Hayat ilginç.
Gün gelir, iç oğlanlar, padişah olur...
Hırsızlar zengin,
Metresler eş,
Eşekler adam olur.
Odundan kapı, taştan saray olur...
Gün gelir, kezbanlar destan,
Onları destan yapanlar, mestan olur.
Gün gelir, hadsizlik özgüven,
Saygı yalan, sevgi ise dolan olur...
Gün gelir, çivisi çıkar dünyanın.
Konuşamayanlar hatip,
Şifa veremeyenler tabip,
Yazamayanlar katip olur...
Ama yine öyle bir gün gelir ki ...
Verenler alır, gidenler uslanır, dönenler yalvarır...
Merdiveni koşarak çıkanların, gün gelir ayağı takılır.
Sevgisini vermeyen, gün gelir kimsesiz kalır.
Aldatan bir gün sadakat için, çalan bir gün adalet için, döven bir gün şefkat için yalvarır.
Piyon deyip geçme,
Gün gelir şah olur.
Şaha da fazla güvenme.
Gün gelir mat olur...
Öyle bir gün gelir ki sen bakmazken her şey hallolur...
okunduğunda insanı en derinden etkileyen iz bırakan şiirlerdir. ör:
ağlamalar
gördüm babaların ağlamasını
dalları düğüm düğüm
gövdesi kahve falı bir zeytin ağacını köklemek varya
sökmek varya sarp yamaçtan ardıcı
kazma vurmak beşyüzyıllık meşeye
acısını duymak varya kopmanın
babaların ağlaması işte o
babaların ağlaması öyle zor
gördüm babaların ağlamasını
anaların ağlaması bir başka
anaların ağlaması bir ayrı
anaların ağlaması bir beter
dövülen döş yolunan saç
kan damlayan bir çığlık, ağustosta çam ormanı yangını
sokaklar, alanlar, evler, kapılar
mutfaklar, kilerler ocaklar ağlar
zıbınlar, beşikler, uykusuzluklar ağlar ağlaşırken analar
dağ, taş, ağaç, su, yıldız
yeşeren buğday ağlar, savrulan saman ağlar, ağlaşırken analar
kanın umudun hakkı
sütün ekmeğin hakkı
ne söylersin bre ozan durur tek tel üstünde inceden sızlamaya
bütün bir evren ağlar, ağlaşırken analar
gördüm babaların ağlamasını
anaların ağlaması bir başka
anaların ağlaması bir beter!
h.h.k.
şairini şimdi hatırlayamadığım bu şiiri yıllar önce cem ceminay dan dinlemiştim
anımsıyor musun yeni arabanı
ödünç alıp çarptığım günü,
öldüreceğini sanmıştım beni,
öldürmedin oysa
anımsıyor musun seni zorla sahile götürdüğüm
yağmur yağacağını söylediğin
ve yağmurun yağdığı günü
"söylemiştim sana" demeni beklemiştim
demedin oysa
anımsıyor musun kıskandırmak için seni
başka oğlanlarla oynaştığım ve
senin kıskandığın günleri
terkedeceğini sanmıştım beni
terketmedin oysa
anımsıyor musun çilekli pasta düşürüp
arabanın paspasını kirlettiğim günü
tokatlayacağını sanmıştım beni
tokatlamadın oysa
anımsıyor musun dansın resmi olduğunu
söylemeyi unuttuğum ve
senin kot pantolanla geldiğin günü
bırakacağını sanmıştım beni,
bırakmadın oysa
evet: yapmadığın çok şey vardı
ama dayandın bana, sevdin ve korudun beni
çok şey vardı
benim de senin için yapmak istediğim
vietnam dan döndüğünde
dönmedin oysa!
aramızda bu cam bölme
ayırmışlar seni benden aramızada bu cam bölme
biliyorum ordasın sen şu camın arkasındasın
şu incecik şu zavallı renkli camın ardındasın
yapayalnızsın
uzanmışsın soylu çıplaklığınla, ama çıplak değilsin
pembesin, yeşilsin, morsun, kızılsın
saçlarınla oynuyorsun durmadan
sabah kesip kısa kısa akşam uzatıyorsun
gözlerinle oynuyorsun durmadan, gözyaşın değişmiyor
gülüyorsun pencereden sokağa, kuytuda ağlıyorsun
bekliyorsun ağlayarak o mavi kuşu
biliyorum, biliyorsun dilini duvarların
kapıların karanlığa kapanışını
gece köpek seslerini, yolcu uçaklarını
filmin öbür yarısını/ sonun ardını
çiçekli balkonların gizli yalnızlığını
aşkın kedi çığlığını, ıslaklığını
içkilerin yasalara amansız düşmanlığını
duyuyorsun biliyorum, yaşıyorsun çırılçıplak
ama işte ardındasın şu camın
kozanın içindesin saçlarınla oynuyorsun durmadan
gözlerini boyadıkça artıyor dalgınlığın
bekliyorsun biliyorum, bekliyorsun ağlayarak
o mavi kuşu
bense öbür yüzünde zavallı camın
van gölü nün karanlık sularını çılgınca
çılgınca kulaçlıyorum kavuşmak için sana
-tamarraa ah tamarraa güzel tamarraaa!
bitmiyor su bitmiyor su kıyı kaçıyor
çığlıklarım karışıyor karanlık dağlara
varıyorlar bizden sonra seninle bana
anlıyorlar seninle beni bizden sonra
sen bir avuç barut külü bir yanda
ben bir avuç ateş külü bir yanda
durur küller arasında yalnız ve uzak
o incecik o zavallı cam bölme!
Kurşun sesi kadar hızlı geçer yaşamak;
Öyle zordur ki, kurşunu havada, sevgiyi de yürekte tutmak!
Geçtiğimiz yollarda kaybettiklerimizin bize en büyük kötülüğü kendilerini tekrar tekrar hatırlatmalarıdır.
Onlar, bir kere kaybetmekle kurtulamadıklarımızdır.
Yoklukları hayatımızdaki varlıkları haline gelir.
Hep ama hep hatırlarız. Ne biçim kaybetmektir bu?
Kim gölgesinden kaçabilir ki?
Bazen duygularımız bizden erken yaşlanır ve bizden hayatın geri kalanını alır.
Hayatın, kendini anlayanları cezalandırmasıdır bu.
Durup, durup ardına bakan kadınlar vardır.
Geçmişi düşünmekten şimdiyi yaşayamazlar.
Her şeyi didikleyip duran, mazisinin gölgesinden, anılarının yükünden bir türlü kurtulamayan, gözleri ufuk yorgunu kadınlar.
Güçlü, köklü bir biçimde yeni arkadaş edinecek yaşları geride bıraktıysan eğer, hasar görmüş eski arkadaşlıkları onaracak çağı da geride bırakmış oluyorsun.
Zaman ilerledikçe birçok şey, daha zor olmaya başlar.
Beklentisi yüksek olan kadınların yalnızlığı daha koyu oluyor.
Büyük lafların gölgesinde geçen hayatlar,
bir daha iflah olmuyor, geçip gittiğiyle kalıyor
Zaman, aşk……her şey!
Ayrılıkları ayrıntılar acıtır. Kadınları mahveden erkekler değil, ayrıntılardır.
Erkekler, erkekliklerinin tadını alabildiğine çıkartırken, kadınlar bu konuda da umutsuzdurlar.
Çünkü kadınlık bekler. Ummak ve beklemek kadınlığa verilmiş iki cezadır.
bir gece daha sensiz
hava biraz puslu
her yerde yosun kokusu var
bebelerde ilk derse yetişmek korkusu, uykudalar
kasketim bile bir köşesi eksik selamladı tekneleri
denize açılan dehlizler boyunca
esrik bir tebessüm gözlerimde
ve sevgili hasreti
bu gece insanlığı bedava öğretiyor midyeler
sahildeki avcılara her takıldığında
sahi zulamda nem kaldı?
geceye bir gem vuracak kadar daha şarap
bir izmarit sigara
birkaç da virgülüm kaldı
sabahı yaklaştıran noktalara
uzaktan seviyorum seni,
kokunu alamadan,
boynuna sarılamadan,
yüzüne dokunamadan,
sadece seviyorum.
öyle uzaktan seviyorum seni,
elini tutmadan,
yüreğine dokunmadan,
gözlerinde dalıp dalıp gitmeden,
şu üç günlük sevdalara inat,
serserice değil adam gibi seviyorum.
öyle uzaktan seviyorum seni,
yanaklarına sızan iki damla yaşını silmeden,
en çılgın kahkahalarına ortak olmadan,
en sevdiğin şarkıyı beraber mırıldanmadan,
öyle uzaktan seviyorum seni.
kırmadan,
dökmeden,
parçalamadan,
üzmeden,
ağlatmadan uzaktan seviyorum.
öyle uzaktan seviyorum seni;
sana söylemek istediğim her kelimeyi,
dilimde parçalayarak seviyorum.
damla damla dökülürken kelimelerim
masum beyaz bir kağıtta seviyorum.
7. sınıfta ezberleyip hala hatırımda olan şiirdir;
yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
dante gibi ortasındayız ömrün.
delikanlı çağımızdaki cevher,
yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
gözünün yaşına bakmadan gider.
şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
benim mi allahım bu çizgili yüz?
ya gözler altındaki mor halkalar?
neden böyle düşman görünürsünüz,
yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
zamanla nasıl değişiyor insan!
hangi resmime baksam ben değilim.
nerde o günler, o şevk, o heyecan?
bu güler yüzlü adam ben değilim;
yalandır kaygısız olduğum yalan.
hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
hatırası bile yabancı gelir.
hayata beraber başladığımız,
dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
gittikçe artıyor yalnızlığımız.
gökyüzünün başka rengi de varmış!
geç farkettim taşın sert olduğunu.
su insanı boğar, ateş yakarmış!
her doğan günün bir dert olduğunu,
i̇nsan bu yaşa gelince anlarmış.
ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
her yıl biraz daha benimsediğim.
ne dönüp duruyor havada kuşlar?
nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?
bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?
neylersin ölüm herkesin başında.
uyudun uyanamadın olacak.
kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
bir namazlık saltanatın olacak,
taht misali o musalla taşında.