etkileyici şiirler

entry17 galeri0
    1.
  1. okunduğunda insanı en derinden etkileyen iz bırakan şiirlerdir. ör:

    ağlamalar

    gördüm babaların ağlamasını
    dalları düğüm düğüm
    gövdesi kahve falı bir zeytin ağacını köklemek varya
    sökmek varya sarp yamaçtan ardıcı
    kazma vurmak beşyüzyıllık meşeye
    acısını duymak varya kopmanın
    babaların ağlaması işte o
    babaların ağlaması öyle zor
    gördüm babaların ağlamasını
    anaların ağlaması bir başka
    anaların ağlaması bir ayrı
    anaların ağlaması bir beter
    dövülen döş yolunan saç
    kan damlayan bir çığlık, ağustosta çam ormanı yangını
    sokaklar, alanlar, evler, kapılar
    mutfaklar, kilerler ocaklar ağlar
    zıbınlar, beşikler, uykusuzluklar ağlar ağlaşırken analar
    dağ, taş, ağaç, su, yıldız
    yeşeren buğday ağlar, savrulan saman ağlar, ağlaşırken analar
    kanın umudun hakkı
    sütün ekmeğin hakkı
    ne söylersin bre ozan durur tek tel üstünde inceden sızlamaya
    bütün bir evren ağlar, ağlaşırken analar
    gördüm babaların ağlamasını
    anaların ağlaması bir başka
    anaların ağlaması bir beter!
    h.h.k.
    5 ...
  2. 2.
  3. şairini şimdi hatırlayamadığım bu şiiri yıllar önce cem ceminay dan dinlemiştim

    anımsıyor musun yeni arabanı
    ödünç alıp çarptığım günü,
    öldüreceğini sanmıştım beni,
    öldürmedin oysa
    anımsıyor musun seni zorla sahile götürdüğüm
    yağmur yağacağını söylediğin
    ve yağmurun yağdığı günü
    "söylemiştim sana" demeni beklemiştim
    demedin oysa
    anımsıyor musun kıskandırmak için seni
    başka oğlanlarla oynaştığım ve
    senin kıskandığın günleri
    terkedeceğini sanmıştım beni
    terketmedin oysa
    anımsıyor musun çilekli pasta düşürüp
    arabanın paspasını kirlettiğim günü
    tokatlayacağını sanmıştım beni
    tokatlamadın oysa
    anımsıyor musun dansın resmi olduğunu
    söylemeyi unuttuğum ve
    senin kot pantolanla geldiğin günü
    bırakacağını sanmıştım beni,
    bırakmadın oysa
    evet: yapmadığın çok şey vardı
    ama dayandın bana, sevdin ve korudun beni
    çok şey vardı
    benim de senin için yapmak istediğim
    vietnam dan döndüğünde
    dönmedin oysa!

    aramızda bu cam bölme

    ayırmışlar seni benden aramızada bu cam bölme
    biliyorum ordasın sen şu camın arkasındasın
    şu incecik şu zavallı renkli camın ardındasın
    yapayalnızsın
    uzanmışsın soylu çıplaklığınla, ama çıplak değilsin
    pembesin, yeşilsin, morsun, kızılsın
    saçlarınla oynuyorsun durmadan
    sabah kesip kısa kısa akşam uzatıyorsun
    gözlerinle oynuyorsun durmadan, gözyaşın değişmiyor
    gülüyorsun pencereden sokağa, kuytuda ağlıyorsun
    bekliyorsun ağlayarak o mavi kuşu
    biliyorum, biliyorsun dilini duvarların
    kapıların karanlığa kapanışını
    gece köpek seslerini, yolcu uçaklarını
    filmin öbür yarısını/ sonun ardını
    çiçekli balkonların gizli yalnızlığını
    aşkın kedi çığlığını, ıslaklığını
    içkilerin yasalara amansız düşmanlığını
    duyuyorsun biliyorum, yaşıyorsun çırılçıplak
    ama işte ardındasın şu camın
    kozanın içindesin saçlarınla oynuyorsun durmadan
    gözlerini boyadıkça artıyor dalgınlığın
    bekliyorsun biliyorum, bekliyorsun ağlayarak
    o mavi kuşu
    bense öbür yüzünde zavallı camın
    van gölü nün karanlık sularını çılgınca
    çılgınca kulaçlıyorum kavuşmak için sana
    -tamarraa ah tamarraa güzel tamarraaa!
    bitmiyor su bitmiyor su kıyı kaçıyor
    çığlıklarım karışıyor karanlık dağlara
    varıyorlar bizden sonra seninle bana
    anlıyorlar seninle beni bizden sonra
    sen bir avuç barut külü bir yanda
    ben bir avuç ateş külü bir yanda
    durur küller arasında yalnız ve uzak
    o incecik o zavallı cam bölme!

    h.h.k.
    4 ...
  4. 3.
  5. iki damla yaş süzüldü yanaklarımdan
    biri senin biri benim içindi
    ben oturup ağladım
    sen olsan sen de ağlardın....

    1 conconamca şiiri
    3 ...
  6. 4.
  7. kuru idik yaş olduk, aşağı olduk baş olduk
    kanatlandık kuş olduk uçtuk elhamdülillah.

    yunus emre
    0 ...
  8. 5.
  9. 7. sınıfta ezberleyip hala hatırımda olan şiirdir;

    yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
    dante gibi ortasındayız ömrün.
    delikanlı çağımızdaki cevher,
    yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
    gözünün yaşına bakmadan gider.
    şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
    benim mi allahım bu çizgili yüz?
    ya gözler altındaki mor halkalar?
    neden böyle düşman görünürsünüz,
    yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
    zamanla nasıl değişiyor insan!
    hangi resmime baksam ben değilim.
    nerde o günler, o şevk, o heyecan?
    bu güler yüzlü adam ben değilim;
    yalandır kaygısız olduğum yalan.
    hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
    hatırası bile yabancı gelir.
    hayata beraber başladığımız,
    dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
    gittikçe artıyor yalnızlığımız.
    gökyüzünün başka rengi de varmış!
    geç farkettim taşın sert olduğunu.
    su insanı boğar, ateş yakarmış!
    her doğan günün bir dert olduğunu,
    i̇nsan bu yaşa gelince anlarmış.
    ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
    her yıl biraz daha benimsediğim.
    ne dönüp duruyor havada kuşlar?
    nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?
    bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?
    neylersin ölüm herkesin başında.
    uyudun uyanamadın olacak.
    kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
    bir namazlık saltanatın olacak,
    taht misali o musalla taşında.

    cahit sıtkı tarancı
    1 ...
  10. 6.
  11. Ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
    Yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
    Oysa bilmediğin birşey vardı sevgilim
    Ben sende bütün aşklarımı temize çektim

    imrendiğin, öfkelendiğin
    Kızdığın, ya da kıskandığın diyelim
    Yani yaşamışlık sandığın
    Geçmişim
    Dile dökülmeyenin tenhalığında
    Kaçırılan bakışlarda
    Gündeliğin başıboş ayrıntılarında
    Zaman zaman geri tepip duruyordu.
    Ve elbet üzerinde durulmuyordu.
    Sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun,
    Biraz daha fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.
    Başlangıçta doğruydu belki.
    Sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki gibi başlayıp,
    Günden güne hayatıma yayılan, varlığımı ele geçiren,
    Büyüyüp kök salan bir aşka bedellendin.
    Ve hala bilmiyordun sevgilim
    Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
    Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
    Bütün kazananlar gibi
    Terk ettin.

    Yaz başıydı gittiğinde, ardından,
    Senin için üç lirik parca yazmaya karar vermistim.
    Kimsesiz bir yazdı. Yoktun. Kimsesizdim.
    Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.
    Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.
    Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
    Yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından
    Kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
    Çerçevesine sığmayan
    Munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
    Lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu.

    Yaz başıydı gittiğinde. Sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti Mayıs.
    Seni bir şiire düşündükçe
    Kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi
    Ucucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma.
    Önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük
    Usulca düşüyordu bir kağıt aklığına,
    Belkide ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.
    Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha.
    Aşk mıydı, değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi?
    'Eylül'de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen' notunu buldum kapımda.
    Altına saat: 16.00 diye yazmıştın, ve 16.04'tü onu bulduğumda.
    Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
    Takvim tutmazlığını
    Aramızda bir düşman gibi duran zamanı
    Daha o gün anlamalıydım
    Benim sana erken
    Senin bana geç kaldığını.

    Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri.
    Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı.
    Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay,
    Alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik kalmıstı.
    Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış arkadaşlığımıza.
    Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi
    bakışıyorduk.
    Sanki ufacık bir şey olsa birbirimizden kaçacaktık.
    Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.
    Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.
    Gittin. Şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza.
    Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.
    Şimdi biz neyiz biliyor musun?
    Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
    Birbirine uzanamayan
    Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
    Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
    Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
    Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
    Ne kalacak bizden?
    Bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim şu kırık dökük şiirim
    Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
    Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
    Bizden diyorum, ikimizden
    Ne kalacak?

    Şimdi biz neyiz biliyor musun?
    Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz.
    Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada
    Bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilmeyen çocuklar gibi
    Ve elbet biz de bu aşkta büyüyecek
    Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz.

    Kış başlıyor sevgilim
    Hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
    Bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
    Oysa yapacak ne çok şey vardı
    Ve ne kadar az zaman
    Kış başlıyor sevgilim
    iyi bak kendine
    Gözlerindeki usul şefkati
    Teslim etme kimseye, hiçbir şeye
    Upuzun bir kış başlıyor sevgilim
    Ayrılığımızın kışı başlıyor
    Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.

    Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak,
    Yazıya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak,
    Camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak....
    Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır
    Çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır
    içimizdeki ıssızlığı dolduramaz hiçbir oyun
    Para etmez kendimizi avutmak için bulduğumuz numaralar
    Bir aşkı yaşatan ayrıntları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz
    Çıplak bir yara gibi sızlar paylastığımız anlar,
    Eşyalar gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar
    Korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,
    Çağrışımlarla ödeşemezsiniz.

    Dışarda hayat düşmandır size
    içeride odalara sığamazken siz, kendiniz
    Bir ayrılığın ilk günleridir daha
    Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkta
    Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
    Kulak verdiğiniz saat tiktakları
    Kaplar tekin olmayan göğümüzü
    Geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
    Suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
    Bakınıp dururken duvarlara
    Boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çicek,
    Unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani,
    Unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında
    Kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi
    Kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi
    Yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutkunluk haline, bir trafik kazasına,
    Başımıza gelmiş bir felakete, iskenceye çekilmeye, ameliyata alınmaya
    Kendimizi hazırlar gibi.

    Yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
    Ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
    Ve kazanmış görünürken derinliğimizi
    Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
    Bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar
    O tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
    Hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar
    Göremeseniz de, bilirsiniz
    Hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar.

    Bana zamandan söz ediyorlar
    Gelip size zamandan söz ederler
    Yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden.
    Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden.
    Hepsini bilirsiniz zaten, bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi.
    Dahası onalar da bilirler.
    Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler, öyle düşünürler.
    Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki
    hançeri çıkartmak, Yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak
    kolay değildir elbet.
    Kolay değildir bunlarla baş etmek, uğruna içinizi öldürmek.
    Zaman alır.
    Zaman alır sizden bunların yükünü
    O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, açılar dibe
    çöker.
    Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir.
    Bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir.
    O boşluk doldu sanırsınız
    Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir.

    Gün gelir bir gün
    Başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
    O eski ağrı
    Ansızın geri teper.
    Dilerim geri teper.
    Yoksa gerçekten bitmissinizdir.

    Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır anlamları, önemi
    kavranır.
    Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini kazanır.
    Yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır.
    Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
    Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
    Her şeye iyi gelen zaman sizi kanatır
    Ölmuş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
    Günlerin dökümünü yap
    Benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini
    Kim bilebilir ikimizden başka?
    Sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış
    Bir ilişkiyi, duyguların birliğini,
    Bir aşkı beraberlik haline getiren kendiliğindenliği
    Yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi bir düşün
    Emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya
    Şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor
    Orada olmuş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
    Bunlar da bir işe yaramadıysa
    Demek yangından kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda.

    Bu şiire başladığımda nerde,
    Şimdi nerdeyim?
    Solgun yollardan geçtim.
    Bakışımlı mevsimlerden
    ikindi yağmurlarını bekleyen
    Yaz sonu hüzünlerinden
    Gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
    Geçti her cağın bitki örtüsünden
    Oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından
    Bakarken dünyaya
    Yangınlarla bayındır kentler gibiyim:
    Çicek adlarını ezberlemekten geldim
    Eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların
    Unuttuklarını hatırlamaktan
    Uzun uzak yolları tarif etmekten
    Haydutluktan ve melankoliden
    Giderken ya da dönerken atlanan esiklerden
    Duyarlığın gece mekteplerinden geldim
    Bütünlemeli çocukluklarıyla geçti
    Gençliğimin rüzgara verdiğim yılları
    Gökummaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.

    Bu şiire başladığımda nerde,
    Şimdi nerdeyim?
    Yaram vardı, bir de sözcükler
    Sonra vaat edilmiş topraklar gibi
    Sayfalar ve günler
    Işık istiyordu yalnızlığım
    Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum
    ilerledikçe...Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde
    Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü daha şiir bitmeden.
    Karardı dizeler.
    Aşk...Bitti. Soldu şiir.

    Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden
    Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım
    Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde
    Ask yalnız bir operadır, biliyordum:
    Operada bir gece uyudum, hiç uyanmadım.
    Barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim
    Her adımda boynumdan bir fular düşüyordu
    El kadar gökyüzü mendil kadar ufuk
    Birlikte çıkalan yolların yazgısıdır:
    Eksiliyorduk
    Mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim
    Her otelde biraz eksilip, biraz artarak
    Yani çoğalarak
    Tahvil ve senetlerini intiharlarla değiştirenlerin
    Birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında
    Ağır ve acı tanıklıklardan
    Geçerek geldim. Terli ve kirliydim.
    Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum
    Maskeler ve çiçekler biriktiriyordu
    Linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de...
    Korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları
    Ve açık hayatları seviyordu.
    Buraya gelirken
    Uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim
    Atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri
    Ödünç almadım hiç kimseden hicbir şeyi
    Çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için panayır yerleri...
    panayır yerleri...
    Ölü kelebekler...
    Ölü kelebekler...
    Sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.

    Adım onların adının yanına yazılmasın diye
    Acı çekecek yerlerimi yok etmeden
    Acıyla baş etmeyi öğrendim.
    Yoksa bu kadar konuşabilir miydim?
    ipek yollarında kuzey yıldızı
    Aşkın kuzey yıldızı
    Sanırsın durduğun yerde
    Ya da yol üstündedir
    Oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
    Ölü yanardağlar, ölü yıldızlar
    Ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı.

    Aşkın bir yolu vardır
    Her yaşta başka türlü geçilen
    Aşkın bir yolu vardır
    Her yaşta biraz gecikilen
    Gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
    Gözlerim
    Aşkın kuzey yıldızıdır bu
    Yazları daha iyi görülen
    Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
    ilerlerim
    Zamanla anlarsın bu bir yanılsama
    Ölü şairlerin imgelerinden kalma
    Sen de değilsin. O da değil
    Kuzey yıldızı daha uzakta
    Yeniden yollara düşerler
    Düşerim
    Bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
    Ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında
    Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
    Yaşamsa yerli yerinde
    Yerli yerinde her şey
    Şimdi her şey doludizgin ve çoğul
    Şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
    Şimdi her şey yeniden
    Yüreğim, o eski aşk kalesi
    Yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden
    Dönüp ardıma bakıyorum
    Yoksun sen
    Ey Sanat! Her şeyi hayata dönüştüren.

    edit: yazarı unutmuşum şiir murahtan mungan a aittir.

    eğer ki ben okumam yada dinlemek daha hoş diyorsanız şöyle de birşey var

    --spoiler--


    --spoiler--
    0 ...
  12. 7.
  13. bir gece daha sensiz
    hava biraz puslu
    her yerde yosun kokusu var
    bebelerde ilk derse yetişmek korkusu, uykudalar
    kasketim bile bir köşesi eksik selamladı tekneleri
    denize açılan dehlizler boyunca
    esrik bir tebessüm gözlerimde
    ve sevgili hasreti
    bu gece insanlığı bedava öğretiyor midyeler
    sahildeki avcılara her takıldığında
    sahi zulamda ne’m kaldı?
    geceye bir gem vuracak kadar daha şarap
    bir izmarit sigara
    birkaç da virgülüm kaldı
    sabahı yaklaştıran noktalara…
    2 ...
  14. 8.
  15. "o sözler ki
    imgelem sonsuzluğunun
    ateşten gülüdürler
    kelebek çırpınmalarıyla
    doğarlar, ölürler
    o sözler ki kalbimizn
    üstünde
    dolu bir tabanca gibi
    ölüp ölesiye taşırız
    o sözler ki bir kere
    çıkmıştır ağzımızdan
    uğrunda asılırız."
    attila ilhan
    0 ...
  16. 9.
  17. Ayrildigimizi hissettigim an,demirler eriyor hırsımdan..Ayrilik da sevdaya dahil-Atilla ilhan.
    1 ...
  18. 10.
  19. Onun güzelliğini herkes görüyorsa o bence az güzeldir.
    Herkes biliyorsa o bence hiç güzel değildir.
    Onun güzelliğini yalnız ben görüyorsam bu sevgidir.
    Yalnız ben biliyorsam bu aşktır.
    Hiç kimse görmüyorsa bu yalnızlıktır.-Özdemir Asaf
    0 ...
  20. 11.
  21. * ŞAFAK TÜRKÜSÜ

    Kaç zamandır yüzüm traşlı,
    Gözlerim şafak bekledim.
    Uzarken ellerim kulağım kirişte,
    Ölümü özledim anne,
    Yaşamak isterken delice.

    Ah! Verebilseydim keşke,
    Yüreği avucunda koşan her bir anneye,
    Tepeden tırnağa oğula,
    Ve kıza kesmiş bir ülkeye armağan.
    Düşlerimle sınırsız,
    Diretmişliğimle genç,
    Şaşkınlığımla çocuk devrederken sırdaşıma,
    Usulca açıverdi yanağımda tomurcuk.
    Pir Sultanı düşün anne, Şeyh Bedrettin'i!
    Börklüce'yi, Torlak Kemal'i, insanları düşün anne!
    Düşün ki yüreğin sallansın,
    Düşün ki o an güneşli, güzel günlere inanan,
    Mutlu bir Yusuf'cuk havalansın!

    Yani benim güzel annem;
    Alaşafağında ülkemin yıldız uçurmak varken,
    Oturup yıldızlar içinde kendi buruk kanımı içtim.
    Ne garip duygu şu ölmek!
    Öptüğüm kızlar geliyor aklıma,
    Bir açıklaması vardır elbet giderken dar ağacına.
    Geride masa üstünde boynu bükük kaldı kağıt kalem.
    Bağışla beni güzel annem...
    Oğul tadında bir mektup yazamadım diye kızma bana.
    Elleri değsin istemedim,
    Gözleri değsin istemedim!
    Ağlayıp koklayacaktın! Belki bir ömür taşıyacaktın koynunda...

    Yaşamak ağrısı asıldı boynuma,
    Oysa, türkü tadında yaşamak isterdim!
    Ölmek ne garip şey anne?
    Bayram kartlarının tutsaklığından aşırıp bayramı,
    Sedef kakmalı bir kutu içinde,
    Vermek isterdim çocukların eline.
    Sonra, sonra benim güzel annem,
    Damdan düşer gibi vurulmak isterdim bir kıza.
    Gecenin kıyısında durmuşum,
    Kefenin cebi yok.
    Koynuma yıldız doldurmuşum,
    Koşun çocuklar koşun!
    Sabah üstüme üstüme geliyor!
    Kısacası güzel annem,
    Bir çiçeği düşünürken ürpermek yok.
    Gülmek, umut etmek, özlemek...
    Ya da mektup beklemek gözleri yatırıp ıraklara...
    Ölmek, ne garip şey anne?
    Artık duvarları kanatırcasına tırnağımla,
    Şaşkın umutlu şiirler yazamayacağım.
    Mutlak bir inançla gözlerimi tavana çakamayacağım.
    Baba olamayacağım örneğin.
    Toprak olmak ne garip şey anne?
    Ölmek ne garip şey anne?
    Uçurumlar ki sende büyür.
    Dağdır ki sende göçer.
    Ben bayrak derim, çiçek derim.
    Çam diplerine açmış kanatlarını kozalak derim!
    Gül yanaklı çocuğa benzer,
    Yine de oğlunu yitirmek,
    Kim bilir ne garip şey anne?
    Her kavgada ölen benim!
    Bayrak tutan çarpışan her kadın toprağı tırnaklayarak doğurur beni!
    Özlem benim, kavga benim, aşk benim!
    Bekle beni anne!
    Bir sabah çıkagelirim.
    Bir sabah anne, bir sabah,
    Acını süpürmek için açtığında kapını...
    Bir sabah anne! Bir sabah!
    Acını süpürmek için açtığında kapını,
    Adı başka, sesi başka, nice yaşıtım,
    Koynunda çiçekler,
    Çiçekler içinde bir ülke getirirler!

    (bkz: Nevzat çelik)
    (bkz: şafak türküsü)
    0 ...
  22. 12.
  23. 12.
  24. Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
    ve bir orman gibi kardeşçesine,
    bu hasret bizim...
    Davet - Nazım hikmet
    0 ...
  25. 13.
  26. Kurşun sesi kadar hızlı geçer yaşamak;
    Öyle zordur ki, kurşunu havada, sevgiyi de yürekte tutmak!
    Geçtiğimiz yollarda kaybettiklerimizin bize en büyük kötülüğü kendilerini tekrar tekrar hatırlatmalarıdır.
    Onlar, bir kere kaybetmekle kurtulamadıklarımızdır.
    Yoklukları hayatımızdaki varlıkları haline gelir.
    Hep ama hep hatırlarız. Ne biçim kaybetmektir bu?
    Kim gölgesinden kaçabilir ki?
    Bazen duygularımız bizden erken yaşlanır ve bizden hayatın geri kalanını alır.
    Hayatın, kendini anlayanları cezalandırmasıdır bu.
    Durup, durup ardına bakan kadınlar vardır.
    Geçmişi düşünmekten şimdiyi yaşayamazlar.
    Her şeyi didikleyip duran, mazisinin gölgesinden, anılarının yükünden bir türlü kurtulamayan, gözleri ufuk yorgunu kadınlar.
    Güçlü, köklü bir biçimde yeni arkadaş edinecek yaşları geride bıraktıysan eğer, hasar görmüş eski arkadaşlıkları onaracak çağı da geride bırakmış oluyorsun.
    Zaman ilerledikçe birçok şey, daha zor olmaya başlar.
    Beklentisi yüksek olan kadınların yalnızlığı daha koyu oluyor.
    Büyük lafların gölgesinde geçen hayatlar,
    bir daha iflah olmuyor, geçip gittiğiyle kalıyor
    Zaman, aşk……her şey!
    Ayrılıkları ayrıntılar acıtır. Kadınları mahveden erkekler değil, ayrıntılardır.
    Erkekler, erkekliklerinin tadını alabildiğine çıkartırken, kadınlar bu konuda da umutsuzdurlar.
    Çünkü kadınlık bekler. Ummak ve beklemek kadınlığa verilmiş iki cezadır.

    Murathan Mungan.
    2 ...
  27. 14.
  28. H.Nihal Atsızın - Geri gelen mektup şiiridir.
    0 ...
  29. 15.
  30. nilgün bodur'a ait Gün gelir şiiridir.

    Hayat ilginç.
    Gün gelir, iç oğlanlar, padişah olur...
    Hırsızlar zengin,
    Metresler eş,
    Eşekler adam olur.
    Odundan kapı, taştan saray olur...
    Gün gelir, kezbanlar destan,
    Onları destan yapanlar, mestan olur.
    Gün gelir, hadsizlik özgüven,
    Saygı yalan, sevgi ise dolan olur...
    Gün gelir, çivisi çıkar dünyanın.
    Konuşamayanlar hatip,
    Şifa veremeyenler tabip,
    Yazamayanlar katip olur...
    Ama yine öyle bir gün gelir ki ...
    Verenler alır, gidenler uslanır, dönenler yalvarır...
    Merdiveni koşarak çıkanların, gün gelir ayağı takılır.
    Sevgisini vermeyen, gün gelir kimsesiz kalır.
    Aldatan bir gün sadakat için, çalan bir gün adalet için, döven bir gün şefkat için yalvarır.
    Piyon deyip geçme,
    Gün gelir şah olur.
    Şaha da fazla güvenme.
    Gün gelir mat olur...
    Öyle bir gün gelir ki sen bakmazken her şey hallolur...
    5 ...
  31. 16.
  32. cemal süreya'dan

    uzaktan seviyorum seni,
    kokunu alamadan,
    boynuna sarılamadan,
    yüzüne dokunamadan,
    sadece seviyorum.
    öyle uzaktan seviyorum seni,
    elini tutmadan,
    yüreğine dokunmadan,
    gözlerinde dalıp dalıp gitmeden,
    şu üç günlük sevdalara inat,
    serserice değil adam gibi seviyorum.
    öyle uzaktan seviyorum seni,
    yanaklarına sızan iki damla yaşını silmeden,
    en çılgın kahkahalarına ortak olmadan,
    en sevdiğin şarkıyı beraber mırıldanmadan,
    öyle uzaktan seviyorum seni.
    kırmadan,
    dökmeden,
    parçalamadan,
    üzmeden,
    ağlatmadan uzaktan seviyorum.
    öyle uzaktan seviyorum seni;
    sana söylemek istediğim her kelimeyi,
    dilimde parçalayarak seviyorum.
    damla damla dökülürken kelimelerim
    masum beyaz bir kağıtta seviyorum.
    1 ...
© 2025 uludağ sözlük