ister büyük bir caddeden geçiniz ister küçük bir sokaktan; su çiçek şarkı eksik olmazdı. karşınızda ya bir heykel çeşme vardır ya bir anıt havuz. eğer camekanlarında insanı bülbül doğmadığına yandıran güller açmış mağazalardan uzak bir kenar mahallede iseniz apartmanlara bakınız. her katın balkonu yeşil yaprakları dal dal komşu katlara sarkan birer asma bahçesidir. onlara bakarken hayalimden kafesli pencerelerinin önüne ebrüli karanfiller, küpe çiçekleri, top fesleğenler ve ıtır saksıları dizilmiş eski istanbul geçiyordu.
kayığa sevgilisiyle birlikte binen erkeğin bir yandan kürek çekerken bjr yandan da kayığın önüne oturttuğu sevgilisini izleyip marmara denizinin sularında güzel bir akşam sefası yapmaktır, "eski istanbul"
belki de bu çağda doğulduğu için hayıflanmanın en büyük sebebidir.
fena mı olurdu hezarfen ahmet çelebi galata kulesi'nden üsküdar'a uçmaya çalışırken aşağıda onu izleyen kalabalığın içinde olsaydım? o yüksek tavanlı ahşap evlerde yaşasaydım ya da lale devri'nde üzerinde mum taşıyan bir kaplumbağa görseydim... ha, fena mı olurdu a dostlar?
büyükanne ve büyükdedemden duyduklarımla o yıllarda yaşama istediği uyandırıyor insana. herkesin bir mahallede cümbür cemaat yaşayıp bütün içinde yaşamaları..
baharın güzelliğini tarif etmek için istanbul'u görmek gerekir. bahar, istanbul'a tanrının verdiği bir armağandır. bundan daha nadide bir ihsan olacağını sanmıyorum. boğaziçi, kaprisli bir mimarinin en nadide hatlarıyla bezenmiş, gözü okşayan renklerin güzelin ta kendisidir.
boğaziçinde balık, zengin bir sofraya buyur edilmiş, misafirlere ikramda yarışa benziyor. kışın karadeniz'den akın eden palamutları, ağları tıka basa dolduran uskumru balıkları izler. marmara'dan gelen şövalye kılıklı kılıç balıklarının etinden, defne yaprağına sarılmış şişleri, küllenmiş mangal kömüründen ateşinde pişirip, tadabildiyseniz, kalb huzuru içinde, "ulu tanrım, bu dünyada bana ağız tadı verdin." diye allaha şükredebilirsiniz.