avucunun içinde dururken,tüm seslere dokunacak gibi olduğun andır.
kan kırmızı elim yüzüm, vişne sezonunu açtım. yarım yamalak duruyor kağıtlar ve öksüz bukowski, cortazar. kalemime değen ışık gözümü alıyor. pencerem, pencerem cılız ve korkak bir serinliği boynuma üflüyor. bir kadın tanımıştım, elleri çok güçlü. onun ellerini arıyor yorgun sırtım. yazılacak satırlarım öyle parlıyor ki, çölde gibiyim. doğruluyorum. olmuyor. fotoğraf gözümün dikkatini çekmeyi başarıyor.
bu fotoğraf nereden çıktı?
isyaaaaaaaaaaaaaaaaaan.
çocukken oyuncak vitrininde, gençliğimde kelebeğe benzeyen bir tokada, şehrimin boş meydanında, kalabalığın içindeki garipte, hapiste hayalini kurduğum bir bamya çorbasında takılıp kalan gözlerim, çınlayan odamda bu kez bir fotoğrafa taklıdı.
bu gibi duruma düşmüş adamlara bakar pek fazla anlam veremezdim. -ben bu derde düşmeden önce- gibi durum- aslına bakarsan kabullenememe durumu, birinin bırakıp gitmesi geride kalanın, bir avuç kalması, alışamadığım alışmak istemediğim bir hikaye.
makas nerede?
(orada işte gözünün önünde)
makas nerede makas?
eski mahallemde bir adam vardı. yaşar'ın şarkısında olduğu gibi tam bir fırt emin, tıpkı onun gibi savaş mağduru ve fırtın istiklalde yaptığını benim mahallemde yapardı adam. adam diyorum çünkü, ismini hiç soramadım, hep anlattı ben dinledim. yine gelenden geçenden sigara isterken ve ben karşıdan gelirken, elim cebimdeki fotoğrafı sımsıkı tutmuş, birden durdu adam bana baktı.
-hançer benim, yara bende. dedi
yolun ortasında perilerin inip adamı kollarından tutup kaldırdığını, benim yanıma da korna çaldı. sıçramadım, içime saplandı kornanın sesi-
apartman boşluğuna girip ağladım. fotoğrafı çıkardım öptüm. öptüm. öptüm. öptüm.
odamdayım. fotoğraf hala bana bakmakta ısrarcı.
çocukken babam, beni başka bir şehre götürmüştü ve orada bir bakkalın yanında bekle demişti bana. dedi. özbek kadın. orada taşın üstünde otururken babamın hiç gelmeyeceğini bildiği halde beklediğim an, en acı anımdır. diye anlattığı günden beri, oturup başımı eğdiğim her an, özbek kız çocuğu bekler yanımda. benden daha dirayetli ve gülümseyerek.
odamdayım, fotoğraf bu kez beni ağlatmayacak, ters çevirip bırakıyorum kitapların yanına flaubert ve steinbeck, iyi geceler diyor. kapıdan başını uzatıyor, simsiyah bir kadın. hadiii, diyor. arkasından yürüyorum. birden duruyorum.
çok feci dayak yemişiz, her yanım ağrıyor. polis, yaşayamadığı her şeyin hıncını çıkarmış bizden, fotoğraftakinin yanına, koşturarak gidiyorum. sarılıyor. tüm kederim-tüm ağrım geçiyor-
odamdayım. masaya koşturuyorum. flaubert ağlamaklı, fooğrafı alıp öpüyorum.
eğer bulunan resim uzun bir zamandan sonra bulunuyorsa o kişiyi bıraktığınız gibi hatırlamanız demektir.
halbuki resmini bulduğunuz o şahışın aradan geçen onca senede üzerinden belkide kaç kişi geçmiştir veya şişmanlamışmıdır veya hiç çirkinleşmişmidir düşünceleri gelmez.
ilk akla gelen takıldıgınız cafede veya evde nasıl öpüştüğünüz ve neler hissetiğinizdir.
insanın derin derin iç çekmesine sebep olacak gelişme. sonrasında yakılmalıdır o fotoğraf. ne de olsa eskidir fotoğrafın öznesi, bir yabancıdır. her sabah aynı üzüntü yaşanmamalıdır.