beliniz ve boynunuza ağrılar yerleşmeye başlayacak. Ama zaten fazla sayıda doğum, kötü beslenme, rutubetli bir evde yaşamaktan kaynaklı alışkınsınız bir çok ağrıya. Ve toplumun en savunmasız, en ağır işçilerinden biri olarak, evin dışında ki hayattan tamamen izole olacaksınız. Ancak tüm bunlara rağmen annesiniz, eşsiniz ve eve az da olsa para girecek, çocuğunuzun okulunda eğitime katkı payını, çocuğunuzun harçlığını vereceksiniz içiniz rahatlayarak.
Ve artık bekleyeceksiniz bir daha ne zaman iş getirecek, sizi düşünen, kollayan o tanıdığınız.
--spoiler--