kantinlerde para üstü olmadığı için verilir çoğu zaman. ya da can çekmiştir bir adet eti pufcan.
neyse puf alınır. zaten küçücüktür, tatlı açlığını nasıl doyuracak diye kendine acırcasına kabının suratına bakılır. sonra yandaki kabını açma şeridi yakalanır ve çekilir usulca puf kendini sahibinin ellerine bıraksın diye.
o arada jelatin ikiye ayrılır: bir kısmı kişinin elinde kalır; şeffaf kısmı da pufcan ı himaye altına alır, ona dokunmana izin veremem dercesine.
sinirlenir sahip, tırnağını sokmaya çalışır kabın üzerinde kalan avukat kesilmiş jelatine. sinir kafasına vururken puf kabının plastik kısmı yamulur avuçlarının içinde ve puf ezilir büzülür içinde. bakar ki eve gidene kadar bu manyağı yemek imkansız. zaten canı iki dakika tatlı çekmiştir: ağzından sular akarak pufa göz dikmiş sahip, eve ulaşana kadar gözünü puftan ayırmazcasına tonlarca sinir ve heyecan depolar, kapıyı açtığında da telefon rehberinin yanında gördüğü o ilk kalemi kavrayarak atlar o savunmacı puf jelatininin üzerine! bazen kalemin ucu kırılır; ama bazen ezik büzük olmuş puf, gözler önüne serilir korumasız ve çıplakça. istediğin gibi ye şimdi güzelim, istediğin gibi ye bu kadar nazla başa çıkabilmenin ardından, zafer almışçasına..
eğer şansın yaver giderde kabı zedelemeden açarsan pufunu, olmaz bunun doyumu. pufun tadı ayrı zevktir, kabı ayrı zevk. o kap çok işlevlidir bi kere. küçükkene içine çamurla su koyup pasta yapardık mesela. ha birde sinek yakalardık o kaba. buda yetmezmiş gibi oturup saatlerce sineğin çırpışını izlerdik.
her çocuğun bir kaç kez girdiği krizdir ve her kriz anında olduğu gib ikaba kuvvet devreye girer ve ne hikmetse bu olayı çözer ve bundan sonra çocuk krize ve cinnete girmeden direkt puf kabına kaba kuvvet uygular, tabii ki jelatin kısmına uygulayacaksınız bu kaba kuvveti.
olur da, bu ambalaj sorununa bir çare bulunursa, eti puf'un satışları üç kata kadar artacağına dair şüpheler uyandırandır. ne kadar çabuk açarsak, o kadar çabuk tüketiriz, belki de kim bilir, bir tane daha satın alırız.
iki eti puf almak suretiyle hiç yaşamayacağınız kriz. şöyle ki iki eti puf çıt çıtlı yerden biribirinden ayrıldıktan sonra bir tanesinin sivri köşesiyle diğerinin jelatinini bir neşter kullanırmışcasına hassasiyetle keser, içine hapsolmuş zavallı eti pufu çıkarıp yersiniz. bir eti pufumuzu birkaç saniye içinde tükettik. sıra geldi diğerine, bu esnada zaten çöpleri yere atmadığınız için az önce yediğiniz eti pufun boş kabı halen elimizde. aynı işlemi ikinci eti pufa da uyguladıktan sonra boş kapları bir çöp kutusuna atıyoruz. böylece bakın hiç krize girmedik. yolun kenarında bekleyen "bak lan eti puf aldı açamicak şimdi rezil olucak nihahaha" diye gülen elemanlara zekamızla ince bir ders verdik.
Ha ama ben mahallenin delikanlılarına kendimle "eti puf yiyor" diye dalga geçirtmem diyorsanız ikinci bir yöntem de şöyle. Bakkaldan eti pufu alırsınız, bakkalın hemen köşesinde sıraya geçmiş kız kesen delikanlıları şöyle bir süzersiniz. eti puf bu esnada rahatça görülmelidir. birkaç adım sonra arka cepten kelebeği çıkarır, sallamadan, ani el hareketinizle şlak diye açarsınız. eti pufun jelatinini açar, şlak diye bir bilek hareketiyle kelebeği kapadıktan sonra arka cebe koyarsınız. sonra eti pufu afiyetle yersiniz.
belki de yillardir birileri bizi kandiriyor. bilerek hemen yirtilmayan ambalaj yapmis olamazlar mi? insanlar kolay elde edemedikleri seyler icin daha cok heyecanlanmaz mi? o paket yirtildiginda yüzümüzde koca bir gülümseme. önceden ayarlanmis gibi.
küçükken açılmıyor diye ağladığım bir durum. yemicem işte diip mızmızlandığım bir olay.
şimdi ise jelatinden korkma o senden korksun düşüncesiyle jelatini kalemle delik deşik edip mideye indiriyorum. jelatin bizi yıldıramaz.
adamın parmağını dolama yapar bu şerefsiz. tırnakla itmeye çalışırsın, sivri uç tırnağın etine girer. köküne kadar bir de. ondan sonra dolama ile uğraş dur.