paul haslinger imzalı, en sevdiğim underworld evolution soundtrack parçalarından birisidir. dinlersiniz, sarmalar sizi, alır götürür beş dakikalığına bu dünyadan.
bir sahnesinde çocukla amcamız arnavutluk sınır kapısına gelindiğinde arka fondaki askerlerin ne amaçla tele tırmanmış hareketsiz beklediklerini bir türlü çözemediğim filmdir. Ayrıca kamera çekimini çok beğendiğim filmdir, sahnelerin geçtiği mekanlar insana bazen huzur bazen hüzün verir.
son modernist angelopoulos tarafından sonsuzluğa uzanan bir film. üstada başlamak isteyenler için ilk önerilecek film. her angelopoulos filmi gibi müzikleri de mükemmeldir, filmi izlemesen bile izlemiş oluyorsun, dinleyince müziklerini.
"bir gün onu bulmaya karar verdim, sonra vazgeçtim. bilmemek daha iyi, hayal kuruyorum. kimi istersem o oluyor. belki o da benim gibi yalnızlığı seviyor."
"Bir gün onu bulmaya karar verdim, sonra vazgeçtim. Bilmemek daha iyi, hayal kuruyorum. Kimi istersem o oluyor. Belki o da benim gibi yalnızlığı seviyor."
tesellisi olmayan acıları anlatıyor bu film. dilini bilmediği için kelimeleri satın alan bir şairin acısı bu. daha fazla kelime satın alamadığı için, şiiri yarım kalmış bir şairin acısı. yıllar sonra o'nun şiirini tamamlamaya çalışan alexandre'nin acısı. küçücükken yabancının ne demek olduğunu, annesinin öldürülmesi üzerine anlayan çocuğun acısı.
filmi izledikten sonra selim geldi aklıma, arkadaşının o'na yaktığı o ağıt. o'na o ağıtı yaktıran durum, gerçekten denizin ne kadar büyük olduğunu biliyorum ben. o yüzden üzülüyorum o'na. ama gittiğimiz yerin nasıl olduğunu bilmiyorum. belki selim gitmeseydi, söylerdi bize.
"şair ne demek?" gerçekten, "Yarın ne kadar sürecek?"
...
küçük çocuğun ağıtı:
--spoiler--
Ey, Selim!
Ben korkuyorum, Selim.
Deniz çok büyük!
Gittiğin yerde seni
ne bekliyor, Selim?
Gittiğimiz yer nasıl olacak?
--spoiler--
hayatın anlamını aramayı, düşünmeyi yaşamaktan ve sevmekten daha üstün tutmuş şair alexander'in hikayesidir. yaşlılıkla birlikte gelen ölüm, geç kalmışlık hissi ve pişmanlık yoğun olarak hissedilir. yeterince sevememiş olmanın korkusunu da o yaşatır.
daha genel bir açıdan bakılırsa, angelopoulos'un filmlerinin kesişmesini görmek mümkündür. bireyin sorunlarından yola çıkılarak toplumsal olana gidiş söz konusudur, yani alexander'in geçmişe yönelik duyduğu pişmanlık da içeren hisler ve geç kalmışlık dönüşüm geçirerek yunanistan'daki mülteci sorununa ışık tutmuş, bu toplumsal gerçeği gözler önüne sermiştir.
filmin konusunun dallandırılması, mülteci çocuk rolüyle karşımıza çıkan ve gerçek bir mülteci olan achileas skevis'in hayat hikayesinden ve anılarından hareketle gerçekleştirilmiştir.
önceden müziklerini dinlediğim ama film olduğunu bilmediğim, sonra filmin adı önerildiğinde ben bu adı duydum ama nerde diye düşündüğüm, sonra filmi izleyince...
filmin müzikleri benim için özeldi. filmde iki ayı oynasa ne yazar?
izledim, ve salt kendi yüklediğim anlamdandır ki sevdim.
theodoros angelopoulos bir gün ciğerlerimizi sökmeye karar verir ve gider 1997'de işte bu filmi çeker.
şair alexander'in son gününü anlatan film, o hollywood işi flashback ve flashforward olaylarına hiç girmeden geçmişi, bugünü ve geleceği aynı karede anlatır ki, işte ben burasına vuruldum.
sonra derin bir nefes aldım ve sadece o nadir anlarda evindeymiş gibi hisseden alexander mülteci çocuğu polislerden kaçırdı.
o mülteci çocuk selim'in yanı başında alnını eline dayayıp bir ağladı ki, işte ben orada da dağıldım.
aman dur toparlanayım derken çocuk gitti solomos'un yarım kalan şiirini tamamlayabilmesi için şaire iki tane kelime* sattı.
sonra da hep beraber otobüse bindiler ve otobüsten bir solomon, bir ayrılık, biraz anarşizm ve bolca karaindrou geçti, ben kendimden geçtim...
öyleyse şimdi, filmin 39.dakikasından 30 saniye geçe, kafeterya sahnesinde arz-ı endam ederek bizlere selamı çakan angelopoulos'a selam ederim!
*exiles: nerede olursa olsun sürgünde olan.
*argadini: çok geç.
"Son zamanlarda dünyayla tek bağlantım, şu bilinmeyen karşı pencere. Bana hep aynı müzikle karşılık veren.
Kim bu? Nasıl biri?
Bir sabah, onu bulmaya çıkmıştım. Ama sonra bir daha düşündüm. Belki de bilmemek ve hayal etmek daha iyidir. Benim gibi bir münzevi olabilir miydi? Ya da belki küçük bir kız çocuğu okula gitmeden önce bilinmez bir oyun oynayan. Her şey bizi kış gelmeden önce, teknelerin gölgeleri üzerine vuran uykudaki güneşin aniden açmasını sağlayarak, ışıkları dışarı uğratan riyakar baharın verdiği sözlere inanmaya itiyor.
Müzikleri iyi olan filmdir. bir yazarın lüks bunalımını anlatmaya çalışan melankoliden uzak bir film. Kadınlara hitap ettiği için çok pohpohlanmıştır. Özünde hikaye bir film olup bütünlük aranmaz. Size birşeyde katmaz. Festival değil sanat filmidir. Festival filmerindeki kadar derinlik bulamadım nedense.
neden sadece ve sadece kendi ayak seslerimi duydum evin içinde?
sorusuyla münzevi bir insan olmanın pek de iyi bir şey olmadığından dem vuruyor üstad. filmin konusuyla parallelik içeren bu cümledeki pişmanlığı nasıl anlatabiliriz? yahut anlatmaya cesaret edebilir miyiz?
ayrıca pek az filme böylesi mükemmel bir müzik eşlik etmiştir. çaldığı yerlerde filmi bırakıp namütenahi düşüncelere daldığım oldu.