götleri yarım karış bok dolu liselilerin adını söylemeyi öğrendikten sonra kendilerinin tamamen bu alanda uzman olduklarını sandıkları sosyal bilimlerin alanına giren bir branştır.
sosyoloji için bulunmaz bir nimettir. şimdi kültür dediğimiz kavramın temelinde dil vardır, bir kültür her şeyden önce dil ile oluşturulur ve dilin insan hafızasından daha kuvvetli bir hafızası vardır. günlük hayatta kullanılan kelimelerin geldiği yolu izlemek, toplumların geldiği yolu izlemektir aynı zamanda. bu bakımdan sosyoloji bilimi için en kıymetli yardımcı bilimlerin başında etimoloji gelir.
bir dildeki sözcüklerin kökenlerini ve bunun bir gereği olarak o dilin diğer dillerle ve o dili konuşan toplulukların geçmişten bugüne diğer topluluklarla olan kültürel ilişkilerini araştıran bilim dalıdır.
kutsal vedalara kadar uzanan köken bilim. çilesini çeken insan çoktur ama tek sebebi piyasayı ucuzlara bırakmamaktır. kendi ağzından duydum dili herkes anlaşılır şekilde okursa biz dilciler ne yiyecek diye. şar kurnazı dilciler, dilcilerimiz...
Algı terimi, dilimizde de, Batı dillerinde de olduğu gibi almak kökünden türetilmiştir. Batı dillerindeki perception terimi, Hint-Avrupa dil grubunun almak anlamındaki kap kökünden gelir, ilkin Latinceye aynı anlamda capere sözcüğüyle geçmiştir.
Sözcükler arasında çok tılsımlı yakınlıklar vardır. Mesela mülk-malik-melek-halk-ahlak arasındaki ses benzerlikleri tesadüfi değildir. mülk sahiplik demek; ahlak'in kökeni halktır. Mülklerin sahibi bir melektir.
muhabbet, 'hub'dan gelir, sevgi demektir. (bkz: habibi)
vahyin diğer anlamı haber'dir. Haber ile hub arasında da yakınlık bulunur.
Ilgimi en cok çeken bilimdir etimoloji. Dillerin doğuşu, birbirleriyle etkileşimi, yillar icindeki degisimi ve daha bir suru şey. Mesela kisaca şuna deginmek istiyorum;
1066’da Normandiya Dükü William, ingiltere’yi işgal etmiş ve Kral olmuştu. Uzun yıllar boyunca ingiltere’de halk ingilizce konuşurken soylular Norman Fransızcası konuştular. Bu dile de yansıdı: Hayvan isimleri sheep (koyun), cow (inek) gibi ingilizce iken o hayvanların etleri Fransızca oldu: Mutton (koyun eti), veal (dana eti). Zira bu hayvanları ingiliz köylüler besliyor, etlerini soylular yiyordu. Bu ikilik, bugün dahi belirgindir: Eski ingiliz yargıçlar aynı kavramı hem “öz ingilizce” hem de Latince-Fransızca ifade ederlerdi; birini muhatapları anlasın, diğerini hukukçular anlasın diye. Bu hala ingilizce’ye yerleşiktir: “Null and void”, “yok hükmünde” anlamına gelen bir terkip. “Care and attention” da “ilginize” gibi bir anlam taşıyor. Null ve void; biri Latin-Fransız, diğeri Germenik-ingiliz soylu ve “boş” anlamına gelen iki sözcük. Care ve attention da öyle, “ilgi” anlamı taşıyorlar. Bu terkipler onları yaratan neden ortadan kalksa da varlığını hukukta devam ettiriyor.
Bir toplulukta dinen, ırken ya da sınıf olarak (aristokrat-köylü vs.) aşağıda kabul edilen toplulukların dilinden yalnızca belli kelimeler alınır. Hangi alanda hangi soydan sözcüklerin yaygın olduğu, o toplumun teşkilatına dair bilgi verir: Osmanlı’da Türkçe en iyi orduda korunmuştur. Hukuk ve din için Arapçadan, edebiyat için Farsçadan yararlanılmıştır, bu diller ‘yüksek dil’ olarak görülmüştür.Ancak dinen aşağıda kabul edilen Rumcadan, Bizans saray jargonundan geçen sözcükler hariç, çok az sözcük Türkçe’ye girmiştir, girenler de genellikle Rumların mesleki uzmanlıklarına (balıkçılık vs.) dairdir, bu yüzden balık isimleri genellikle Rumca. Yine italyancadan yalnızca uzmanlık terimleri geçmiştir: Denizcilik terimleri. Yerleşik hayata geçtiğimizde yaşadığımız iran coğrafyasından hep tarım ve yerleşik yaşantıya dair terimleri almışızdır: Bağ, bahçe gibi. Argo ise genellikle Rumca, Ermenice, Cumhuriyet zamanı ve sonrası Kürtçeden alıntılar taşır: Kıro, hanzo, barzo gibi.
Bu daha en basit hali. Insanin tum dunya dillerini ogrenip bunlari arastirma sevki artiyor. En azindan bana olan o..
dilimize arapçadan geçen "ücret" ile yunancadan geçen "angarya" aslında kökten geliyormuş. bugün şans eseri buldum.
akadcadan(agaru/aggaru) babillere geçmiş. ilk bilinen kamu hizmeti de babillerde ortaya çıkmış. o dönemler bu kamu işleri için ödenen paraya denmekteymiş. daha sonra babilleri yenerek o topraklarda hüküm süren persler bu sözcüğü ve konsepti almış ve bu sözcük ücret, eder, fiyat anlamlarına da gelmiş (hangāra). tabi batıya doğru ilerledikçe yunanlar ile bir kültür alışverişi olmuş. yunancaya da yine kamu hizmeti yapanlara ve özelliklere postacılara, ulaklara denmeye başlamış(aggareia) --> (angaria) (ulak=aggaros). hatta perslere gönderilen ulaklara direkt bu ad verilmiş.
ancak eski zamanlarda -mesela Roma'da- postacılık faaliyetleri çok önemsiz ve aşağı görülürdü ki sanırım bu nedenle "angarya" sözcüğü günümüzdeki gibi bir anlam kazandı.
ücret de "ecrin" ile aynı kökten geliyor zâten.
kelime kökeni sami dillerinden akadca. oradan babillere. oradan perslere. oradan yunanlara. oradan türklere gelmiş sözcük.
ancak bir diğer kol da *muhtemelen* akadcadan, aramcaya ya da ibraniceye geçmiştir. oradan da arapçaya. oradan da türkçeye.
yani aynı sözcük iki farklı yol izleyerek türkçede buluşmuş.