üniversiteye ilk başladığımda, adını duyuyorum ve kafamda inanılmaz farklı şeyler beliriyor. adalar deyince insanın aklına doğal olarak istanbul-adalar geliyor. neyse bir arkadaşımla şehri keşfederken gidip bahsi edilen adalar'da bir yerde bir şeyler içiyoruz.
istediğim, beklediğim gibi bir yer çıkmıyor tabiki. daha birbirinden bağımsız yerler, daha fazla su birikintisi
hayal ediyor insan. ama restore edilmiş porsuk çayı etrafındaki kafelerden oluşuyor. neyse biz çaylarımızı yudumlarken, porsuğun üstünde sevgililer birbirine sarılmış gondol sefası yapıyor, kimisi çekirdeğini-şarabını almış ayaklarını saldığı porsuğun çimenlerinde güzel bi sonbahar gününün tadını çıkarıyor. etrafta bir tane bile yaşlı insan göremiyorsun esnaf dışında, hepsi sen gibi.. bu şehre yabancı, henüz alışma aşamasında ya da alışmış. alışıyoruz şehre hera kafe'de-harabe'de okey oynamaya, alkara'da nargile içmeye, palmiye kafe'de sıcak bi çay içmeye, kahve6'ya da kaşarlı gözleme yemeye gidiyoruz.
yavaş yavaş adalar kafe kültüründen uzaklaşıp kendimizi evlerimize kapatıyoruz. artık birileriyle evlerde buluşup, çay-kahveyi daha yakın yerlerde, üniversite caddesi'ndeki samimiyetsiz mekanlarda içiyoruz.
artık adalar deyince akıllara istanbul değil yeşilliklerinde gençlerin oturduğu, kafelerinin dolup taştığı eskişehir geliyor.
gidenlerin özlediği, kalanların artık eskisi kadar ziyaret etmediği, yeni gelenlerin de akın ettiği adalar..
2 tane lunapark olduğu zamanları hatırladığım ( yaşlıyım evet ), eskilerden yadigar sadece Ahmet Abinin titanic cafesinin bulunduğu porsuk çayı kenarındaki gezinti yeri. Birde sürekli bir şeyleri protesto edenlerin huzurlu bir şekilde rahatsız edilmeden protesto haklarını kullanabildikleri yer.