insanın kendi hayatının şeyine kendi elleriyle koyması durumudur.
ben: b
o: ö
saat 14.35
ö: planda var mı bir değişiklik?
b: benim tarafımdan yok.
ö:tamam öyleyse dört dört buçuk gibi yola çıkacağım bir saate gelirim sen beş buçuk gibi hazırlan.
b: tamam inş
ö: metrobüsle gelmek istemiyorsan acele et.
arada bikbik konuşmalar. saat üçte kalkılır duşa girilir, saç kurutulmadan lensler takılır. ütü yapılır, makyaj vs derken hazırlanılır. ben dilinden konuşarak ifade etmek gerekirse bütün bu eylemleri ellerim titreyerek yaptım. kalbim üç yıl önceki gibi onu ilk gördüğüm günkü gibi acıdı, ağrıdı. evde bekleyemedim çıktım dolandım, dolandım, dolandım.
derken gelmesi biraz gecikti son buluşmamızı hatırlayıp bunun bir alay etme olduğunu düşünüp korktum. metrobüs durağındaki caminin dibinde bir sigara içtim. hala gelmedi. oysa bulunduğu yerden gelmesi üç dakikaydı. aklımda hala nasıl davranacağımın ezberini yapıyordum. beni güçlü ve iyi görmeliydi.
ö:çiçekçinin karşısındayım.
yürürken ensesini gördüm önce, kulaklıkları telefonla konuşurken gözümde yıllarca devleşen bu adam yere göğe sığmaz bir hal aldı. heyecanımı yendim, sesimi temizledim ve alaycı bir gülümsemeyle "merhaba"
"gel, gelsene" dedi. bir dakika geçmeden bu gergin anı emniyet kemeri alarmı bozdu ve "kemerini taak! cümlesi onun hiç değişmediğini gün gibi gösterdi. biraz kırıldım belli etmedim onca kırgınlığın yanında bu neydi ki. nereye gidelim muhabbetinden sonra o anlattı ben dinledim. insanları konuşturmayı iyi bilirdim, özellikle yabancı insanları. bu yüzden ağzından laf almak zor olmadı, havadan sudan benim eski tanıdıklarım olan onun yıllanmış arkadaşlarının hayatlarından bahsettik.
işinden memnun, şubatta askere gidecek olmasından şikayetçi,hayalimdeki yerde evinin olmasından gururluydu. arkadaşların evlenmesinden, yaşlanmaktan konuşuldu. arkadaşları arasındaki tek sap oydu ben bile bu zaman zarfında yarı buçuk aklımla mantık ilişkisine başlamıştım. nihayet yol bitti. çay çorba muhabbetinden sonra ana konulara geldi.
ezberlediğim cümleler beynimden uçup gitmişti. ben bu beyaz yüzlü, siyah saçlı, boynunda mavi yeşil artiyerli damarları belirgin adama bakmak istiyor onunla bir kez göz göze gelmekten korkuyordum. çakmağı da arabada unutmuş olmanın verdiği sıkıntıyla sigaradan sigara yakmaca oynadık bir süre.
bitmeyen egosu, anlaşılmaz halleri ve her durumda benden adam olmaz mesajı.
...
benim buram acıdı. senin hiç buran acıdı mı? senin hiç kalbin ağrıdı mı? benim ağrıdı, günlerce, aylarca. acı çekmenin, üzülmenin fizyolojik haliydi bu. tabi sen üzülmediğin için bilemezsindi. -zira kendisi hayatta ölüm dışında hiçbir şeyi üzülmeye layık görmez, sevgilisinden mi ayrıldı gider arkadaşlarıyla yer,içer adını bile anmaz, yoluna devam ederdi. zaten hayatında en sevdikleri vardı, yeni biri olsa ne olur olmasa ne olurdu. o her acıyla başa çıkabilen sonsuz ego gurur sahibi bir adamdı.-
bunları sana anlatmamın o kadar anlamsız olduğuna karar verdim, zaten sana söylemek istediklerim de kafamdan uçup gitti.
şimdi merak ediyorsundur, hayatımda birinin olmasına rağmen neden burdayım, ya da etmiyorsun bilemiyorum. ama kendimi o kadar kötü hissediyorum ki kendimi hiç bu kadar alçalmış hissetmemiştim. ama şöyle düşün sen benim hayatımın dönüm noktasıydın. hayatımı bu kadar evirip çevirip adamı son bir kez görmek, içimdekileri anlatmak, cevaplayamadıklarımı sormak istedim. hani küçükken bir oyuncak istersin birşey olur ve o oyuncak alınmaz ya işte öyle birşeysin benim için. geçmez mi geçer evet. insanlar ölümden sonra bile yola devam ederken bu mu geçmeyecek. ama hani arada bir anlatırsın babam zamanında şu bebeği bana almadı diye. işte onun gibi. o heves hiç geçmez. elli yaşına da gelsen o oyuncağı alsalar oynayacaksın sanki.
sonrasında o gururlu adam bir şeyler eveledi, geveledi, ben hem aldatmanın, hem iki yıl sonra onu tekrar görmenin ve bir daha göremeyecek olmanın verdiği anlamsız acıyla "hadi kalkalım" dedim. bir buçuk saat süren yolda beni evime bıraktı tek tük bir kaç kelime ettim sessizlikten sıkıldığım için. radyoda sıla çalmaya başladı.
b:sen sılayı da pek seversin.
ö: aa bayılırım.
b: madem öyle bu şarkı sana gelsin.
yol bitti, hoşçakal dendi. sonra ben üst geçitten karşıya titreye titreye ağlaya ağlaya geçtim. telefonum çaldı;
kuzum sen çayı koy, ben çerez alayım oturur biraz muhabbet ederiz.
Ö:bahçelievlere gel, o taraf kapalıymış.
B: on beş dakikaya ordayım, biniyorum metrobüse.
Keşke güzel giyinseydim demenin pişmanlığıyla bindim metrobüse. O sıcak hava saç diplerimin terlemesiyle daha da bozuldu. içimde yaptığım ikiyüzlülük ve sahtelarlığın pişmanlığı onu yeniden görmenin heyecanını aynı anda yaşıyordu. Bir yandan nişan tarihi konuşup bir yandan hiç sahip olamadığım eski sevgilime gidiyordum.
işleri henüz bitmemişti. Yanıma kendinden önce kokusu geldi. Yıllardır değişmeyen kokusu. Yeşil kareli gömleği ve pantolonuyla yine benden şıktı. Onun kibri ve güveni benim kendimi daha bir ezik hissetmeme yol açıyordu.
Ö: aç mısın?
B: yani.
Neyse bi mekana gittik yemek yendi heyecandan yine tek lokmada tıkandım. Tek kelime etmeden saatlerce oturduk.
B: sıkıldın mı?
Ö: yoo saatlerce otursam mutluyum.
Üç mekan gezdik, yol gittik tek kelime etmedik zorunlu haller dışında. Ona bakarken istemsiz gülüyordum. Allah'ım duygular hiç mi hafiflemezdi?
Ben artık aklımla kalbimin savaşını izleyecek kendimden nefret ettiğim günler geçirecektim.