özellikle otomatik bir harekete sahip olmayan eşyaların içinde bulunmak zorunda oldukları durumdur.
bisküvinin ambalajına bakıyorum. tecavüz edilmiş ve köşesine pusmuş bir kurban gibi delik deşik bir köşeye atılmış, buruşuk ve tamamen sessiz. ilk anda bir an önce eylemsizliğine kavuşmak isterken yaptığı devinimler ne kadar dokunaklı, ah...ya köşede, kolilerin hemen dibinde yere saçılı biçimde duran kasetlere ne demeli. oturup birer ruh taşıyıp taşımadıklarını düşünmek isteyeceğim neredeyse. çocukken, işe yaramaz bir kasetin içlerindeki uzun ince kahverengi bandı çıkartır, sanki üzerlerinde şarkıları, sesleri görmek istercesine incelerdim. çok zaman önce seferlerini tamamlamış trenler gibi geçmiş zamanda kalabalık ve gürültülü duruyorlar. onları çoğaltan makinelerin nefesleri üzerlerine sinmiş gibi. beni, onları biriktirdiğim yıllara götürmüyorlar mı bir de, ah...ya kolilerin üstündeki elbise fırçası. muntazaman bir ceket giymek gibi tiyatrolu zamanlarımdan yadigâr. o hep bir dolabın naftalin kokulu yalnızlığını biriktirmiş, az kullanılmış elbiselerimin tozlarına evsahibi, işine hazır bir görev nesnesi.
o kadar sessizler ki...insan konuşmak istiyor onların güneş görmeyen sessizlikleriyle. insanın bazen bir kapı gibi canı kilitleniyor kendi üstüne. odada yalnızken onları küçümseyemezsiniz. sessizlikleriyle bir olur birşeyler anlatırlar size. otomatik bir harekete sahip olmayanları, özellikle. saatler mi? onlar akar. ve dilleri vardır, anlarsanız eğer. bazen öyle çığlık atarlar ki kıskanırsınız başıbozukluklarını.
eşyalar...aslında konuşuyorlar. duruyorlar konuşup konuşup. insan bu, susmak istiyor onların güneş görmeyen geçiciliklerine. eşyaların sessiz dünyası bazen hiç kimseye anlatamadığın bir kuşkudur.