eskiden

    36.
  1. Eskiden iyiymiş. Gönder mektubu, üç gün kafa dinle. Şimdi:

    -onüç saniyedir bana yazmıyorsun birşey mi oldu?

    Evet evlendim onüç saniyede! Ey büyük allahım..
    8 ...
  2. 35.
  3. " hani herkes arkadaş hani oyunlar sürerken..."
    3 ...
  4. 2.
  5. can dündar şiiri

    Çember çevrilir,
    Su musluktan içilir
    Ağaçlara tırmanılırdı

    Bebekler bezden
    Silahlar tahtadan
    Resimler kömür karasından yapılırdı

    Kızlara ninelerinin, erkeklere dedelerinin
    isimleri konulur
    Saatli maarif okunurdu

    Komşuda pişen
    Bize de düşer
    Bizde pişen komşuya düşerdi

    Geceler ayaz
    Sokaklar karanlık
    Yıldızlar parlak olurdu

    Turşu, salça, mantı
    Evde yapılır
    Karpuz kuyuda soğutulurdu

    Erik ağacının çiçeği
    Pencere camımıza yaslanır
    Güz yaprakları bahçemize düşerdi

    Kardan adam yapılır
    Evlerde soba yakılır
    Kış gecelerinde masal anlatılırdı

    Merdiven çıkılır
    Aidat ödenmez
    Yönetici seçilmezdi

    Evler badanalı
    Sokaklar lambasız
    Mahalleler bekçili olurdu

    Ajans radyodan dinlenir
    Çizgili roman okunur
    Defterlere kenar süsü yapılırdı

    Hayat
    Arkası yarin gibiydi
    Kesintisizdi

    Her gün yaşanacak bir şey vardı
    Herkes kendi düşünü kurar
    Kendi hayatini oynardı

    Şimdi
    Hayat tek perdelik bir oyun
    Stand-up bir yalnızlık gibi

    Simdi
    Herkes
    Yoğun
    Yorgun
    Ve
    Tek başına
    3 ...
  6. 3.
  7. eskiden herşey eskiydi. yıllanmıştı. babadan, atadan dededen kalmaydı. antikaydı, klasikti, hatıraları vardı.

    şimdi olan hiç bir şey eskimeyecek. eskimeden tüketiyoruz. daha heves geçmeden, daha tadını almadan, özümsemeden geçip gidiyor her şey. bu yüzden çabuk unutuyoruz. eskiden unutkanlık olmazdı kolay kolay. olansa yaşlılıktandı.
    3 ...
  8. 27.
  9. çocukluk günlerimize dem vuran mükemmel bir jehan barbur şarkısı.

    Yeniden olur mu
    Çocuk olunur mu
    Eskisi gibi güvenle durulur mu

    Yeniden olur mu


    Masum olunur mu
    Eskisi gibi huzurla durulur mu

    Eskiden bir penecerede beklerken
    Eskiden hala suskun ve çocukken
    Eskiden basit bir oyunda düşerken

    Büyümek hiç aklımda yokken

    Dünyamda büyüktü masa ve sandalye
    Odamda püsküllü sarı bir lamba

    Böyle, çarçabuk, aniden, birden
    Sanki yokmuşum, tokmuşum
    Birden

    http://fizy.com/#s/3y6321

    bir de şöyle bir düeti mevcut http://fizy.com/#s/3y6322
    3 ...
  10. 12.
  11. Göreceli bir kavramdır."Eskiden" olarak nitelenecek zamanla ilgili bir sayısal hesap usulü yoktur.
    2 ...
  12. 6.
  13. bir özdemir asaf şiiri.

    Ne güzel insanlar vardı eskiden.
    Çocukluğumuzu kaplamışlardı.
    Bize masal anlatırlardı
    Cinlerden, perilerden.
    Büyük anneler, büyük babalar vardı.
    O zaman hepsi uzaktı ölümden.
    Hem sevdirir hem korkuturlardı.
    Acı hikayeleri bile tatlı başlardı.
    Demek bunun için gittiler hikâyelerden.
    Ne güzel insanlar vardı eskiden.

    Ne güzel şarkılar vardı eskiden.
    Gençliğimizi donatırlardı.
    Hep iyi şeyler hatırlatırlardı
    Geçip gitmiş devirlerden.
    Sevgi ve ümid yaratırlardı.
    O zaman her şey uzaktı ölümden.
    Yanık şarkılar bile neşeli başlardı.
    ister istemez saadet taşardı
    Gamsız günlerimizden.
    Ne güzel zamanlar vardı eskiden.

    Ne güzel şarkılar vardı eskiden.
    Hayâl içinde yaşatırlardı.
    Güldürür ağlatırlardı
    Duymadan biz, düşünmeden.
    Her an bir asır kadardı.
    O zaman herkes uzaktı ölümden.
    Candan sevdiklerimiz vardı.
    Hepsi başka güzeldi, bizi tanımazlardı.
    Bütün yollarımız geçerdi gül bahçelerinden.
    Ne güzel zamanlar vardı eskiden.
    2 ...
  14. 4.
  15. eskiden sokagımızdan muhallebici gecerdi,sokak cesmeleri vardı agzımızı dayayıp kana kana ictigimiz, ne msn ne counter strike vardı, annenin sepetten saldıgı yarım ekmek arası domatesi paylasan arkadaslar vardı, eskindendi cok eskiden...
    2 ...
  16. 25.
  17. eskiden bizim evin perdeleri ağırdı.

    böyle sanki yorgan asılmış gibi. gram ışık geçirmezdi. bok rengi gibiydi, kahverengi. üzerinde şekilsiz şekilsiz gül motifleri vardı. kanaviçe derdi annemler sanırım. dışarıdan nasıl gözükürdü bilmem ama içeriden bakıldığında; altında kalsan nefessizlikten öleceğin kadar ağır gözükürdü gözüme.
    küçüktüm ben eskiden.

    promosyon bir saatimiz vardı. ne markaydı bilmiyorum ama eve ilk geldiğinde duvara asmıştı annem ve karşısında uzuuun süre oturup izlemiştim. çünkü saniyesi yoktu. yelkovanı yavaş yavaş ilerliyordu. hatta bir keresinde duvardan güç bela indirip halıya koyup karşısında uyuyakalmıştım. saati izlerken uyuya kalmıştım ben eskiden.

    evimizde soba vardı eskiden. hoş, hala var da; o zamanlar daha bir 'vardı'. ben küçüktüm ve etrafımdaki her şey dikkatimi çekiyordu eskiden.

    soba boruları nasıl devrilmiyor diye düşünürdüm. annem demir tellerle bağlardı onları birbirine, sonra bacaya doğru yok yapardı. öyle çok zengin bir familya değildik. almanya'dan halamlar getirene kadar lego'nun ne olduğunu bile bilmiyordum. ama işte bu soba borularını yapmaca; lego'dan daha eğlenceliymiş. legoyla ilk tanışmamda anlamıştım bunu eskiden.
    o soba borularını tellerle sarar sarmalar, duvardaki çiviye tuttururdu.
    benim annem çok yetenekliydi.

    eskiden ben anahtar taşımazdım. babam da taşımazdı. ev ''anahtarla girilen bir yer'' gibi değildi benim gözümde. annem hep evde olurdu. ne zaman kapıyı çalsak annem açardı. sanki kural buydu eskiden. herkes dışarıda olacak; anne evde onları bekleyecek. işler böyle yürürdü eskiden.

    mutfak kapısını söktürmüştü annem bir keresinde. giriş çıkış daha rahat olsun diye. hiç unutmuyorum; çok sevinmiştim. çünkü kapılara tırmanmayı severdim ben eskiden. ayaklarımı iki yanına dayar, çıkabildiğim kadar yukarı çıkar; geçmek isteyenlerin de altımdan geçmeleri gerektiğini, yoksa üstlerine atlayıp onları yok edeceğimi söylerdim. ben çok çizgi film izlerdim eskiden.

    he-man izler, gölgelerin gücü adına konuşurdum. şirinler izler, uslu bir çocuk olurdum. red kit izler, suçlulara savaş açardım. ninja kaplumbağalar'ı izler, splinter usta olur ya da donatello olurdum.
    televizyonun önünde diz çöker, annemin elime tutuşturduğu salçalı ekmeği tırtıklardım. nedense yemek yemeyi sevmezdim eskiden. sanırım çocukların çoğu da böyle. o yüzdendir annem ne zaman ben başka şeye konsantre olsam verirdi elime yarım ekmeği.

    çocukken mesela en çok patates kızartmasını severdim. anneannemin yaptığı en güzeliydi. yuvarlak olurdu. bir tanesi incecik olurdu mesela, diğeri kalın. biri pişmiş olurdu, biri çiğ; biri yanmış, biri kıvamında. anneannem pek beceremezdi yemek yapmasını çolak olduğu için. ama ben en çok onun yaptığı yemekleri severdim.

    eskiden mesela düşürürdüm başımı dizlerine onun. bit ayıklarmış gibi yapardı başıma. masaj gibi olurdu. eskiden ben yataklara sığardım, anneannemin de dizlerini acıtmazdım.
    eskiden her şey çok daha güzeldi.

    sokakta oynardık. oyun parklarımız yoktu. tüm sokaklar çocuklarındı eskiden. tüm apartman çocukları hep birlikte giderdik okula, dönüşte de yine birlikte dönerdik. bazen çantalarımızı eve bırakır, üstümüzü bile değiştirmeden koşardık sokağa; bazen de çantalar sokakta bırakılır, cebimizde ne varsa o an için çantaların üzerine kor, başlardık bir topun peşinden koşmaya.

    hatırlayın, eskiden kavga etmezdik. bıçak, soğa, döner bıçağı, sustalı yoktu. bir insana nasıl yumruk atılır, nasıl sopayla vurulur bilmiyorduk. bir kavga olduğunda mahalleden geçen biri ayırırdı. kim olduğunun önemi yoktu. bizleri tanıyıp tanımaması da önemli değildi eskiden. herkes asayiş gibiydi, herkes polis. yaşı büyük olan biri, kim olursa olsun, bize seslense hemen yanına giderdik. çekinmezdik kimseden.

    maç yaparken çok susadığımızda, o an en yakın ev hangi arkadaşımızın eviyse ona girerdik. annesi annemiz gibiydi. ''ayakkabılarınızı çıkarmadan girmeyin çocuğum, durun koşturmayın, acele etmeyin.'' derdi. çaldığımız hiçbir kapı yüzümüze kapanmazdı eskiden.

    bir poğaça yapardı mesela annem ya da elmalı kurabiye. o gün eğer bizim eve gittiysek su içmeye; o kekler, pastalar, kurabiyeler yenmeden çıkmazdık.

    apartmanda kapanmazdı sokak kapıları eskiden. herkes birbirini tanırdı. karşılıklı iki kapı arasında kalan yere kilim serilir, orada çaylar içilir; dedikodu yapılırdı. sahi, o kadar çok konuşacak konuyu nereden bulurdu eskiden kadınlar?
    eskiden meyve nasıl soyulur onu bile bilmezdim neredeyse. annem vardı. hem kapı açacağı, hem meyve soyacağı gibiydi annem. elimde elmayla çıkardım karşısına; hoop, tek hamlede soyardı. kabuğunu ayrıca yerdim. ne de olsa eskiden ''vitamini kabuğunda'' idi.

    eskiden bir koltuk/kanepe vardı evimizde. nasıl anlatsam; vitrini vardı, kitaplıklı. ön tarafında iki uçta iki büyük kapağı vardı. altında da bir tane 'çekyat' misali bir yatak. ama hep açıktı o. sırtınızı işte o kitaplığa dayayabiliyordunuz. her neyse, öyle bir koltuk/çekyatımız vardı. dedem yatardı eskiden üzerinde. ben, dedemin ayakları ucunda ders çalışırdım. annem elma soyardı, kardeşim televizyon izlerdi.
    bir çalar saatimiz vardı. horozlu. o çekyatın üzerinden hiç inmezdi. pili de mi bitmezdi ki? biterdi elbet. sanırım eskiden benim annem ayrıca pil takıcıydı.

    babam gelmeden sofra kurulmazdı eskiden. akşam ezanıydı eve giriş zilimiz. ezandan sonra sokaklarda kimseler kalmazdı. sokaklar daha güvenliydi ama. serindi. yazın o sokaklardan itfaiye arabaları geçerdi. sulardı sokakları. itfaiye arabasından fışkıran suların üzerinden atlardık çocukken biz. sinek arabasının peşinden koşardık.
    mahalleye gelen dondurmacıdan alırdık dondurmamızı. turşucu gezerdi sokaklarda, beş kuruşluk cipslerle doyururduk karnımızı..

    eskiden hayat daha güzeldi.
    evde zigon sehpanın üzerinde oturan biblo dede ile nine vardı. otururlardı eskiden orada.
    şimdi bakıyorum, hiçbir şey kalmamış eskiye dair.
    sezen söylemiş zaten benim için yıllar önce:

    ''hani erken inerdi karanlık,
    hani yağmur yağardı inceden,
    hani okuldan, işten dönerken,
    işıklar yanardı evlerde,
    eskidendi, çok eskiden.

    hani ay herkese gülümserken,
    mevsimler kimseyi dinlemezken...
    hani çocuklar gibi zaman nedir bilmezken,
    eskidendi, çok eskiden.

    hani hepimiz arkadaşken,
    hani oyunlar tükenmemişken,
    henüz kimse bize ihanet etmemiş,
    biz kimseyi aldatmamışken,
    eskidendi, çok eskiden.

    hani şarkılar bizi bu kadar incitmezken,
    hani körkütük sarhoşken gençliğimizden,
    daha biz kimseye küsmemiş,
    daha kimse ölmemişken,
    eskidendi, çok eskiden.

    şimdi ay usul, yıldızlar eski
    hatıralar gökyüzü gibi gitmiyor üstümüzden
    geçen geçti,
    geçen geçti,
    geceyi söndür kalbim
    geceler de gençlik gibi eskidendi
    şimdi uykusuzluk vakti.''
    4 ...
  18. 14.
  19. NE GUZEL CAHiLDiK . . .

    Dışarıda kar...
    Ama kuzine içten içe öyle yanıyor ki.
    Kuzinenin üzerinde demir maşa...Maşanın üzerinde de ekmek dilimleri.
    Aydınlık bir kış sabahı ve kızarmış ekmek kokusu...

    Sucuk lükstü.
    Yumurta lezzetli.
    Ekmek her zaman ekmek gibi...

    Bir kez olsun kümesten yumurta almamış, bir kez olsun o kızarmış ekmeğin kokusunu duymamış ve fakat alışveriş merkezlerinin restoran katlarında, boğucu bir gürültü ve havasızlık içinde hamburger keyfine fit olmuş çocuklar ve gençler için ben ne kadar yaşlıyım...

    Dışarıda kar...

    içeride kanaat...
    içeride huzur...

    Televizyon yoktu.

    Gazete de her zaman olmazdı.
    Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç!
    Portakal kabuklarını sobanın üzerine dizer, kokusuna râm olurduk.
    Kestane közlemek bütün bir gecenin mutluluğuy du.
    Sonra illâ ki, büyüklerin anlattığı hikâyeler, hatıralar...
    Birçoğu arızalı ve tedaviye muhtaç beyinlerden çıkma dizilerin ve filmlerin açtığı hasarlar yerine, geniş ve besleyici bir masal dünyası...

    Lezzet bir tarafa, kokuya da hasret kalacağımız kimin aklına gelirdi?
    Ekmeklerimiz el değerek üretilirdi, sağlıklıydı, lezzetliydi ve mis gibi kokardı.
    Çay da kokardı...
    Domates de...
    Bütün bu nefasete, küçücük bir bakkal dükkânının zenginliği yetiyordu.

    Dışarıda kar...
    içeride huzur...
    Zam endişesi, doğal gazın kesilme korkusu, yolda kalma telaşı, rejim tehlikesi... Kimin umurunda...
    Ne güzel cahildik.
    Mutluluğun resmini çiziyorduk.
    *
    3 ...
© 2025 uludağ sözlük