"son birkaç aydır dünyayla tek bağlantım, o gizemli komşum oldu. bana hep aynı müzikle karşılık verdi. kim bu? nasıl biri? bir sabah onunla tanışmak istedim. ama sonra vazgeçtim. Belki bilmek yerine, hayal etmek daha iyidir."
Ölümcül bir hastalığa yakalanan bir şairin, hastaneye yatmadan önceki son gününü anlatan film. Geçmişteki pişmanlıklarının yolculuğuna çıkar filmde. Öleceğini ve bir daha göremeyeceğini bildiği annesinin yanına gider hasteneye. Filmdeki en güzel tiradlardan biri dökülür.
"neden, anne.. hiçbir şey beklendiği gibi olmadı? neden? neden çürüyüp gider insan.. sessizce, acıyla ihtiras arasında parçalanarak? Ben neden hayatımı sürgündeymiş gibi geçirdim kendi ana dilimi konuşma şansım varken.. neden bu kadar seyrek döndüm ülkeme kendi dilim varken.. hâlâ kayıp kelimeleri bulabilecek, ya da sessizliğin içinden
unutulmuş kelimeleri çıkarabilecekken. Neden sadece ve sadece kendi ayak seslerimi duydum evin içinde? neden söyle bana anne. insan neden bilmez
nasıl seveceğini?"
Kahramanımız alexandre, şair dionysios solomos'un yarım kalan şirini tamamlamak ister son gününde. Tanıştığı mülteci çocuktan satın alır iki kelimeyi. Yabancı ve argadini (çok geç) kelimlerini şaire satan mülteci çocuğun, ölen arkadaşı selim için yaktığı ağıt ise bambaşkadır.
"ey, selim.. ben korkuyorum, selim. deniz çok büyük. gittiğin yerde seni ne bekliyor, selim? gittiğimiz yer nasıl olacak?"
Filmin müziği, son sahnesi, geçmişi şimdiki zamanla harmanlaması, pişmanlıklar ve tiradları efsanedir.
Anna'nın, Alexandre'a mektubundan bir söz;
"uyandığımda, sen hâlâ uyuyordun. nefes alışını seyrettim. rüya görüyordun alexandre? beni arıyormuş gibi elinle hafifçe yakaladın. göz kapakların kıpırdadı, sonra yine uykuya daldın. gözlerinin arasından bir damla ter yuvarlandı. yuvarlandı, aktı. yan tarafta, bebekten ufak bir inilti yükseldi. kapı gıcırdadı. bahçeye çıktım ve ağladım. o anın hiç bitmemesini istemiştim. uçmasını engellemek için bir kelebeği iğnelemek ister gibi.."
Birkaç mini diyalog;
"Nasıl görünüyorum?
Bir yaz günü kadar güzel.."
"Ona gözden ibaretmişim gibi baktım.
Ona elden ibaretmişim gibi dokundum.."
"Zamamı geldi değil mi?
Argadini. (Çok geç)"
"Tek üzüntüm Anna, tek üzüntüm bu mu? Yoksa hiçbir şeyi tamamlayamamış olmam mı? Planlarım öylece kaldı.. kelimeler oraya buraya dağıldı.."
"yarın ne kadar sürer diye bir soru sormuştum anna, hatırladın mı?
sonsuzluk ve bir gün kadar..
duyamadım?
sonsuzluk ve bir gün kadar.."
"Biliyorum bir gün gideceksin. Gözlerinde uzak rüzgarlar esiyor. Ama bugün.. Bu günü bana ver. Sanki son günmüş gibi.."
"Yüzün gülümsüyor ama kalbin üzgün.."
Ve o tamamlanmaya çalışılan şiir;
"Çiy tanesinin titreyişi, suya vuran son yıldız parlak bir güneşi müjdeledi. Bir tek bulut, en ufak sis perdesi yoktu uçsuz bucaksız gökyüzünde. Meltemin soluğu yüzümü okşuyordu hafifçe, kalbimin yapraklarına fısıldar gibi, Hayat narindir. Ve hayat narindir.."
Uyandığımda, sen hâlâ uyuyordun. Nefes alışını seyrettim. Rüya görüyordun... Alexandre? Beni arıyormuş gibi elinle hafifçe yakaladın. Göz kapakların kıpırdadı, sonra yine uykuya daldın. Gözlerinin arasından bir damla ter yuvarlandı. Yuvarlandı, aktı. Yan tarafta, bebekten ufak bir inilti yükseldi. Kapı gıcırdadı. Bahçeye çıktım ve ağladım... O anın hiç bitmemesini istemiştim! Uçmasını engellemek için bir kelebeği iğnelemek ister gibi!
Denize karşı yazıyorum sana, hareketsiz, gözden kaybolmuş. Ev, sıcak süt ve yaş yasemin kokuyor. Sana yazıyorum, seninle konuşuyorum... Böylece kendimi sana yakın hissediyorum, tehdit ediyorum, direniyorsun. Senin yaşamını tehdit ettiğime inanıyor musun, Alexandre? Ama ben âşık bir kadınım sadece...
Gece sana baktım. Uyuyor muydun, yoksa sessizce uzanıyor muydun, bilmeden. Düşünebileceklerinden korkuyordum sessiz dünyana nüfuz ederek seni de ürkütmekten. Sonra, bedenimin konuşmasına izin verdim, iyi bildiğim tek lisan, çünkü ancak o zaman tehdit edilmiş hissetmiyorsun. Ben sadece âşık bir kadınım, Alexandre. Kumlarda çırılçıplak yürüdüm. Rüzgar esti... Bir tekne geçti. Sen, uyandıramayacağım kadar uzaktaydın. Üzerimde hâlâ sıcaklığını hissediyorum. Beni hayal ettiğini hayal etmeye cesaret edemiyorum! Ah Alexandre! Bir an bile inanabilsem buna. Koca bir çığlık oluverdim sadece.
"Son zamanlarda dünyayla tek bağlantım bana aynı müzikle karşılık veren karşıdaki yabancı. Kimdir? Nasıl biridir? Bir sabah onu bulmaya gittim. Ama fikrimi değiştirdim. Bilmemek ve hayal etmek daha iyi."
Neden anne hiçbir şey beklendiği gibi olmadı?
Neden? Neden çürüyüp gider insan, sessizce acıyla ihtiras arasında parçalanarak?
Ben neden hayatımı sürgündeymiş gibi geçirdim?
Kendi dilim varken hâlâ kayıp kelimeleri bulabilecek ya da sessizliğin içinden unutulmuş kelimeleri çıkarabilecekken.
Neden sadece ve sadece kendi ayak seslerimi duydum evin içinde?
Neden? Söyle bana anne, insan neden bilmez nasıl seveceğini?
neden sadece ve sadece kendi ayak seslerimi duydum evin içinde?
sorusuyla münzevi bir insan olmanın pek de iyi bir şey olmadığından dem vuruyor üstad. filmin konusuyla parallelik içeren bu cümledeki pişmanlığı nasıl anlatabiliriz? yahut anlatmaya cesaret edebilir miyiz?
ayrıca pek az filme böylesi mükemmel bir müzik eşlik etmiştir. çaldığı yerlerde filmi bırakıp namütenahi düşüncelere daldığım oldu.
Müzikleri iyi olan filmdir. bir yazarın lüks bunalımını anlatmaya çalışan melankoliden uzak bir film. Kadınlara hitap ettiği için çok pohpohlanmıştır. Özünde hikaye bir film olup bütünlük aranmaz. Size birşeyde katmaz. Festival değil sanat filmidir. Festival filmerindeki kadar derinlik bulamadım nedense.
"Son zamanlarda dünyayla tek bağlantım, şu bilinmeyen karşı pencere. Bana hep aynı müzikle karşılık veren.
Kim bu? Nasıl biri?
Bir sabah, onu bulmaya çıkmıştım. Ama sonra bir daha düşündüm. Belki de bilmemek ve hayal etmek daha iyidir. Benim gibi bir münzevi olabilir miydi? Ya da belki küçük bir kız çocuğu okula gitmeden önce bilinmez bir oyun oynayan. Her şey bizi kış gelmeden önce, teknelerin gölgeleri üzerine vuran uykudaki güneşin aniden açmasını sağlayarak, ışıkları dışarı uğratan riyakar baharın verdiği sözlere inanmaya itiyor.
theodoros angelopoulos bir gün ciğerlerimizi sökmeye karar verir ve gider 1997'de işte bu filmi çeker.
şair alexander'in son gününü anlatan film, o hollywood işi flashback ve flashforward olaylarına hiç girmeden geçmişi, bugünü ve geleceği aynı karede anlatır ki, işte ben burasına vuruldum.
sonra derin bir nefes aldım ve sadece o nadir anlarda evindeymiş gibi hisseden alexander mülteci çocuğu polislerden kaçırdı.
o mülteci çocuk selim'in yanı başında alnını eline dayayıp bir ağladı ki, işte ben orada da dağıldım.
aman dur toparlanayım derken çocuk gitti solomos'un yarım kalan şiirini tamamlayabilmesi için şaire iki tane kelime* sattı.
sonra da hep beraber otobüse bindiler ve otobüsten bir solomon, bir ayrılık, biraz anarşizm ve bolca karaindrou geçti, ben kendimden geçtim...
öyleyse şimdi, filmin 39.dakikasından 30 saniye geçe, kafeterya sahnesinde arz-ı endam ederek bizlere selamı çakan angelopoulos'a selam ederim!
*exiles: nerede olursa olsun sürgünde olan.
*argadini: çok geç.
önceden müziklerini dinlediğim ama film olduğunu bilmediğim, sonra filmin adı önerildiğinde ben bu adı duydum ama nerde diye düşündüğüm, sonra filmi izleyince...
filmin müzikleri benim için özeldi. filmde iki ayı oynasa ne yazar?
izledim, ve salt kendi yüklediğim anlamdandır ki sevdim.
hayatın anlamını aramayı, düşünmeyi yaşamaktan ve sevmekten daha üstün tutmuş şair alexander'in hikayesidir. yaşlılıkla birlikte gelen ölüm, geç kalmışlık hissi ve pişmanlık yoğun olarak hissedilir. yeterince sevememiş olmanın korkusunu da o yaşatır.
daha genel bir açıdan bakılırsa, angelopoulos'un filmlerinin kesişmesini görmek mümkündür. bireyin sorunlarından yola çıkılarak toplumsal olana gidiş söz konusudur, yani alexander'in geçmişe yönelik duyduğu pişmanlık da içeren hisler ve geç kalmışlık dönüşüm geçirerek yunanistan'daki mülteci sorununa ışık tutmuş, bu toplumsal gerçeği gözler önüne sermiştir.
filmin konusunun dallandırılması, mülteci çocuk rolüyle karşımıza çıkan ve gerçek bir mülteci olan achileas skevis'in hayat hikayesinden ve anılarından hareketle gerçekleştirilmiştir.
tesellisi olmayan acıları anlatıyor bu film. dilini bilmediği için kelimeleri satın alan bir şairin acısı bu. daha fazla kelime satın alamadığı için, şiiri yarım kalmış bir şairin acısı. yıllar sonra o'nun şiirini tamamlamaya çalışan alexandre'nin acısı. küçücükken yabancının ne demek olduğunu, annesinin öldürülmesi üzerine anlayan çocuğun acısı.
filmi izledikten sonra selim geldi aklıma, arkadaşının o'na yaktığı o ağıt. o'na o ağıtı yaktıran durum, gerçekten denizin ne kadar büyük olduğunu biliyorum ben. o yüzden üzülüyorum o'na. ama gittiğimiz yerin nasıl olduğunu bilmiyorum. belki selim gitmeseydi, söylerdi bize.
"şair ne demek?" gerçekten, "Yarın ne kadar sürecek?"
...
küçük çocuğun ağıtı:
--spoiler--
Ey, Selim!
Ben korkuyorum, Selim.
Deniz çok büyük!
Gittiğin yerde seni
ne bekliyor, Selim?
Gittiğimiz yer nasıl olacak?
--spoiler--
"Bir gün onu bulmaya karar verdim, sonra vazgeçtim. Bilmemek daha iyi, hayal kuruyorum. Kimi istersem o oluyor. Belki o da benim gibi yalnızlığı seviyor."